Türkçemiz, İnternette Yazarlarımız ve Şairlerimiz
İyi yazılar, anlaşılması kolay, yazılması zor olan yazılardır. Wang Chung Kötü bir şiir yazmak, iyi bir şiiri anlamaktan daha kolaydır. Montaigne Mustafa Elveren ve e-mailleri Sayın Mustafa Elveren’in yazılarını e-mail olarak hâla almaktayım. Sayın Elveren’in gönderdiği her e-mailin altında şunlar yazıyor:
Şimdi bu yazılanlar ışığında insanın aklına ilk önce kim o “bazı adres sahipleri?” diye bir soru takılıyor. Bunlar kendilerine sorulmadan e-mail adresleri listeye eklenenler elbette. Yaşadığım kadarıyla benim e-mail adresim de bunlardan bir tanesi. Ben ilk kez Sayın Elveren’den e-mail yazısı aldığımda, yazısını da biraz eleştirerek e-mail adresimi listelerinden çıkarmalarını istedim. Doğal olarak bana hangi e-mail adresi olduğu soruldu. Hangisi olduğunu ben de bilmiyordum çünkü 8-10 tane e-mail adresi kullanıyorum. Ya tüm kullandığım e-mail adreslerimi sayın Eleveren’e açıklayacaktım ya da bu durum böyle kalacaktı. Ben de hangi e-mail adreslerim olduğunu söyle(ye)medim, dolayısı ile Sayın Elveren’in yazılarını okumaya “mahkum oldum.”
“Sorun değil, bu kadar e-mail adresi olan birisine günde onlarca mail gelir, bana da geliyor” diyerek önemsemeyeceğim ama istemeden gözüm yazılanlara takılıyor, bazen ilgimi de çekiyor, okuyorum.
İnternette düşünce ve eleştiri özgürlüğünün varlığını göz önünde tutarsak, sayın Elveren’in yazma özgürlüğü olduğu kadar, benim de eleştirme ve düşüncelerimi yazma özgürlüğüm vardır. Bu açıdan Sayın Elveren’in ve internette yazan bazı yazarların yazıları hakkında birkaç şey söylemek isterim:
Öncelikle, yukarıdaki açıklamalarımdan anlaşılacağı gibi, başkalarının e-mail adreslerini e-mail listesine eklemek doğru bir davranış değildir. Her e-mailin altına yukardaki alıntısını yaptığımız mesaj bu davranışı aklamaz!
Tüm yazılarının başlığının altına hemen kırmızı harflerle “Mustafa Elveren – Em. Öğrt.” ibaresini yapıştıran yazarımız, yazısının sonuna da “Mustafa Elveren”i ekliyor. Yazılarında iki kez ismi var yani. E-Posta ve web adresi de peşinden. Deyim yerindeyse “Bu yazıyı beeeeeeeen yazdım” diye bağırıyor. Kendisini ön plana çıkararak “yazar” pozlarına bürünmek isteyen kişilikleri tahmin edebiliriz elbette. Bu tespitimi doğrularcasına gözüm her seferinde “Em. Öğrt.” ibaresine de takılıyor.
Bir kişinin yazısını imzalarken meleğini isimin yanına yazmasının gerekçelerini biraz düşünelim. Sizce bir insanın mesleğini de yazması hangi ihtiyaçtan kaynaklanır? Mesleği hakkında bir yazı yazan kişinin adının yanına mesleğini de yazması normal karşılanabilir. Fakat bunun dışındaki yazılarda yazarın ya da şairin mesleğini belirtilmesi olsa olsa bir kompleksli kişiliği anlatır fazlasını değil. Çünkü meslek övünülecek, böbürlenecek ya da küçük görülecek bir şey değildir. Herkesin mesleği kendisinindir. Duyduğumuz, ya da duyulması gereken saygı emeğe olmalıdır. Emeğin hangi tarzda harcandığı, bilgi birikimine dayanıp dayanmadığı, örneğin kafa mı yoksa kol emeği mi olduğu gibi mesleklere özgü içerikler bir mesleğin diğerinden daha saygın olmasını gerektirmez. “Gerektirmemelidir” diyerek kapitalist sistemin yarattığı bir çarpıklığın da altını çizmiş olalım.
