Yeni Dönemde Kapitalizm
Kapitalizmin yeni yüzü “Batı boyutlu olmaya başlayan” dünya düzeninin bir sonucudur. Yeni yüzün eskisinden farkı nedir, diye sorguladığımızda hem nitelik hem de nicelik olarak farkların bulunduğunu görüyoruz. Her ne kadar kapitalizmin işleyişindeki “ana ilişkilerde” sistem değişmemiş ise de “sistemin müdahale içeriğinin ve sınırlarının” yatay ve dikey olarak değişmesi “kapitalizmin yeni yüzü” tanımlamasını da getirmiştir.
1) ABD’deki çokuluslu bir dev şirketin merkezi New York’ta ise ve 20 ülkede sınai, ticari veya mali tesisleri, şubeleri, şirketleri ve ortakları var ise bu şirket “ABD’den bakıldığında ve şirket açısından” küresellik ifade eder.
Türkiye’de Bursa’da bulunan, ana şirkete bağlı yerel şirket kesinlikle küresel değildir.
- Neyi, nasıl üreteceğini,
- Nereye satacağını, nereye ihraç edemeyeceğini,
- Bursa’daki şirketin müdürünün kim olacağını New York’taki merkez belirler.
Türkiye’deki bağlı ya da bağımlı “ortak” şirket, kendisi açısından “yereldir”. Aynen, beyni New York’ta bulunan bir ahtapotun Türkiye’deki kolu gibi işlev görür. Çokuluslu şirketin Türkiye’deki uzantısıdır demek belki daha doğru olur.
2) Dünya piyasalarında Batı’daki şirketler birbirlerine eşit (veya eşite yakın) konumda bulunurlar. Ford’un arkasında ABD yönetimi duruyorsa Renault’nun gerisinde de Fransız hükümeti boy gösterir.
Batı içindekiler artık aralarında savaşmayacakları gibi şirketlerinin savaşlarında da çizmeyi aşmamak zorundadırlar. Sonra, Batı kapitalizminin dünya genelindeki “küresel tekeli” zarar görür. Artık, son yanlışı ikinci Dünya Savaşı ile bitirdiklerine inanıyorlar.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi de bu kararı perçinleştirmiştir. ABD ve Avrupa Birliği, Batı kapitalizminin (veya dünya kapitalizminin) liderleri durumundalar. Bu da, “asiller arasında denge sağlanmasını gerektirir”, yoksa köleler bir gün başkaldırıp yönetimi ele geçirebilirler!
Bu bakımdan pazarın küreselliği, “Batı kapitalizminin iki lideri olan Avrupa ve ABD” için geçerlidir. Örneğin Türkiye için küresel değildir.
- AB ve ABD muzdan elmaya, mobilyadan elektroniğe sübvansiyon yaparak veya teknolojik üstünlük sağlayarak ürünlerini “haksız rekabet koşulları yaratarak Türkiye’ye sokarlar”. Trafik, tek yönlü çalışır.
- Türkiye IMF’den gelen baskılarla veya dayatılıp yaptırılan tek yanlı anlaşmalarda “sömürge pazarı durumuna getirildiği” için Batı’ya göre küreseldir. Türkiye’den bakıldığında ise “yereldir”. Çünkü kurulan sistem “cek valf” gibi tek tarafa çalışır.
3) Piyasa ekonomisi herkese kazandıran bir sistem değildir. Batı kapitalizminin üzerine yerleşip işlettiği ve kullandığı piyasa ekonomisi Batı şirketlerine (ve ekonomilerine) kazandırır. En azından, daha fazla kazandırır. Batı kapitalizminin içindeki firmalar “kazanan” taraftakilerdir. Piyasa ekonomisinin kuralları buna göre düzenlenmiştir.
- Batı ekonomilerinin kendileri sübvansiyon yaparak “dışarıda haksız rekabet” sağlarlar.
- Batı içinde rekabet kurallarını özenle işletirken “dışarıda tekelci olurlar”. Hatta öyle tekelci olurlar ki bu koşulları elde etmek için orduları ile diğer ülkeleri işgal ederler. Son örneği Irak’ın işgalidir.
- Batı ülkeleri dışarıda “bütün iktisat dışı unsurları kullanarak” piyasa ekonomisini kendilerine göre ayarlarlar. O zaman da piyasa ekonomisi küresel yani herkes için değildir. Sadece, Batı’nın çıkarlarına hizmet edecek biçimde ayarlanır.
- Uluslararası kuruluşlar ve “düzen” Batı ülkelerinin çıkarlarına göre düzenlenmiştir. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kurumlar zaten dünyanın değil Batı büyüklerinin denetiminde olan kuruluşlardır ve Batı çıkarları için faaliyet göstermek zorundadırlar.
