MÜSİLAJ ve DİSTOPİK ZAMANLAR

Şimdi moda, kirliliğin, çürümenin adı müsilaj. Marmara'da olduğu gibi, kirlilik ekolojik çevreyi tahrip, canlı yaşamı yok ediyor. Derinlerde, gözlerden ırak biriken sermayenin yarattığı kirlilik ve bundan beslenen bir arg türü, son jeolojik dönemde oluşan, genç, aşağı yukarı 2000 yaşındaki Marmara'da su yüzeyine çıkmış durumda; güneş ve oksijeni kendi içine hapsederek içerideki yaşamı sona erdiriyor. Sermaye egemenliğinin dayattığı yağma, yolsuzluk, salgın, savaş, açlık koşullarının yarattığı, pis kokuların yükseldiği için için çürüyen sürecin adı da, üretici sınıfların "eşitlik, özgürlük, kardeşlik" ütopyasının karşıtından hareketle distopya ya da distopik zamanlar olarak tarihe geçiyor.

Haziran 4, 2021 - 16:28
 1.4k
Nisan 2021 Tarihli, emekli 104 Amiral'in egemen sınıfın yüreğini ağzına getiren, bir gece yarısı ilan ettikleri, Montrö Bildirisi... Bakın, AKP gitsin deyü, bıkmadan usanmadan her seçimde aklayıp, pullayıp Meclis'e gönderdiğiniz; üstüne bir ömür maaş bağlayıp, yemeyip yedirdiğiniz, giymeyip zengin ettiğiniz muhalefet ne dedi: En büyüğünden başlayalım. CHP, Kılıçdaroğlu: "Bu sahte gündem tutmaz. Halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır..."; CHP Grup Bşk.vekili Engin Özkoç: "O eleştirdiğiniz amiraller 15 Temmuz'un önünde de sonuna kadar dimdik durdular." Siz, CHP gelecek AKP gidecek deyü, o sandıktan bu sandığa koşun durun! Temsilcileriniz, AKP'yi devirmesinden korktukları 15 Temmuz'da yine AKP için "dimdik duran" amirallerine sahip çıkıyor. Amirallerin Bildirilerine değil, 15 Temmuz'daki duruşlarına sahip çıkıyorlar. Montrö'yü konuşmuyorlar bile!

BBC'nin sıralamasıyla; İYİP, Akşener; "Bu tür emekli de olsa gece yarısı yapılan silahlı bürokrasi mensubu kişilerin açıklamaları genellikle Türkiye'deki demokrasinin kesintisine sebep olan muhtıraları, darbeleri hatırlatır..." Doğru söz ne denir? Kadın haklı. Türkiye kapitalizmi, her geç kapitalist ülke gibi elbette emperyalizme göbekten bağlıdır. NATO üyesi olmak için bütün bir birliğini harcamaktan kaçınmamıştır. Ne istenirse vermiştir. Ordusu NATO ordusu, generalleri NATO eğitimlidir. Siyasi temsilcileri aylık günlük birifing alır. Ama, yine de 1960'da en Amerikancısı DP/Menderes kazaya uğramış; 1972'de Mart Muhtırası önüne konulan DYP/Demirel, 1980'de başı önünde, şapkasını elinde, koltuğu Evren'e bırakmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle, 15 Temmuz Türkiye kapitalizmi için hayırlara vesile olmuş, Ordu tasfiye edilmiştir. Artık, küçük Amerika'nın küçük ve bedelli ordusu vardır. Askerlik vatani görev değil, ücretli, profesyonel silahlı iş, terörle mücadeledir! Yine de, "emekli de olsa" korkarlar. Hiç bir şeye benzemez vatanını satanın korkusu. Macbeth uykuyu öldürdü*