Konumuza dönelim. Ne yani, örneğin gazetelere, dergilere, sitelere yazı yazan “çöpçüler” ya da “tuvalet bekçileri” ne yapacak? Sizce genelevlerinde çalışan kadınların da düşüncelerini yazma özgürlüğü var mı? Onlar da yazılarının yanına mesleklerini yazsınlar mı? Meslekler arasında ayrım mı yapalım? Yazıların kalitesini belirleme ölçütlerinden biri de yazıyı yazan kişinin hangi meslekten olduğu mu olsun?
Bu eleştirimi sayın Elveren’e ilettiğimde beni anlamadı, daha doğrusu anlamak istemedi, çünkü hâla mailleri aynı tarzda gelmektedir. Normal, çünkü o anlayış eleştiriyi doğru algılamaz, kendi doğruları ve çizgisi vardır. Sağa sola bakmadan dümdüz gider ve bildiğini okur. Okuyor da. Örneğin en son 8 Mart ile ilgili yazısında, din konusunda Öcalan’ın tespitini alıntı yapar, onun tespitini doğru bulur vb. Din konusunda bunca uzman kişi varken “Neden Öcalan?” diye sormayın, çünkü amaç konuya ilişkin bir şeyler yazarken bile Öcalan’ı yüceltmektir. Bu “Öcalan kuyrukçuluğu”nu nerdeyse tüm yazılarında görmek mümkündür.
“... dümdüz gider bildiğini okur.” derken abarttığımı sanmıyorum. Daha önceki e-maille eleştirimde kendisine aşağıdaki eleştirimi ilettim, ama 8 Mart’la ilgili yazısında yine aynı şeyleri yazmış:
“Şunu da belirteyim ki, hiç bir dine ve inanca karşı değilim ve Kürt-Kızılbaş-Komünist kimliklerimi korumaya çalışıyorum. Kadının özgürleşmesiyle birlikte benim bu kimliklerim de özgürleşecektir.”
Bu “yazar” bayımız bir insanın hem “komünist” hem de “kızılbaş” olamayacağını bilmiyor. Birisi anlatsa da yine “bilmiyor” ya da bilmek istemiyor. Belki de bir “komünist”in düşüncelerinin neler olduğunu tam olarak bilmiyor. Ya da diğer seçenek: Bir “komünist”in düşüncelerinin neler olduğunu bildiğini sanıyor. Klavuzu Öcalan olan birisinin komünizmi de Öcalan gibi kafasına göre yorumlayacağı, “kendi bildiğini okuyacağı” bu yüzden normaldir, yakında Öcalan gibi Marks’ı da eleştirir ve aşarsa (!) buna da şaşırmamak gerekir.
Ayrıca ulusal kimliğin “komünist” kimlikle beraber olabilse bile, birisinin diğerini “iteleyeceğini”, birbirleriyle uyuş(a)mayacağını da burada belirtmekte yarar var.
Yazdıkları konusunda daha fazla ayrıntıya girmeden Sayın Elveren’e yazarlık yolunda, pardon, onun söylediği biçimiyle yazılarının tanıtımı yolunda başarılar dileyerek eleştirimizi bitirelim. Umarız bize bir zamanlar olduğu gibi Faiz Cebiroğlu gibi sinirlenip ateş püskürmeden* eleştirimizi doğru algılar ve gerekli dersleri çıkarır.
Diğer İnternet Yazarları
İnternette yazan çok, biliyorsunuz “dilin kemiği de yok!” Yalnız, yazar ya da şair olarak yazmak, forumlarda rastgele yazmaya benzemez. Çünkü “yazarlık” ya da “şair” olarak okurun karşısına en azından belli ölçüde iddalı çıkmak demektir.
İçerik elbette iyi olmalıdır. Hangi içeriğin iyi olup olmadığına okur karar verir zaten. Yalnız burada bahsetmek istediğim yazılan Türkçe yazıların Türkçe dilbilgisi kısmı. İnternetteki yazıların çoğu bu açıdan içler acısı. Bu konuda eleştirimizi yönelttiğimiz bazı dostlarımız bunu kabul ettiği halde bu konuda kendisini geliştirmek için çaba sarfetmiyor, aynı davranışlarına, aynı hataları yapmaya devam ediyorlar.
