Üstüne Verseniz Dünyayı Kendimi İsterim...
ÜSTÜNE VERSENİZ DÜNYAYI KENDİMİ İSTERİM, KENDİMDEN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY Yukarıdaki başlığı ironik bir biçimde yorumlamak gereği açıktır. Zira sözü edilen kendini seven, benmerkezci bir megalomanik durum değil; tam tersine mevcut emperyalist kapitalist koşullarda yabancılaşma ile burjuva dünya ve kültüre karşı kendini koruma ve kendi değerleri, ahlakı, kimliğine sahip çıkma ve onu canı pahasına savunma işinin bir parçası olarak algılanmalıdır.
Yaşamın değiştirilip dönüştürülmesi büyük bir irade ve savaş, mücadele işidir. Komünist devrimcilerin olanakları ile kıyaslanamaz devasa egemen güçlerin olanakları karşısında verilen savaşın Don Kişotvari olduğunu bir başka yazımızda ifade etmiştik Evet bu doğrudur. Tek başına ya da cüzi bir kafa kalabalığının, bütün olarak her bakımdan güçlü düzene karşı mevzi savaşı verip geleceği, sosyalizmi inşa etme mücadelesi çoğunda göre, hele de bu koşullarda “deli saçması” olarak nitelendirilir.
İşte komünist devrimci de budur zaten. “Deli saçmasını”, gerçeğe dönüştürmek. İmkansızı istemek ve ona doğru yürümek, başarmak. Bu başlı başına ciddi bir komünist devrimci iradeyi, kendine güveni, değerleri-ahlakı-kimliği konusunda kıskançca kendini koruma mücadelesini gerektirmektedir. Zira kendisinden devasa büyük, korkunç örgütlü, her bakımdan korunaklı surlarla çevrili bir düzene karşı savaşmak, mücadele etmek ve başarmak ancak ve sadece bu türden devrimciler ile bunların toplamı olan örgütlerinden oluşabilir.
Bu anlamda kendi değerlerinin farkında olmak, düzene karşı her bakımdan bu değerlerin savunuculuğunu yapmak ve bunları yaşayarak; kendini bu işin merkezinde saymak hiç te megalamani değil; tamı tamına düzene karşı başarının kilididir, anahtarıdır. Kendilerine inanmayanlar, kendilerine güvenmeyenler, devrimci değerleri ve ahlakı konusunda dirayetli, dirençli, kıskanç olmayanlar bu uzun vadeli savaşı kazanamazlar.
Bu sadece bugüne ilişkin bir sorun olmayacaktır. Aynı zamanda gelecek dünyanın kurulması da aynı irade savaşlarının sonuçlarının belirleyici olacağı bir süreçtir. Bu sürecin ikili yönünü unutmamak gereklidir. Bir yönü kendine aşırı güven ve onun sonuçları ile kendini tümüyle düzene bırakmak, iradeyi yok saymak, mücadeleyi güne uyarlamak vs dir. Her iki sürecin sonuçları da maalesef aynıdır. Her iki durumda da düzene en nihayetinde boyun eğilip devrimci nitelik yitirilmektedir.
Genel olarak devrimci mücadele çağımız şartlarında en inanılmaz mucizevi bir işe girişmek kadar farklı algılanmaktadır. Bu aslına bakarsanız hiçte yanlış bir değerlendirme olmamaktadır. Zira düzen ile düzene muhalif olması gereken, yada olacakların durumunu kıyaslarsak söylediğimiz apaçık ortaya çıkmış olacaktır. Zira Che’nin deyimiyle tamı tamına felsefi düzeyde gerçekçi olup imkansızı istemek işine talip olmaktayız. Sürecin ağır sonuçlarının karşısında inancın, iradenin, devrimci güvenin, ideolojik-teorik-pratik yeterliliğin, yoldaşça paylaşımın değeri tartışılamaz bile. Düzenin ölçüleri ile düzen asla değiştirilemez.