Gelelim, Sosyal Demokrasiyi emekçi sınıflar içinde benimsenmesinde CHP'den daha başarılı HDP'ye; gezi Direnişine verdiği tepkiyi vermiştir. Değişmesi için bir neden de yoktur. "Türkiye'de, gerek askeri gerek sivil olsun, her türlü darbe veya darbe girişimi ağır yıkımlara yol açmıştır. Demokrasiyi ve özgürlükleri hedef alan darbeci yaklaşımlara ve tutumlara karşı tavrımız her zaman nettir." Evet, HDP her zaman ki gibi her türlü "darbe" olmasa da olasılığında bile sermaye iktidarının yanındadır. Halbuki darbeler halka karşı, emekçi sınıfların birliğini parçalamak için yapılır. Egemen sınıf kendi kendisine darbe yapacak kadar aptal değildir. Kendi içinde militarist, kontrgerilla örgütlenmelerinin yanı sıra siyasi öznelerine de çeki düzen verebilir. Bu darbe değildir. Fethullah'ın yetiştirdiklerinin, sonrada hocalarıyla hesaplaşması, Sermaye düzeninin "binlerce vaka" sahibi, Susurluk çetesinin başı Ağar ve diğerlerinin Peker'le, Uzanlarla hesaplaşması, Sususluk Dosyası, Balina Operasyonları gibi. İç düzenlemelerden korkarlar, çünkü Menderes'in başına gelenden korkarlar. Asıl korkuları, Cumhuriyet tarihinde bir kırılma noktası olarak 2013 Gezi Direnişi'nin evrilseydi sermaye düzenini yıkacak olan Devrimci kalkışmasındandır. Bu da bir darbe değildir. Bilirler. Adlı adına devrim olacaktır, işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşecek, sermaye iktidarının sonunu getirecek olan.

AKP'nin ilk hükümeti zamanında AB'den Sorumlu Bakanı, Cumhur ittifakının Gelecek Partisi başkanı Davutoğlu: " Militarist ya da sivil fark etmez, darbe heveslilerine geçit verilemez." Davutoğlu da, Cumhuriyet tarihinin 2013 tarih ve emekçi sınıflar ve aydınlarının ortaklaştığı ilk Direnişi, Gezi'yi anımsatıyor. CHP, HDP ve diğerleri hepsi Gezi Direnişini (iktidar demeye dilleri varmıyor) "Hükümete karşı darbe" olarak nitelendirmiş, "araya mesafe" koymuşlardı. Oysa, her sandıkta onları aklayan "kitleleri" bu defa onları duymamışlardı bile. Korkarlar, emekçi sınıfların örgütlü öfkesinden. Bilirler, bu öfke yıkıcıdır sermaye iktidarının sahipleri için. Oysa, emekçi milyonlar için kurucudur, kurtuluştur. Onlar kaybedecek olan taraftadırlar; karşıt çıkarları gereği.

Bu nedenle, 104 Generalin Montrö Bildirisi'nin içeriği hiç tartışılmadı. Birkaç gün içinde üstü örtüldü, kapandı gitti. Oysa, Erdoğan daha 5 Ocak 2020'de katıldığı bir televizyon yayınında "Montrö'yü hiç kafaya takmayın. Montrö sadece Boğaz'ı bağlar. Kanal İstanbul, Montrö kapsamında değildir**." Diyebilmiştir. Bu sıralarda, Amerika'nın donattığı Ukrayna ile Rusya arasında savaş tamtamları çalarken, NATO Rusya'ya karşı "Defender Europe 2021" adını taşıyan bir tatbikata hazırlanıyor. ABD, Yunanistan'ın Dedeağaç Limanı'na 1800'den fazla zırhlı araç ve 20 bin asker indirmiş bulunuyor**. NATO, Karadeniz'e girmek istiyor. Anayasa'nın 75.maddesinde düzenlenen, Meclis'in Yasama Yetkisi kapsamında, yine Anayasa'nın 90.maddesinde tanımlı Uygun Bulma Kanunu ile yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesini, bir kararname ile yürürlükten kaldırdığını ilan eden aynı Erdoğan, Montrö Antlaşmasını kaldırmayı göze almıyor. Alamaz. Zira, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi, Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkeler arasında, bu ülkelerin güvenliği için kurulmuş bir sözleşme. Kıyı ülkelerinin güvenliğinin tehdide girmesi, savaş demektir. NATO orduları, Karadeniz'e sevişmek için değil, savaş için girmek istemektedir. 28 Temmuz 1914'de I.Emperyalist Savaş'ın başında, Akdeniz'de İngiliz donanmasından kaçan Alman Savaş Gemisi (1936'da Yavuz adını alacak olan) Goben ve Breslau, Osmanlı Bayrağı çekilerek Boğazlar'dan geçer. İşte bundan sonra Almanya ile birlikte savaşa giren Osmanlı, aslında kendi sonunu hızlandırır. Hatırlayacaksınız. İstanbul Sözleşmesi ise, emekçi sınıfların üyeleri arasında, aile içi uyuşmazlıkları çözmeyi amaçlamaktaydı. Olmasa da olurdu, tecavüz ve kadın cinayeti, oldu. Oluyor. Anayasa bir kez değil, defalarca tecavüz edilmişti de ne olmuştu!

