SENİ BOYUN EĞDİREBİLME İHTİMALİNİ SEVDİM

Bir yıl süren bir Tv dizisinin sinema filmi halindeki sonu hayalkırıklığıyla karşılandı. Film beğenilmedi, dizinin son bölümündeki duygusal vedanın yükselttiği beklentilere yanıt alınamadı. Memleket sınırlarında yaşayanların yüzde sekseninin soluk soluğa izlediği dizinin büyüsü, biletleri günler öncesinden satışa çıkarılan filmi ilk izleyen şanslıların anlattıklarından ve basında yer alan eleştirilerden sonra söndü.

Aralık 9, 2003 - 13:02
 1.2k

Ama Asmalı Konak, tadı damakta kalmış bir akide şekeri ve yapımcılarının “halkın istediği son”la bitirdik demelerine rağmen tamamlanmamış bir şarkı olarak bir süre daha gündemde kalacak. Herkesin istediği son kimsenin aslında istemediği bir sondu.

Aslında hayalkırıklığı şaşırtmamalı; her şey olması gerektiği gibi oldu. Asmalı Konak bitemezdi, hiçbir son ona yakıştırılamayacak, hiçbir film ile tamamlanamayacaktı zaten. Çekimlerin yapıldığı konağın ziyaretçi akınına uğradığı, Sümbül hanımın eşarplarının, Seymen yüzüklerinin, Dicle sürmelerinin bölgede önemli bir pazar yaratmasında olduğu gibi gerçekle düş arasında dokunulabilir bir yakınlığın kurulduğu bir popüler sanat yapıtının, herkese; her sınıfa, her katmana, her cinse özel ihtimaller sunduğu göz önünde bulundurulursa hiçbir sonunun herkesi aynı biçimde kesemeyeceği de söylenebilir. “Son” bir kesinlik içerir çünkü. Asmalı Konak ise başarısını söylemindeki kesinsizliklere borçludur. Gerçeklik duygusunu da bu fantastik yüzergezerlikten aldı. Yapımcılarının gerçek bir çaresizlikle bütün olası sonları kullanmak zorunda kalmalarına rağmen, filmle konulacak bir son noktanın ortaya çıkamaması da bunu kanıtlar. 

Bu dizinin hem sosyetede hem gecekonduda niçin bu kadar çok sevildiğine, hem entelektüellerin hem okuma yazma bilmeyenlerin neden aynı dikkatle izlediklerine dair bolca demeçler verildi, yazılar yazıldı. Her pazartesi gecesi bir buçuk saat boyunca ekran önünde sağlanmış ulusal kenetlenme duygusunu gerçekleştiren saikler üzerine bolca ahkam kesilmiş olmasına rağmen “Asmalı” bir sosyolojik analiz nesnesi olarak hâlâ önümüzde duruyor. Bu popüler kültür yapıtının tezlerine burun kıvırarak yaklaşmak da olası. Ama bu tezlerin yarattığı büyü görmezden gelinmeyecek kadar önemli. 

Asmalı Konak’ın yararlandığı çok önemli bir deneyim var. Bu, politik ve maddi süreçlerin genellikle kendilerini gerçek nitelikleriyle ortaya koymadığı bilgisini klişeleştiren tarihsel bilgidir. “Söylem”, çoğunlukla gerçek ilişkilerin önüne çıkar, gerçek çıkarları tanınmayacak ölçüde gizler. Bunu, mevcudu başka türlü tanımlayarak, olguları olduğundan başka türlü göstererek ve onları birbirine farklı bağlarla bağlayarak yapar. Gerçek istenildiği gibi algılanmaya hazırdır artık. Esas serüvenin yerine bireysel trajediler toplamı melodramatik bir süreç almıştır. 
Asmalı Konak da gerçek ilişkileri melodramatik bir söylem içinde kurgulamış, asıl bağıntıları ortadan kaldırmış ama kurduğu fantezi yine de gerçeklik duygusunu üstün bir başarıyla üretebilmiştir. 