Bundan yıllar öncesinde bir yazımızda aynen şunları yazmıştık. Yazının tümünü kopyalamalıyız, zira yazı bir bütün olarak konu üzerine farklı bir bakış açısı sunmaktadır. İşte yazı :
“YOL AYRIMI : YA ÖZGÜRLEŞME YA ÖLÜM, BİR ADIM İLERİ-İKİ ADIM GERİ
"Yıllar önce bir yol ayrımında iki yoldaş tartışırlar:Biz bir yol ayrımına geldik ve bu yol ayrımında her birimizin kucaklayacağı ve birlikte olacağı herhangi bir yer, adres ve dolayısıyla zırh yok. Bundan sonraki yolumuzu belirleyen ne olmalıdır?. Yoldaşlardan birisi ortak hareketin olmadığı yerde, yaşamın belirleyiciliğinin egemen olacağını ve bu anlamda yaşamın akışına bırakılarak gerçek yol ve çizginin açığa çıkmasını savunmuştur. Diğeri ise, mevcut sistemin her durumda daha güçlü olduğundan, dolayısıyla yaşamın akışına bırakılacak bir yaşamın nihayetinde mevcut düzenin sınırlarının belirleyeceği yerde olacağını ve giderek sistemin gücü dolayısıyla(hele insanların koruyucu zırhları yoksa ve tek başına sistemle karşı karşıya iseler) ister istemez sistemle bütünleşme sonucunu doğuracağını, öete yandan iradi otokontrol ve mücadele azminin yaşatıldığı nefes boruları yaratılmazsa sonucun kaçınılmaz biçimde kapitalizmin ve mücadele kaçkınlığının zaferiyle sürecin tamamlanacağı iddiasında bulunmuştur. Bundan sonra herkes kendi bildiği yoldan yürümüş ve muhasebeleri biraraya gelme fırsatı olmadığından şu ana kadar yapılmamış olup, herkese kendi bildiği yolun öyle tahmin ederiz ki, doğrulundan hala şüphe duymamaktadırlar. Şimdi ayrı kulvarlarda olan bu insanlar, geçmiş ile hesaplaşmalarını farklı düzeylerde yapmışlardır. Ve ortaya çıktığı kadarıyla otokontrol ve mücadele savunucusu hala bir çok noktada mevcut yapılardan çok farklı düşünüp yaşasa da devrimci-komünist kimlik yaşam tarzını yaşatmaya devam etmektedir. Diğer yaşama bırakma yanlısı yoldaş ise, çoktan devrimci değerlere sırt çevirmiş olup mücadele çeperlerini darlaştırmış ve sınıf mücadelesinden ve Marksist anlayış ve bakış açısından hemen tamamen kopmuştur. "
Bizim yukarda anlattığımız yaşanmış bir olaydır ve her gün belki de yaşanan şeylerin bir tekrarıdır. Ama belki yaşanmamış bir yanı varsa, o da bu sonuçlar üzerine önceden yapılmış tartışmalardır. Her ne kadar bu tartışmalar da o günkü konuşmalar da karşılıklı ikna sağlanamamış ta olsa az çok sürecin ne yöne evrileceği noktasında her iki tarafında fikri olmakla birlikte; kişisel tercihlerin zaten sürecin sonuçları noktasında temel kimi şeyleri ortaya çıkaracağı başından belliydi ve sonuçta da böyle oldu. Marksizm ile yol arkadaşlığı ile yoldaşlığı ayrı değerledirmenin çok güzel örneklerinden olmuştur bu yaşanmışlık. Her gün bunun örneklerini farklı biçimler ve farklı kimlikler altında görmekteyiz. Her kaçış kendine özgü araç ve biçimler yaratır. Ama sonuçta ortaya çıkan mevcut ikilemde tuttuğu yerdir ve sonuç kesinlikle mücadele ve gereklerinden kaçıştır. Bu durum ve sonuçları bir tarafın ciddi bedeller ödemesi ile öne çıkar iken ; diğer tarafın mevcut durumuna kılıf uydurma çabalarının öne çıktığı ve düzenle uzlaşının gerekçelerinin sil baştan yeniden, Amerika'nın yeniden keşfi gibi fırına yeniden sürüldüğü ortamlar yaratmıştır.