2021, Tekelci sermayenin küreselleştiği yerkürede dünya işçi sınıfı için Covid19, açlık ve savaşın her gün ağırlaşan, çürüten şartlarında geldi. Eski Sovyet ve Yugoslavya ülkelerinde, Ortadoğu'da, Balkanlar'da 1990'lardan bu yana devam eden "Düşük Yoğunluklu Savaş" sürüyordu. NATO, Atlantiğin öte yakasından sesleniyor, Karadeniz'de savaş sesleri yükseliyordu. Tam sırasıydı, Türkiye kapitalizminin temsilcilerinden MHP Genel Başkanı Bahçeli murat edileni ilan etti: "Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu açıktır... Elbette, yeni sisteme müzahir ve müstehak bir anayasanın yazılması mecburiyet olmasının yanı sıra demokratik bir mükellefiyettir"! Bu, İstanbul Kanalı'ndan sonra emekçi sınıflara karşı yeni bir cephenin açılışıydı.

Türkiye coğrafyasında, yerel ölçekte yaşanan yağma ve talana, hızla mülksüzleştirilen emekçi sınıfları salgın, açlık ve sefaletle sürükleyen koşullarda İstanbul Sözleşmesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin yanına bir de (sermayenin) "anayasa ihtiyacı" eklenecekti. Siyasi rejim değişikliği anlamına gelen anayasa değişikliğine doğrudan karşı çıkmayan, Kanadoğlu ve diğerleri tarafından da önerilen, her türlü şüpheyi bertaraf etmek üzere, "yeni sistemin ihtiyacı olan anayasanın" hazırlanmasından önce ve sonrasında iki referandum önerisi amaca uygundur. 2023, Cumhuriyet'in 100.kuruluş yılına kadar yeterince zaman kazandıracak, emekçi sınıfları meşgul edecektir.

Sermayenin temsilcileri kendi sınıf çıkarları için, çalışıyor. Doğrusu, sermaye iktidarı ve sayesinde elde ettiklerini hak ediyorlar. MHP, Meclis'e değil, AKP'li Cumhurbaşkanına sunduğu anayasa önerisini hazırladı ve açıkladı bile. "Cumhuriyetin 100. Yılında 100 Maddelik Yeni Anayasa" nın Başlangıcı'nda, Türk İslam sentezi, "Allah'ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk Milleti" düsturunda ifadesini buluyor. 1982 Anayasası'nda ilk beş maddede düzenlenen;
Madde 1) "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir";
Madde 2) "Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen -"Allah'ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk Milleti" düsturuyla başlayan- temel ilkelere dayanan, demokratik, -Allah'ın lütfu(!)- laik ve sosyal bir hukuk devletidir";
Madde 3) "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı İstiklal Marşıdır.
Başkenti Ankara'dır.";
Madde 4) " Anayasa'nın 1.maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu... 2.maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3.maddesindeki hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.";
Madde 5) "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin (NATO, DB, IMF, AB ilişkileri devam ederken imkansız) bağımsızlığını ve bütünlüğünü(2014'de Büyükşehirler Yasası ile Türkiye coğrafyasını 8 bölgeye ayıran, Türk Milleti deyü tutturup, Türk olmayanları yok sayılan) ülkenin bölünmezliğini, (Yeni Osmanlı) Cumhuriyeti(ni) ve (iktidardaki sınıf için, burjuva) demokrasiyi korumak, (12 Eylül'den bu yana tarikatlara teslim edilen)kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; (şeriatte kadın değil, erkek) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal (toplumsal bir suç olarak tecavüz ve cinayeti, kadına yönelik şiddeti "önleyen(!)" İstanbul Sözleşmesi kararname ile mevzuat dışına çıkarılarak hukuki durum fiili duruma uygun hale getirilmiş), ekonomik(sosyal güvenlik tasfiye edilmiş, sendikal örgütlenme ve grev hakkı işlevsiz hale getirilmiştir) ve ( eğitim, sağlık ve diğer insanca yaşamın koşullarını sağlayan hak ve özgürlükler tasfiye dilerek egemen sınıf önündeki) sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi(emekçi sınıflar mülksüzleşirken sermaye sınıf daha da zenginleşmiştir) ve manevi varlığının gelişmesi için (emekçi sınıflar Allah'ın lütfuna terk edilmiştir) gerekli şartları (Yeni Rejim için Yeni Anayasa) hazırlamaya çalışmaktır." Maddeleri, aynen korunarak, tek bir maddede toplanmıştır.
Madde 12) "Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir..." Denilerek başlayan temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümler, yanlış anlamadıysam, Yeni Anayasa'da düzenlenmiyor! Bahçeli'nin ifadesiyle, "taraf olduğumuz insan hakları sözleşmeleri baz alınarak kanunla belirlenmesi öngörülmüş, hakları düzenleyen maddelerde sadece ek güvencelere yer verilmiş***"! Yani, kişi dokunulmazlığı(m.17), zorla çalıştırma yasağı(m.18), Özel Hayatın Gizliği(m.20), Konut Dokunulmazlığı(m.21), Haberleşme Hürriyeti (m.22), Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti(m.23), Din ve Vicdan Hürriyeti(m.24), Düşünce ve Kanaat Hürriyeti(m.25), Bilim ve Sanata Hürriyeti(m.27), Toplantı Hak ve Hürriyetleri(m.33,34), Mülkiyet Hakkı(m.35), Hak Arama Hürriyeti(m.36-40), Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler kapsamında kamulaştırma, sendika kurma hakkı, siyasi haklar ve ödevler, seçme-seçilme hakkı, siyasi partiler ve benzer hak ve özgürlükler(m.41-74) referandumla meşruiyet kazanacak şekilde Anayasal haklar olmaktan çıkarılmış. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM.Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi, İLO başta olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinin bir kanunla, doğrudan iç hukuk mevzuatı olarak uygulamaya koyulacak!