Öte yandan Asmalı Konak diziyi kotaranların solculuğuna mahsus diyalektik bakışın bütün izlerini taşır. Melodramatik imaları, mecazın gizlediği gerçek ilişkilerden haberdar olunduğunun altını özenle çizer. Eski Yeşilçam kalıplarının kırılmasında önemli bir adımdır bu bakımdan. Fakat dizi yine de baştan aşağı klişeler toplamından ibarettir ve bu ikisini birlikte söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü zengin ile yoksulun, güçlülerle güçsüzlerin barış içinde bir arada yaşayabilmeleri melodramatik bir kurguda mümkündür ancak. 

Böyle bir kurguda burjuvalar birbirine kötülük yapabilir, güçsüzler birbirini ezebilir ama aşk ve çocuksu saflık bir Polyanna ya da Küçük Prens öyküsündeki gibi kötüyü evcilleştirir. Gücün ve yetkenin, karşısında elinin kolunun bağlandığı diyar da aşktır, şiddetin nedeni ve mazereti de. 

Kader’in, ağabeyi Ali Bey’in sevgilisi Piraye Hanım’ı yıllardır işlettiği otelden atmak için karşısına dikildiği an, kocası tarafından terk edilmiş yaralı bir kadının başka bir kadına kötülük yapmasının altını çizer senaryo yazarı. Kadın ruhuna vakıf olunarak verilen bu mesaj bu otelin Piraye’den alınmasının Ali Bey ile Sümbül Hanım’ın vuslatını kolaylaştırmasındaki ekonomik çıkarı gizler. Film Sümbül Hanım’ın Ali Bey’e bir türlü yanıt vermemesinin feodal büyük ailenin iç zorunluluklarından, miras paylaşımı sorunlarından kaynaklandığının altını çizer ama Piraye tarafından Sümbül’e, bir giz ifşa eder gibi, onun kendisine duyulan aşka aşık olduğu söylenir. Selda Alkor’un bu filmin bir Seymen-Bahar filmi olduğunu söyleyerek tepki göstermesi haksız değildir. Ancak Bahar ile Seymen’in aşkının istikbali; bir araya gelmeleri büyük Asmalı Konak’ın hem maddi hem de ideolojik olarak çökmesi demek olacağından Sümbül ile Ali’nin aşkının çözümsüz kalmasına bağlıdır. Statüko Seymen ile Bahar’ın aşkına ne kadar muhtaç ise Sümbül ile Ali’nin aşkını o denli dışlar ve buna çok insani, çok anlaşılır mazeretler bulur elbet. Dizi bu insani mazeretlerin birbirine eklenmesinden oluşur zaten.

Bir araya gelememenin de, birlikte durabilmenin nedeni de aşk olduğunda sınıflar arasındaki çelişkiler, bir sınıfın kendi gelişimi sürecinde yaşadığı iç çatışmalar da anlaşılır ve insani olacaktır. Güçsüzlere sınıf atlama imkanı açan aşk, Yanaşma Salih ve Dicle’nin ve hatta bir nebze Yaman’ın, Asmalı Konak’taki pozisyonunu değiştirir. Ayşe Melek ise Seymen’e duyduğu gizli aşk yüzünden kötü kadın olacak, dizi müdavimlerinin “Ayşe Melek Asmalı’dan gidecek” yazılı pankartlarla protestolarına malzeme olacaktır. Seymen’in ortağı Yaman’ı ise, onu uçurumun eşiğine getiren Bahar aşkından, Seymen’in, eskiden Ali Bey’in kardeşi ile evli Dilara’ya yaptığı evlenme teklifi kurtarır. Her şey Karadağ şaraplarının otel ve turizm şirketlerinin geleceği içindir; aşklar kontrol edilebildiği ölçüde bunlar da kontrol altındadır kuşkusuz.