TEK BOYUTLU DÜZENİN SONUÇLARI
Soğuk Savaş sonrasında Avrupa ve ABD dünya üzerindeki iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel egemenliğini tamamen “kendi çıkar tanımlamalarına göre” düzenlemeye başladılar. Aralarında rekabet olsa da bu rekabet “esas meseleyi” değiştirmeyecektir. Esas mesele, “Batı kapitalizminin dünya üzerinde mutlak egemenliğinin sağlanmasıdır”. Soğuk Savaş sonrasında ABD ve Avrupa tamamen bu konuya odaklanmış bulunuyor.
- Körfez Krizi ile başlatılan süreç ile bölgede dengelerin Batı lehine değiştirilmesi,
- Yugoslavya’daki “kapitalizm dışı” düzenin ülkenin iç savaşa itilerek ortadan kaldırılması,
- Balkanlar’a Batı kapitalizminin “nüfuz etmesi”,
- Endonezya’nın bölünmesi,
- Afganistan’ın ve Irak’ın işgali,
- ABD’de Yahudi-köktendinci koalisyonu ile yeni muhafazakârların koalisyonunun Bush yönetimi tarafından gerçekleştirilmesi,
- Avrupa’da 1990’dan sonra yapılan seçimlerde tutucu, yabancı düşmanı ve radikal partilerin oylarını artırmaları, Soğuk Savaş’ın sonrasında Batı kapitalizminin seyrini göstermektedir.
Irak’ın işgali öncesinde ve sonrasında,
- ABD ve İngiltere’nin hukuk tanımayan tutumları,
- Bir “haydut devlet” gibi Irak’ı işgal etmeleri,
- Yedi AB ülkesinin bu hukuk dışı işgale aktif katılımları, tek boyutlu Batı kapitalizminin hangi tehlikeli zeminde ilerlediğini açık olarak göstermektedir.
OLİGARŞİ Mİ, İMPARATORLUK MU?
Bazıları “Yeni Amerikan İmparatorluğu” olarak tanımlıyorlar. Bana daha akılcı gelen tanımlama “Vahşi Kapitalizmin Egemenliği”dir.
Batı kapitalizmi (ve Batı) tek başına kalınca kapitalist düzen kendini kontrol edemez bir duruma gelmiştir.
Sistemin nasıl kontrolden çıktığını “Kapitalizmin Temel İçgüdüsü” adlı kitabımda (Eylül 2003) ayrıntılı olarak ortaya koydum.
- Batı şirketlerinin Soğuk Savaş sonrasında birleşerek “devleşmeleri”,
- Batı’nın dev şirketlerinin (şirket-devlet) veya (devlet-şirket) kimliğine bürünmeleri,
- Batı boyutlu (tek boyutlu) dünyada şirketlerin artık “kâr maksimizasyonu” değil, “stratejik güç maksimizasyonu” yapar duruma gelmeleri,
- Bunu yaparken de hak, hukuk, insanlık, erdem gibi kavramları tamamen unutmaları,
- Dünya üzerinde Batı’nın egemenliğine dayalı oligarşik ve anti demokratik bir düzeni gerçekleştirecek bir sonuca doğru ilerlemeleri, kapitalizmin yeni yüzünün özellikleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Evet, kapitalist işleyişin ana çarkları, dişlileri ve itici güçleri tarihsel süreci içinde olduğu gibi süregelmektedir. Ancak yukarıda sıraladığım hususlar reel trendlerdir ve bu gelişmeler daha vahşi ve kendisini kontrol edemeyen yeni bir kapitalist yapılanma anlamına gelmektedir.
Sadece nicelikler bakımından değil nitelikler bakımından da kapitalist düzen vahşileşmektedir.
Bush yönetiminin Irak’ın işgalinden önce, “ABD, kendi çıkarlarının gerektirdiği kuralları kendisi koyup uygulayacaktır” diyebildi. Nazi Almanya’sı dahil, böylesine ürperti veren ve inanılması güç bir yaklaşımın varlığına şahit olmadık.
Bu yaklaşım Batı kapitalizminin yeni yüzüdür. Batı kapitalizmi vahşileşmektedir. Batı içinde “zincirlerle denetim altına alınıp kısmen uysallaştırılan” kapitalist düzen, Batı dışında kendisini denetleyemeyen bir saldırganlığa dönüşmektedir.
Bir “Atina demokrasisi” ya da “Roma İmparatorluğu” bütün haşmeti ve vahşeti ile yeniden yaratılmak istenmektedir. Grek ve Latin zeminin üzerinde iyice saldırganlaşan kapitalizmin temel içgüdüleri, “dünyanın sonu” çığırtkanlığı yapan emperyal düşünürlerin açtığı yoldan ilerlemektedir. Adeta, dünya nüfusunun %85’i için dünyanın sonunu hazırlayan yeni bir düzen içine girmektedir.