Yaşam derken dikkat ederseniz kapitalizm ve onun yaşamdaki karşılık değerlerinden bahsediyoruz. Daha önceki makalelerimiz de ele aldığımız için yabancılaşma ve onun sonuçlarından bahsetmeyeceğiz. Bu makalede daha günlük yaşamdan ve onun mevcudundan ve insan üzerinde yarattığı deformasyona dikkat çekmek istiyoruz. Yabancılaşmanın mevcuttan bugünkü karşılığı olan kapitalist değerlerden daha doğrusu onun insanı insanlıktan çıkaran tüm değerlerden uzaklaşılarak ve karşıtı olan mevcuttan özgürleşmeyle aşılabileceğini belirtmekte yarar görüyoruz. Bu anlamda azami dikkat gerektiren tüm insani değerlere sıkı sıkıya sarılmak ve tek tek insanların bu noktalarda, bu anlamda insani değerler noktasında deyim yerindeyse ciddi bir kıskançlık içinde olması tek çıkar yoldur. "Bir kere yapmaktan ya da bir kez yanlış yola sapmaktan bir şey çıkmaz" demek tam da Özal'ın yıllar önce kapitalist kültürsüzlüğü ezilen sınıflara yol gösterip sisteme yedeklemek amacıyla söylenmiş sözleriyle ne kadar da benzerlik taşır değil mi?Örneğin "bir kez rüşvet almaktan ne çıkar ki, sadece bir kerecik";"bir kez karşımızdaki insanların haklarını gaspetmekten ne çıkar ki", bir kez haksızlığa karşı koymazsak ne çıkar ki".. .. Bu örnekler alabildiğine uzatılabilir günlük yaşantıda.
Ama hep bu bir kezler, insanın değerlerine, insanlığa yüzlerce adım uzaklaştığı bir kezlerdir. İnsanlar farketmeden günlük yaşantısının içinden bir çok doğrunun çıkarılmasının önünü açmışlardır. Ve diğer yandan bir kez bir yol açılmayıversin, o yol mutlaka günlük yaşamın ve kapitalizmin doğal sonucu olarak eskilerin deyimiyle "çır yolu" olacaktır. Bunun bir kez önü açıldı mı sonrasında gösterilen dirençler daha zayıf kalmaya mahkum olacak ve artık dönülmez bir yolun yolcusu olunacaktır. Öğrenilen ve edinilen bu kapitalist yabancılaşma değerlerinden sıyrılmak hiç te sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Hele ki, devrim-sosyalizm-komünizmin-marksizmin bu kadar asgari düzeyde revaçta olduğu bu çirkef devirlerde.. İster istemez bilinçlice tercih edilen bu yol, derinden daha tahrip edici bir bombaya dönüşecek ve sistemin bu kozu her zaman yedekte tuttuğu ve gereksinim halinde ortalığa sürdüğü bir süprüntü düzeyinde olacaktır. Paçavraya çevrilmiş insani değerler ile kapitalizmin ömrünün daha bir uzadığını sanırız yeniden hatırlatmaya gerek vardır.