Bütün bu çıkar çatışmaları içinde, seyircinin kilitlendiği Bahar ve Seymen’in aşkı ise sınıf ve toplumsal cinsiyet çatışmalarına ilişkin olası bir uzlaşmanın sancılı kuruluşunu gözler önüne serdiği için herkesin aşkı gibidir. Amerika’da eğitim gördükleri sırada tanışan biri orta sınıf diğeri feodal-burjuva, biri kentli diğeri yarı taşralı iki gencin aralarındaki çatışma ve gerilimin her tatlıya bağlanışı aşkın bir insanı değiştirme gücüne duyulan iyimser inanç adına hem genç kadınları hem genç erkekleri hem de entelektüelleri sevindirir. Kaba saba maço bir erkekte aşkın doğurduğu incelik, masumiyetin zafer hanesine yazılır. Seymen karakteri erkeklerin toplumsal cinsiyet kalıplarının kırılışının, değişen kadın kimlikleri karşısında değişen erkekliğin simgesidir. Son zamanlarda yapılan anketler kadınların sahiplenici, güçlü, eğitimli, incelikli erkeklerden hoşlandığını gösteriyor. Yani her şeyden biraz biraz. Seymen ideolojik bakımdan bir anket seçimi erkeğidir gerçekten de. Şiddeti vasatın üstündeki aşk, her ikisinin, Bahar ile Seymen’in eşitliğini varsayar. Birbirlerini tokatlamada birbirlerine şiddet uygulamada eşittirler. Ancak Bahar, bir kıskançlık krizi sonrasında evi çocuğuyla terk etmek istediğinde Sümbül Hanım’ın direktifleri ile bütün kapılar üstüne kapanır. Evli kadının mülkiyet olarak algılanması geçmişte kalmıştır belki ama çocuk bir Karadağ varisidir, Karadağ mülküdür. Eşitliğin ne kadar ince bir denge meselesi olduğu anlaşılır böylece. Şiddette pek öyle eşitlik yoktur. Şiddete maruz kalan milyonlarca kadın yalnız başına olmadıklarını düşünerek severler Bahar’ı, içten içe bu büyük aşkı yaşama isteklerinin dizi saatlerinde sağlanmış fantastik bir özdeşleşme yoluyla tatmin olması, aşktan yana yoksul bir dünyada az şey değildir. Bahar kafa tutan, maço bir kocayı dize getiren, çok sevilen, aşkla kendisine boyun eğdiren (Seymen Bahar’la ne yapacağını bilemez!) her kadının olmak istediği gibi bir kadındır. Seymen ise gönlü kırık kadınlara, eldeki kötü kocalardan bir ilah yaratma ihtimalinin abidesi gibi görülür. Ya da daha iyisi aşka dair umudu kesmemeye bir çağrı. Kanlı canlı bir kanıt. 

Asmalı Konak, televolelerdeki bir gecelik aşklar ile çıkar cinsellikleriyle kirlenmiş duygu dünyasına aşkın ölmediğini bas bas bağırarak karşı çıkar. Evet aşk hâlâ mümkündür bu dünyada. Aşk değiştirebilme gücüdür, aşk dünyanın kötülüklerine karşı koyabilme gücüdür, aşk mutluluktur; bir sınıf atlama olanağı, uyuşturucu, yoksulların afyonu… kötülüğü ortadan kaldırma, kötüleri yumuşatma vaadi. Bu nedenle Asmalı Konak’ın, yoksullar ve güçsüzler için boyun eğmeyi aşk ile ödünleyen bir yola getirme ihtimali sunduğu da söylenebilir. Gerçek maddi çıkar karşıtlıklarının yaralayıcı ve bölücü sonuçlarının, kişiler arasındaki empatiyle, anlayışla, sevgiyle ve aşkla giderilebileceğine ilişkin bu temenni kadim bir söylem değil midir zaten. Aşk yoksul kadınlar için çoğu kere bir kurtuluş imkanı olarak görünmez mi; aşk, sadece aşk olduğu için iktidarın nimetlerini paylaşmayı vaat etmez mi? Öyleyse Asmalı Konak tutkunluğu biraz da, iktidarı ve gücü aşkla boyun eğdirme ihtimalini sevmek olarak tercüme edilemez mi?

Dizi/filmin güç mecazini sadece Seymen’le ilişkilendirmek doğru olmaz. Bahar, taşralı feodal burjuva bir erkek için bir başka gücün kaynağıdır. Kolay anlaşılamayan ancak elde edilmek istenen bir kentlilik bilincinin, rafine bir inceliğin simgesidir Bahar. Eğitimli ve resim öğrenimi görmüş, sanatçı. Kapadokyalı baba zengini bir adamın böyle bir kadını evcilleştirip, ev kadını haline getirerek sahip olabileceği bir kentlilik vizyonunun söylemidir Bahar. Taşranın kent üzerindeki hakimiyetinin, kontrolünün; kültürel sınıf atlama ihtimalinin simgesi. 

Farklı nitelikteki güç çatışmalarına ilişkin bir söylemi başarıyla üretti Asmalı Konak. Çelişkiden zengin bir ülkede, ilişkilerin kontrol altına alınması için verilen güç savaşlarına aşina bir bellek, bir melodrama sığdırılmış çeşitlilik içinde her şeyin tam, hayatın bütün yönleriyle kavranmış olduğunu rahatlıkla düşünebilirdi. Üstelik karşıdaki gücün alt edilebileceğine; bazen paylaşılabileceğine, kimi zaman kontrol edilebileceğine dair rahatlatıcı bir mesajı da vardı. O zaman barış içinde bir arada yaşamak elbette mümkün olabilecekti. Asmalı Konak, bu tezi işledi, herkesin bir gün güçten veya iktidardan kendi payına düşeni alabileceği, sınıf atlamanın, dönüşmenin ve dönüştürmenin mümkün olabileceği iyimser bir fantezi dünyası kurdu. Efendilerinin cinsel ilgisine maruz kalan ve ondan bir çocuk doğuran köylü kadınlar bu toplumda zaten vardı (Dicle-Seymen); yine bu topraklarda üniversite eğitimi sınıf atlama imkanı zaten sunuyordu (Salih-Zeynep, Seyhan-Lale) ve, şirket sözleşmesi gibi düşünülen evliliklere aşinaydık (Yaman-Dilara), liyakat ve sadakat insanı sağ kol mertebesine yükselterek iktidara yakınlık sağlıyordu (Bekir kirve) ve aşk çoğu zaman olmazı gerçekleştirmeye yarıyordu (Zeynep-Salih); dizi işte bütün bu ihtimallerin hepsine sahne olarak baş döndürdü. Ama konak sahipleriyle yanaşmalar arasındaki esas çelişkiye hiç değinmedi, tersine iç içe geçmiş aşk hikayeleri ve minnet duygularıyla bunu sürekli erteledi. Çelişki ertelendiği sürece ihtimalin gerçekleşme olasılığı da yoktur aslında. O sadece bir vaat olarak kalabilir; bir söylem olma boyutunu aşamaz.

Herkes mutlu son istemesine rağmen, filmin beklenen sonunun kimseyi kesmemesi de bu yüzden. Bahar’ın ölmesi bu filmi bir Love Story gibi ölümsüzleştirmeyecekti kuşkusuz, yaşaması da bir modern zamanlar Casablanca’sıyla karşı karşıya olduğumuzu düşündürmeyecekti. Sorun, filmin neden başarısız olduğu, beklentiyi karşılayamadığı. Acaba bunda aşkla boyun eğdirebilme ihtimalinin sonsuz iğretilemesi söz konusuyken bunun bir tek vaade sığdırılmaya çalışılmasındaki imkansızlığın rolü var mıdır? Bahar ve Seymen aşkının sonu sahici bir son olabilir mi? Ve bu sonu sadece aşk yazabilir mi ve bu son sahici bir son mudur? 

Oyuncuları ve yapımcıları bunca başarıya rağmen yoran, bittiği için sevindiren, dizi/film herhangi bir son vaat edemediği içindir ki hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. 

Asmalı Konak, toplumsal rollere ilişkin önerdiği bir dizi ihtimalin altından kalkamayacak kadar mecalsizdi. Çocuksuluk her zaman bu gerçekle yüzleşmek zorunda bırakıyor.

Ezin Müge Arda