Bu anlayışın olumsuz sonuçları daha çok dergilerin ve internet sitelerinin yazıları ya da şiirleri yayınlayan editörüne yansımaktadır. Şiirin yazım kuralları bakımından daha esnek olduğunu düşünürsek, durum daha çok düz yazıda sorun oluşturmaktadır. Editörler içeriğini beğendiği, yayınlamayı uygun gördüğü bazı yazıların dilbilgisi eksiklerini gidermek için saatler harcamaktadırlar. Türkçe yayınlanan dergilerin büyük bir bölümü buna dikkat etmektedir. Fakat bu durum internette gerçekten “vahim” denecek düzeydedir. Yabancı ülkelerde yaşayan, bilgisayarının klavye tuşlarını Türkçeleştir(e)meyen “yazarlar”ın Türkçe harf karakterleri içermeyen yazıları durumu daha da vahimleştirmektedir. Buna “Türkçeden bihaber” site yöneticilerini de eklersek durum daha da anlaşılır olmaktadır. Sonuç: İnternette Türkçeyi katleden yazar ve şair enflasyonu.
İşin ilginç yanı, bir şeyin en iyisini, doğrusunu, güzelini yapma amacı olması gereken devrimci-demokrat çevrelerde de durum böyledir. Örneğin teorik yazı yazanların arasında bile, “Bu cümleyi nasıl kurdum?” “Noktanın, virgülün yeri doğru mu?” diye düşünmeden, yazısını ikinci bir kez bile okumadan yayınlayanlar vardır.
Oysa hepimiz biliriz ki bir ürünün kalitesi, o ürüne gösterilen özen ile doğru orantılıdır.
Çok sık karşılaştığım hatalardan bazılarını burada belirtmeden geçemeyeceğim.
Noktalama işaretlerinden sonra bir harf boşluğu bırakılır.
Makineli tüfek gibi yazan bazı “yazarlarımız” nokta, vürgül, soru işareti gibi noktalama işaretlerinden sonra bir harf boşluğu bırakmamaktadırlar.
Bağlaç olan “de”, “da” ekleri ayrı yazılır. “Ki” eki de öyle.
Cümlelerdeki soru ekleri de ayrı yazılır.
(Ör: Geliyor musun? O da mı geldi? Gülelim mi, ağlayalım mı? vb.)
Hatalara ilişkin örnekleri çoğaltmak mümkün. Ayrıntılı açıklamalara gerek görmüyorum. İlgilenenlere, ihtiyacı olanlara Türk Dil Kurumu sitesinde “yazım klavuzu” bölümünü gözden geçirmelerini tavsiye ederim. Çünkü yıllar önce lisede üstün körü görülen derslerdeki bilgi yetmeyebilir, bilgilerin tazelenmesi için bu konuya birçoğumuzun tekrar göz atmasında yarar görüyorum.
Düşüncemi destekleyen olayların canlı kanıtı internettir. İnternette nerdeyse gazete köşe yazarı gibi her gün yazan, yazdıkları dilbilgisi bakımından yukarıdaki hatalarla dolu bazı yazarlarımız mevcuttur. Hemen aklıma şu sorular geliyor: “Her gün yazmak zorunda mısınız?” “Birkaç gününüzü Türk Dil Kurumu sitesine giderek Türkçe Dilbilgisi ile ilgili notları okusanız, öğrenseniz nasıl olur?”
Dilbilgisi kurallarının, yazı ile anlatılmak isteneni karşıdakine daha etkili ve doğru olarak aktarmaya büyük bir katkı sağladığını söylememize gerek var mı? Bir noktanın, bir virgülün yerinin bile cümleyi nasıl değiştirdiğini, aşağıdaki örneği nerdeyse hepimiz okullardan hatırlarız. Virgülün yerine dikkat edelim:
“Oku da adam ol baban gibi, eşek olma!”
“Oku da adam ol, baban gibi eşek olma!”
Yazmak, başkalarına doğru bildiğimiz düşüncelerimizi (dilbilgisi hataları olsa bile!) aktarmak, hele günümüz koşullarında erdemdir. Yalnız; dinlemek, eleştirileri doğru algılamak, bir yandan yazarken diğer yandan okuyarak sürekli olarak bilgi dağarcığımızı genişletmek de günümüz aydınının “olmazsa olmaz”ıdır.
Turgay Usanmaz
8 Mart 2009
* Faiz Cebiroğlu yine içeriği Türkçe dili olan, içinde kanıtlar içeren, Güney’de yayınlanan “Anadilimiz Türkçe, Kürtçe ve Sosyalistler” başlıklı yazımdaki eleştiriye, ne yazık ki yazının içeriğine ilişkin hiçbir şey söylemeden saldırgan bir tavırla karşılık vermeye çalışmıştı. (Bakınız: www.sirince.net)