Deutsche Welle'ye göre; (1982 Anayasası, 75.madde ve devamında ayrıntılı olarak düzenlenen) "TBMM'nin yetkileri; kanun kapsamında, antlaşmaların onaylanmasında ve sona erdirilmesinde(m.87, 90), bütçenin kabul edilmesinde, anayasal kurum ve kuruluşlara üye seçmede, meclis soruşturması açılmasında güçlendirilmiştir***"!

BBC'nin haberine göre, Bahçeli açıklamasında: 1982 anayasasını "Darbeci bir özelliğe sahip ve parlamenter sistemin mantığına göre yapılmış" bir anayasa olarak nitelendirmektedir. Öyleyse, Yeni Anayasa parlamenter sistem sona ermektedir! "Parlamenter sistemin mantığına göre yapılan" Yeni anayasa, "15 Temmuz hain darbe teşebbüsü sonrası hayatımıza giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yani Türk tipi Başkanlık Sistemi****"ne göre yapılacaktır. Bunun anlamı, İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iptalinde olduğu gibi, yasa ve yargı organının yetki ve kararlarına doğrudan müdahale artık Anayasaya aykırılık, Yüce Divan'da yargılanma tehdidi olmaktan çıkacaktır. ( Kurumsal) "Başkanlık kararnameleri ile kanunların yetki alanları "çatışmayacak şekilde düzenleniyor****". Yani, artık cumhurbaşkanlığı kurumu yerine geçecek olan Başkanlık Sisteminin başkanının, Yasama yetkisini Yasama Organını ile paylaşacağı anlaşılıyor. Başkan ve idare başlığı altında düzenlenen Yürütme Organının da, iki Başkan Yardımcısı ve Başkanlık Hükümeti ile Başkan tarafından temsil edilmekle, yetkileri de Başkana geçmiş oluyor.

Doğrudan Yürütmenin başı olan Başkan, Yasama Organının yetkisine ortak ve nihayet Yargı Organının HSYK aracılığıyla doğrudan Başkana bağlanacağı anlaşılıyor. Yargının, savunma ayağının yasal düzenlemelerle avukatlık mesleği kapsamından çıkarılan işlerin arabulucuya bırakılarak parçalanacağı anlaşılıyor. Yargıç gibi delil toplama hak ve yetkisi olmadığı gibi fiilen de imkansız olan, hukuk fakültesi mezunu olmayan ilahiyat fakültesi dahil herhangi bir fakülte mezununun, kimi zaman ikinci meslek olarak sürdürülen arabuluculuk mesleği iddia ya da savunma makamını da temsil etmemektedir. Ancak, kararları bağlayıcıdır! Başka bir deyişle, modern hukuk bilgisinden ve eğitiminden yoksun farklı mesleklerden kişiler iddia, savunma ve yargı yetkisi ile donatılmıştır. Bu duruma, anayasallık kazandırılmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi yüksek mahkeme olmaktan çıkarılmış, özel statülü bir mahkeme olarak düzenlenmekle, burjuva devletin denetim mekanizmalarından biri daha devreden çıkarılmaktadır. Yasama, Yargı, Yürütme Organlarının üçünde de söz ve karar yetkisini elinde toplayan MHP'nin "Türk Usulü Başkanlık Sistemi", Anayasa Mahkemesi'nin varlığına son vermektedir. Anayasa Mahkemesi, mahkeme statüsünden çıkarılmakla yetinilmiyor, Yüce Divan yargılamaları ve siyasi partilerin kapatılması davalarına bakma yetkisi de elinden alınarak, "Yüce Divan" adıyla yeni bir (boş bırakılmış****) verilmiştir! Anayasa Yargısı ve Anayasa dışına çıkarılan, Yüce Divan ve Siyasi Partilerin Kapatılması davalarında görevli ve yetkili kılınan Yüce Divan'ın statüsü henüz belli değildir. Bir şey bellidir. Anayasa Mahkemesi, şimdi kuşa benzemiştir. Türkiye kapitalizminin elebaşı için tüm engeller kaldırılmıştır. Cumhuriyetin 100.yılında, 100 maddelik Yeni Anayasa ile Türk Usulü Başkanlık Sisteminin geçerli olacağı, 2001 ilk AKP hükümetinin, AB'den sorumlu bakanı Davutoğlu'nun Avrupalarda gezerken dilinden düşürmediği, ilk olarak ondan duyduğumuz "New Ottoman Republic"(Yeni Osmanlı Cumhuriyeti) ilan edilebilecektir.

Sovyet sonrası dönemde, Türkiye kapitalizminin emperyalizmle ortak çıkarları gereğince gözden çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti'nin tasfiyesi Türkiye işçi sınıfının çıkarlarına değildir. Egemen sınıf kendi sınıf çıkarlarını ve iktidarını garantiye almak üzere, yeniden örgütlenmektedir. Sovyetlerin varlığı sona erdikten sonra Dünya işçi sınıfının bir parçası olarak Türkiye işçi sınıfının da Sosyalist iktidar mücadelesi yara almış, Sol savrulmuştur. Emperyalizm ve ulusal işbirlikçiler buna güvenmektedirler. Ancak, yanılmaktadırlar. Son otuz yıldır devletin sınırsız kullandığı ideolojik aygıtlarına ve zoruna rağmen eşitlik, özgürlük, kardeşlik ütopyasının ateşi yanmaya devam etmektedir. Türkiye işçi sınıfının büyük çoğunluğu her türlü dayatmaya rağmen gericileştirilememiştir. Emperyalizmden bağımsızlık ve özgürlüğün gerçekleşeceği, Türkiye işçi sınıfının Sosyalist iktidarı, en az sermayenin Yeni Osmanlı distopyası kadar gerçek ve olanaklıdır. Emperyalist ülke ve merkezlere ekonomik ve siyasi olarak bağımlı kapitalist Türkiye'nin sahiplerinin yönetme ve anayasa yapma yetkisi ve yeteneği yoktur. Türkiye işçi sınıfının öncülüğünde, emekçi sınıfların yapacağı Toplumcu Anayasadan başkasına hayır diyoruz. Tüm iktidar, toplumcu anayasayı yapacak olan mahalle, fabrika ve asker meclislerinin olacaktır.

Arzu Kır(4 Haziran 2021)
hukukarzu@gmail.com

*Shakespeare, Macbeth; "Elleri yapış yapış geliyor ona şimdilerde
Sakladığı cinayetlerin kanlarıyla.
İsyanlar durmadan kalleşliğini vuruyor yüzüne.
Emrindekiler, yalnız emirle yapıyor her şeyi,
Sevgiyle değil. Krallığı bol geliyor sırtına
Bir cücenin bir devden çaldığı kaftan gibi."
** Yusuf Karataş, "Emekli Amirallerin Bildirisi, Darbe Tartışmaları ve Dikta rejimi", evrensel.net
*** Deutsche Welle'nin dw.com sayfası, "MHP'den 100 Maddelik Yeni Anayasa Önerisi", 04.05.2021
**** BBC News, "MHP'nin 100 Maddelik Anayasa Önerisinde Neler Var?", 04.05.2021