Mevcut kapitalist sistem ve onun taşıdığı değerler, komünist-insani değerlerden, oransal-yaşamda kan ve can bulması bakımından yanyana koyarak kıyas yapılamayacak kadar güçlüdür. Bunu ön kabul etmeden verilecek savaşın başarısı hemen hemen hiç yoktur. Mevcut savaş, deveyle cüce arasındaki bir savaş bile olmayıp, dünyanın en büyük devasa yaratığıyla basit bir atomun savaşına daha çok benzetilebilir. Ama ideolojik-teorik anlamdaki güç her zaman ve her koşulda insani değerler ve dolayısıyla devrim ve komünizm tarafındadır. Sadece cisimleşmemiş bir durum vardır ortada. Bu cisimleşmedir ki zaten, devrim-sosyalizm ve komünizm kavgası ve onun başarısını getirecektir. Bu anlamda devasa sorumluluk, devasa bir direnç, devasa bir kendini ve değerlerini koruma mücadelesi, devasa bir bedel ödeme getirecektir bu sisteme karşı verilen mücadele.. .. Bencillik, çıkarcılık, en yakınındakine en büyük kazığı atma düşüncesi, herkesi ve her şeyi kullanma mantığı, üç kağıtçılık, yalan, ikiyüzlülük, vs vs vs. Tüm bu anti insani değerler sınıflı toplumların binlerce yıldır biriktirip getirdiği değerlerdir ya da değersizliktir. Bunların karşısına tam tersine insanı yeniden insanlaştıran değerleri çıkarmanın ve bunu yaşamda uygulayabilmenin zorlukları tartışmaya bile değmez. Ama devrimci olmanın ve ondan daha ilerisi olan komünist olmanın anlamı da zaten burada açığa çıkmaktadır. Herkesin bilebileceği gibi, Sosyalizm ve nihayetinde komünizm kendisinden önde gelen sistem olan kapitalizmin bağrından çıkmaz. Sadece nüveleri kapitalizmin içindedir. Örneğin onu kuracak sınıfın, proletaryanın bu sistemin bir sonucu ortaya çıkması gibi. İnsani-komünist değerlerin bu anlamdaki tek taşıyıcıları profesyonel ve ya amatör düzeydeki komünistlerdir. Sınıf(proletarya) ve ya sınıflar ya da genel olarak komünizmdeki insanlık, sınıfsal çıkarları gereği ve de bu sistemde zincirlerinden başka bir şey kaybı olmadıklarından sosyalizm-komünizm safındadırlar. Ki devrimin gerçekleşmesiyle birlikte her şeye yeniden başlanmış gibi yeni bir mücadele başlayacaktır. Bu da yeni tipte ya da daha doğrusu yeniden insanlaşmış insanlar yaratmak mücadelesi. Bu çok köklü, yüzyılların kökleşmiş önyargılarına, birikimlerine karşı ciddi bir ideolojik mücadele verilmesini gerektirmektedir. Bu ideolojik mücadele de bugün olduğu gibi yarında burjuva kapitalist değerlerin güçlü olduğunu ve insanların tek tek bunlara daha yatkın olduğunu tüm açık yüreklilikle belirtelim. İnsanlar genel olarak kendileri için yaşamayı kendi küçük dünyalarını daha bir yaşanılası kılmak gibi görürler. Ve bu düzende yaşamlarının ana figürünü bu oluşturur. Ama gelin görün ki, bunu başarabilen binde bir bile değildir. Bu anlamda toplumsal mutluluk ve toplumsal birliktelikle yaşanılası bir dünya kurulabileceğine inanmak onlar açısından daha bir zordur.
Öte yandan kapitalizm, her gün her tür olanaklarını kullanarak(televizyon, radyo, günlük yaşamda egemen kılınamaya çalışılan tüm değerler sistemiyle vs vs ) bu toplumsallığı bitirip( ki, insanı insan kılan da bu toplumsallığıdır) tek tek bireylerin sistem içinde yalnızca bir avuç bireyin sahip olduğu olanakların hayaliyle varlığını sürdürmek için korkunç paralar harcamayı bile esirgememektedir. Ya da dini değerler aracılığıyla insanın tinsel ya da ruhsal dünyasına egemen olarak bu dünyada yaşadığı azapların karşılığı olarak öteki dünya da cennetler yaşayacağını vaaz ederek iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmak için bir imamlar ya da papazlar ordusunu beslemeyi göze almaktır. Her gün günlük yaşamla birlikte yaşanan bu ideolojik bombardımana karşı gerçek insani değerlerin ne türden devasa bir güce karşı mücadele ettiği başlı başına anlaşılır kılınmaktadır. Diğer yandan, korkunun hükümranlığını sağlamak ta bir bakımdan gereklidir sistem açısından. Her gün onlarca örneği ile sisteme karşı olanların neler ile karşı karşıya kalacağını göstermek ve yaşatmak ile yüreklerdeki ve beyinlerdeki korkuyu ve yaşam karşısındaki güçsüzlüğü pekiştirmeye çalışmaktadır. Bunda da başarısız olmamaktadır.
Devrim istemek ve hayal etmek, dünyanın en güzel, en insani, en iyi düşlerini görmek gibidir. Ama istemek ile gereklerini yapmak arasında keskin bir viraj vardır dönülmesi gereken. Dünyanın her türden kandırıcı değerlerine, günlük yaşamın cezbedici çekiciliğine, her türden korku duvarlarını aşıp geleceğe inanç ile zorlu bir yürüyüş demektir bahsettiğimiz. Kendisinden kat be kat daha güçlü değerlere, bir avuç insan ile başlayan ve ancak devrimle-sosyalizm ile taçlandığında ete kemiğe büründüğünde anlamlı ve geçerli olan bir yeni dünya mücadelesidir verilecek olan. Bu yürüyüşte bu dünyaya ait olan ne varsa elinin tersi ile itmek vardır esastan. Gün ile geleceği kaynaştıran yaşamı ve savunduklarıyla bir olan vardır. Mevlana'nın deyimiyle, "ya olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak vardır"
Yalnızlık vardır. Nazım'ın deyimiyle "yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür" ve nihayetinde "bir orman gibi kardeşcesine " vardır. Bir kapitalist değerler kuşatması içinde yalnız ve bir başına kalmak pahasına( ki gerçekten yaşamda böyle olmaktadır. ) dimdik ayakta değerlerin savunusunu yapmak ve yaşamak vardır. Bir orman gibi kardeşce yaşamak pahasına özgürlüğü gerekirse tek başına yaşamak vardır. Yılmadan, yorulmadan, bitip tükenmez bir enerji ile geleceği kurmak ve kendisi gibi insanları çoğaltmak gibi iğneyle kuyu kazmak vardır.
Tercihler insana özeldir kuşkusuz. Baştan verdiğimiz örnekte tam da buna yönelik idi. Ama bu tercihler, yaşama ilişkin bakışın, felsefi ve pratik duruşun karşılığıdırlar. Zira yapılan tercihler bu anlamda sınıfsal olmaktadırlar. En nihayetinde yaptığımız ve edegeldiğimiz her davranışın bir anlamı vardır yaşamda. Kendimizi mevcut dünyadan soyutlayarak yaşayamayacağımıza ve de felsefi olarak davranışlarımız soyut şeyler olmadığına göre mevcut dünyadaki anlamları her şekilde karşılığı olan olgulardır. Bu anlamda yaşamın kendisi bir denek taşı görevi görmektedir. Bir turnusol işlevine sahip olmaktadır. Kimiz?Neyiz?Niye ve ya niçin yaşıyoruz?Yaşamımızı anlamlı kılan nelerdir?İnsan mıyız değil miyiz?(Sakın bunu kimse değerlendiremez denmesin. Zira bunun denenebilir ve gözlemlenebilir bilimsel kanıtları vardır. Örneğin dürüstlük, namusluluk, onurluluk, toplumsallık, paylaş ımcılık, vs vs svs. )Dünyayı ve evreni nasıl algılıyoruz?
Bu sorular uzatılabilinir. Bu saydıklarımız ışığında tercihlerin kişisel ama sonuçlarının toplumsal olduğunu ve nihayetinde bu seçimlerin nesnel olarak yaşamda bir yanda ya da diğer yanda olmak gibi bir taraflılığa işaret ettiği gün gibi açığa çıkmaktadır.
Zor ve engebeli bir yola çıkmış olanlar, gemileri yakmak zorundaırlar. Laf ta değil gerçekte yakmak zorundadırlar. Geriye her dakika ve saniye dönüp bakanların profesyoneller ordusu içinde yer almalarını beklemek ya da bu gibilere yer açmak, yaşam ile ölüm arasındaki ince sınır çizgi gibi algılanmalıdır. Bırakınız yaşam içinde debelenip "kendilerini" aramaya çıkanlar kendilerini bulsunlar. Bırakınız, yaşamın akışı içinde kendine yer açmaya çalışanlar "kendilerini açsınlar" ya da "aşsınlar". Bunlara uzun soluklu ve her şeyiyle dimdik ayakta durmak gereken bir yolda gereksinim olmadığı gibi bu gibiler ayakbağıdırlar. Öte yandan yarı yolda gemiyi ilk terkedenler olarak geniş yığınlara olumsuz örnekler oluşturanlardır. Ki bu gibiler sayesinde bu düzen daha uzun yaşamaktadır. Gemiyi kişisel çıkarları yüzünden, kariyerleri uğruna terkedenler ile ideolojik alanda sistemle eşdeğer oranda hesaplaşılmalıdır.
Şairin dediği gibi;"devrim en uzun koşuysa eğer biz onun en güzel yüz metresini koştuk". Deyip kenara çekilmek değildir tercihimiz ya da böyle olmamalı. Belki de bu koşunun maraton olduğunu bilerek, bu en uzun koşuya göre biçimlenmek, hazırlanmak, nefes kontrolünü ona göre planlamak vs vs vs. gereklidir. (Belirtelim ki, Can Yücel bu şiiri Denizler için yazmış olup, onların en içten devrimciler olarak kısa yaşamlarını betimlemek için yazmıştı bu satırları. )En uzun koşu olan maratonu göze almamış olanların, bu koşuyu tamamlamaları düşünülemez bile. Yarı yolda bırakıp gitmek için bahaneler yaratacaklar ile yürünecek hiç bir yol yoktur ve olamaz da.. .. Yıllardır söylenilenleri ve hataları sanki yeni kavrıyormuş gibi algılayıp bırakıp gidenlerin ya da kuyruklarına basıldığında kendi acısıyla ortalığı kasıp kavuranların inandırıcılığı olabilemez. Bu olanaklı değildir. Kendileri yaptığında olumsuzluk olmayacak, bir başkaları yaptığında olumsuzluk olarak kaydedilecek.. . Basit insani bir kural olan"kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma" yı bile günlük yaşamında gerçek kılmayanların geleceği yaşamaları ve ya yaşatmaları akla bile gelmemelidir.
Devrimin kendini devrim için aşamayanlar ile işi olamaz. Tarih ve gerçek devrimci komünistler, onları hakettikleri yere göndereceklerdir. Yıllardır aynı şeyleri yapıp bir adım bile yol almayanların yalan ve ikiyüzlülüklerini suratlarına şamar olarak çakacaktır. Eleştiri ve özeleştiri silahını devrim ve devrimin çıkarları uğruna kullanmayanlar eskimiştir. Her yenilgi ve geri çekilmenin arkasından daha gerilerden başlamanın hesabını kimseler vermeye kalkışamayacaktır. Umutları bitirmenin ve yığınları kandırmanın bedelini ağır ödeyecektir devrimci komünizmden nasibini alamayanlar.. .
Yaşam, kapitalizm insani olan her şeye düşmandır. İnsan kendisi olmaya başladığında kapitalizm zaten tarih sahnesinden silinip gidecektir. Bir daha geri dönememecesine. Yabancılaşmanın karşıtı özgürlük ve yeniden insanlaşmadır demiştik. Yeniden insan ve insanlığı ayakları üzerine dikmek kadar zorlu ve ağır bir görev yoktur. Bu tarihin bir avuç insana yüklediği özel bir görevdir. Budur ki, gerçek bir bireyin kurtuluşunun toplumsal kurtuluşta aranması gerçeğidir ki, bilimsel olarak sınıf mücadelesini yani devrimci komünizmi tüm diğer sapma akımlardan(anarşizm ve benzeri) ayırmaktadır.
Yukardaki yaşanmışlık, hayatın her alanında geçerli kılınmak zorundaır. Ayrişmalar yep yeni ve güzel birlikteliklerin habercisidir. Bu temel ayrışmalar yaşanmadığı sürece hep geriye dönüp bakmak gerekecektir. Bu da Lenin'in ifadesiyle "bir adım ileri, iki adım geri"demektir. Mevcuda direnmenin ve yeni bir dünya yaratmanın zorluğunun bilincinde ve ayırdında olarak haydi ÖZGÜRLEŞME, İNSANLAŞMA İÇİN MÜCADELEYE...
YENİ, YAŞANILASI BİR DÜNYA YARATMAK ELLERİMİZDEDİR! Mahmut Halil Can (Sendiren) “
31. 05. 2009
Mahmut Halil Can ( Sendiren)
http://ateshirsizi. net