ŞİRKETLERİN ÖZEL MİSYONU
Batı kapitalizminin şirketleri yeni düzende kendi ülkeleri (ve Batı) ile barışık durumdadırlar. Amerikan şirketi kazanırken Amerikan çiftçisi, işçisi, devleti de kazanmaktadır. Batı kapitalizminin büyük şirketleri, “dışarıdaki şirketleri, örneğin Türkiye’deki yerel şirketleri kendilerine tek yanlı bağlamışlardır”. Alman, Fransız, Kanada yani diğer Batı için de bu kural geçerlidir.
Bu tek yanlı bağımlılık şu sonuçları doğuruyor.
1) Katma değer olarak Batı ekonomileri, giderek artan büyüklüklere ulaşıyor.
2) Amerikan çiftçisi, işçisi bundan “pay alıyorlar”. Amerikan sigara şirketleri kendileri kazanırken Virginia tütün üreticisi de gelirini artırıyor.
3) Amerikan (veya Alman) şirketleri ülkelerinin dış dengelerine olumlu katkı yapıyorlardı.
4) Şirket maksimizasyonu ile istihdam maksimizasyonu da fiilen örtüşüyor.
5) Devlet de vergi gelirini artırarak, “daha sonra şirketlerin işine yarayacak harcamalara” kaynak buluyor. Bu harcama bazen Irak’a atılan bir bomba, bazen de tarıma verilen destek (sübvansiyon) oluyor.
Batı kapitalizmi içinde büyük şirketlerin çıkarı ile ülke çıkarı örtüşüyor.
Buna karşılık “karşı tarafta”, yani Türkiye, Mısır, Fas, Azerbaycan, Ukrayna gibi ülkelerde yerel (ulusal) şirketler kazanırken ülkelerine kaybettiriyorlar. Bu nasıl oluyor? Çok basit, Türkiye’deki büyük şirket ABD veya Alman firması ile yaptığı anlaşmalarda;
- ihracattan çok ithalata yöneliyor;
- ticari imtiyazlar yabancı şirketin elinde oluyor;
- idari olarak bağımlı bir düzen kuruluyor;
- bizdeki tütün üreticisine kaybettiren, ABD’deki tütün üreticisine kazandıran bir düzen kuruluyor;
- ulusal sanayi yavaş yavaş zayıflatılıyor, katma değer düşüyor, işsizlik artıyor.
Sonuçta, Batı kapitalizmi içinde mikro ve makro maksimizasyonlar arasında örtüşme görülürken, Türkiye ve benzeri ülkelerde şirket maksimizasyonu (mikro maksimizasyon), makro değerlere bir bedel getirerek sağlanabiliyor. Dış ticaret, dış borç, istihdam, ulusal sanayi, katma değer, vergi geliri olumsuz etkileniyor.
Batı kapitalizminin “yeni yüzünde” Batı ile “diğerleri” arasında bu alanda görülen farklar, daha da keskinleşiyor. Türkiye’nin 2001 yılında tarihinin en büyük ekonomik bunalımını yaşamasında bu faktör önemli bir rol oynamıştır.
Türkiye’de birkaç değişikliğe göz atmak bu gerçeği anlamak için yetecektir.
- İmalat sanayiinde birim üretimde dış girdi oranı, ortalama olarak 1990’lı yılların başında %30 dolayında idi. Bu oran 2001 yılında %50’nin üzerine yükseldi.
- Türkiye’nin iç pazarında yabancı şirketlerin payı 1994 yılından başlayarak 2000’e kadar hızla yükseldi. Ankara Ticaret Odası’nın elinde bu konuda ayrıntılı rakamlar bulunmaktadır.
Batı kapitalizmi içinde şirketlerin faaliyetleri ile toplumsal gelişme arasındaki örtüşmenin temelinde, “Batı kapitalizminin diğerlerini istismar etmesi yatar”. Bu hadise teknik ve sayısal bir oluşumdur. Ancak siyasi sonuçları vardır. Gelir paylaşımını Batı kapitalizmi lehine değiştirmektedir.
ADI KONMAMIŞ YENİ FAŞİZM
Batı kapitalizmi (ve şirketleri) bu faaliyeti normal rekabet koşulları içinde de yönetmiyor. Kurallarını kendilerinin koydukları, kurumlarını kendilerinin oluşturdukları, sadece kendilerine kazandıran bir piyasa düzeni sayesinde gerçekleştiriyorlar. Siyasi baskı ve sübvansiyonlar yeterli olmadığı zaman ise silahlar kullanılarak şirketler kazandırılmaktadır. Aynen günümüz dünyasında yaşadığımız gibi.
Kapitalizmin yeni yüzü yeni bir dünya düzenini zorla gerçekleştirmek istemektedir. Dünya nüfusunun %12-13’ünün, gerideki büyük çoğunluğa karşı dayatmak istediği oligarşik bir düzen söz konusudur.
Daha açık söylemek gerekirse bu, adı konmamış “Yeni faşizmdir”.
Erol Manisalı
İÜ İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi