ŞİİR HEVESLİLERİNE MEKTUPLAR / ŞİİRİN IŞIĞINDA BİRİKMEK*
Merhaba Şiirdem, Şiirlerin için ayrıntılı bir değerlendirmede bulunacağım, demiştim sana. Ne var ki, sayfalarında sana bu sözü verdiğim sanal edebiyat sitesi, benim sitelerine girişimi (gayet antidemokratik bir biçimde ve gerekçe bile göstermeksizin) yasaklayınca, bu sözümün gereğini, istencimin dışında, yerine getiremedim.
Şimdi bunu onarmaya çalışacağım:
Şiirlerini, burada olduğu kadarıyla ve defalarca okudum. Çok etkilendim, diyeceğim ama, bunu popülizm olarak adlandırma! Düşüncelerimi, hiç kimseye ve hiçbir kuruma yaranmak gibi bir niyetim olmadan ortaya koyduğum halde, her nedense kimileri, beni yanlış yorumladıklarından olacak, bu “serzenişli cümle"yi kurmak zorunda kaldım ki, bunun seninle hiçbir ilişiği yok.
Baştan, olanca içtenliğimle kutlamalıyım seni. Şiir(ler)inin gepgeniş coğrafyası ve kapsadığı anlamsal yoğunluk, kelimelerle anlatılacak gibi değil. Yerleşik veya aykırı şiir anlayışlarının elbette en iyilerinden yararlandığın besbelli; ayrıca, onları asla birebir öykünmeden ve dönüştürerek, kendi sesinin ve sözünün damgasını vurduğun bir "şiir platosu" edinmişsin kendine. Ne iyi!
İmgelerinin çok-katlılığının estirdiği birbirinden etkili rüzgârların uğultusu, benim yorumlayış / algılayış dağarcığımda öyle farklı çağrışımlara yol açtılar ki, bütün bu yansıtmaların için, belki ayrı bir yazı döşenmem gerekecek.
Dizeden dizeye geçişlerdeki estetik maharetin, onların aralarındaki ilmekleri birbirine sımsıkı bağlayışların, ona keza. Dizeler, dize olmaktan öte, sanki dağların birbirine eklemlenerek sıradağ oluşturmasına benzer biçimlerde, bir “sıra-dizeler silsilesi”ne dönüşmüşler adeta.
Sözcükleri, “kendiliğinden çıplaklığı”ndan çıkararak, gündelik dil'in (uzlaşımsal dil'in) semantiklerinden çok farklı bağlamlara yerleştirirken gözettiğin “derinlik”lere ve bu derinliklerin okuyanda yarattığı (duygusal değil) “duyarlıksal yarılma”lara da ayrıca değinmeliyim.
Kaldı ki, sözcükler, bireyci / bunalımcı, kaypak burjuva şairlerin(in) kavradığı gibi “saf sözcük”ler olarak bulunmuyor şiir(ler)inde. Dolgu malzemesi değiller, her birinin birer işlevi var, bulunduğu şiir kesitinde. Kimileyin bir imgeyi şahlandırıyorlar, kimileyin de bir metaforu alevlendiriyorlar. Dolayısıyla, helezonik bir duyarlıksal coşkulanmayı “toplumsalcı bir felsefe”nin merkezinde tetikleyen, gemlenemez şiir patlamaları peyda oluyor ister-istemez. Senin şair duruşundan, “evren / doğa / dünya / toplum / insan” zincirinin halkalarına bakışındaki yaklaşımından bağımsız değil bu güzellikler, bilincindeyim. Bir “etik tavır”, estetiksel zarafetlerle yoğrulmuş “ahlâki bir dünya-görüşü” var mağmanda. İnsaniyetinin, şiirinin en ücra köşelerine, kılcallarına varıncaya değin ve tabaka tabaka sızması bundan.
“İnsansever” (yaşlılar buna, içimi daha bir ısıtan sözcükle, "insanperver" diyorlar) bir şiirin var özünde; tabii ve katiyen “insanperest” (insan’a her şeye karşın tapınan) değilsin. Diyesim o ki: İnsan teklerini ve tümüyle insan soyunu, çelişmesiz bir bütünsellik içinden değil; çelişkili ve yapı-taşlarını sürgit ileriye dönüştüren bir diyalektik akışkanlığın yörüngesinden yansıtıyorsun. Yansıtırken de, o denli “damıtık bir dil” kullanıyorsun ki, gıpta etmemek olanaksız.
Söylemek bile fazla: Dil, şairin olmazsa olmaz, en önemli / en değerli gereci. Kaç kez yineledim bu örneği, bilemem: Nâzım Hikmet, biliyorsun, bir şairin/yazarın diline titizlenmesini, bir marangozun rendesine, bir duvar ustasının malasına gösterdiği titizlenmesi kadar önemser. Sen, dünya şairi Nâzım’ın bu öngörüsünü ne güzel içselleştirmişsin. Ayakta alkışlıyorum, nehirlerce çağıltılı dilini.
Yukarıda, seni toplumsalcı diye nitelemiştim. Tevekkeli demedim bunu. Savsözlere, doktriner-didaktik önermelere bel bağlayan, düzayak-toplumculardan kalın duvarlarla ayırmak için dedim. Senin toplumsalcılığın, “toplum mühendisliği”nin, "sosyoloji terzileri"nin, "akademik gevezeler"in ofislerindeki veya sahte solculuğun, düzmece devrimcilerin tekkelerindeki “parti komiserliği” cinsinden, raşitik-otarşik bir toplumculuk değil; onlarınkinin külliyen zıddına, özerk ve özgürleştirici bir toplumsalcılık. Şiirini özgürleştirmekle kalmıyorsun böylece, şiirini okuyan(lar)ı da özgür(lükçü) kılıyorsun. “Önce devrimci” görünmeyi matah sananları yalanlarcasına, sen, “önce şair” olarak var-olmanın nesnel ve öznel koşullarını, “iyi şair”liğin devrimciliği zaten içerdiğini, derinlemesine özümlemişsin. (Bizden Nâzım Hikmet'in, Ahmed Arif’in, Gülten Akın’ın, Metin Altıok’un, Behçet Aysan'ın, Gülseli İnal'ın; ülkemiz dışından Mayakowski’nin, Ritsos’un, Alberti’nin, Sylvia Plath’ın ve daha nice toplumsalcı şairin aşk şiirlerinin devrimciliğini anımsamanın tam yeridir burada).
Şiirin çağımızdaki dallı-budaklı salınımları, her gün başka başka kanallarda akışmaları; algılarımıza bambaşka açılar kazandıran boyutlanmalara; imgelem kanavamıza bambaşka desenler işleyen oluşumlara yol açıyor. İyiliğin, güzelliğin, doğruluğun işaret levhalarını; şiirin sonsuz seçenekli olanaklarıyla çakıştırabildiğimiz ölçüde; şiirle birlikte, insanıyla, doğasıyla, canlı-cansız tüm var-oluşuyla, "evrensel gerçeklik" ve onun yaşamdaki en dolaysız görünümü olmasını dilediğimiz "dünya yurttaşlığı" kazanacak demektir. Bu öngörü üstüne bina edilen şiiri, 9 şiddetinde depremler bile yıkamaz, korkma!
Daha yazışacağız, konuşacağız şiirin ışığında. Biriktir kendini ve şiirini.
Şiirinin serüvenini soluk-soluğa izleyeceğim.
Şiirin evrensel kardeşliğiyle kal.
-Bünyamin Durali
(*): Sincan İstasyonu dergisi, Ekim 2010, Sayı: 38


















