Sosyalizmin büyük şairi Pablo Neruda'nın anısına... |


Neruda ve Nazım |
Gerçek şiir hem isyandır, hem isyankar!
Gerçek ozansa militan bir sanatçı! (S. Aras)
Toplumsal duyarlılığın yetkin bir ifadesi olarak şiir!
Aragon bir yerde "gerçek ozan doğuştan partilidir" der ve ozanların
örgütlü toplumsal kimliğine vurgu yapar. Çağlar boyunca farklı
biçimlerde ortaya çıkan muhalif devrimci kimliğin en önde gelen
temsilcilerinin ozanlar olması, uç sayılabilecek bu tespite bir haklılık
temeli kazandırıyor hiç kuşkusuz. Ama bu tanımlama yine de eksiktir. |
Tamamlanması için, şairin bu muhalif kimliğe kattıklarının yanısıra, şiirin
kendine özgü dinamizminden de bahsetmek gerekir. Nedir şiirin dinamizmi? Şair,
neden diğer sanatçılara göre halkın temsilciliğine daha yatkındır? Bir halkın
türkülerini yapan ozanları, yasaları yapanlardan daha güçlü kılan şey nedir?
Yeniliğe olan açıklılığı, baskılara karşı gösterdiği direniş ve bizzat ortaya
çıktığı andan itibaren taşıdığı ve halen de taşımakta olduğu kolektif kimlikle
şiir, devrimci bir dinamizmi bağrında taşımasıyla diğer edebi sanatlardan ve
hatta sanatların tümünden farklı bir yerde durmaktadır. Kestirmeden söylersek;
şiir hem isyandır, hem de isyankardır. Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal
duyarlığın sesidir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gelmesinin temel
nedenlerinden biri de budur.
Roman nasıl burjuva çağın ve burjuva bireyin bir ürünüyse, şiir de başından
itibaren kolektif bilincin, kolektif üretimin ve kolektif paylaşımın bir ürünü
olageldi. Ola ki kör yalnızlıkları, aşk acılarını da dile getiriyor olsun! Şiir,
şarkı ve dansla beraber, üretimle yanyana ve iç içe oldu, toplumsal sorunlardan,
toplumsal dertlerden ve insanlığın gelecek kaygılardan hiç kopmadı.
Kavganın nabzını en başta şair tuttu, çünkü o nabız en hissedilir biçimde şiirde
atıyordu. Çünkü şiir hep kavganın içinde oldu, çoğunlukla kavganın
bayraktarlığını yaptı. Şiir hep kavgalı oldu; bütün egemen despotik düzenlerle,
gericiliğin bütün biçimleriyle. Şiir hep yeniliğin, ilerleyen ve gelişen hayatın
yanında saf tuttu. Yüzü hep ileriye dönük oldu şiirin, ama geçmişten de hiç
kopmadı. Ayak bağlarını temizleyerek yürüyüşünü sürdürürken, en değerli mirasın
sadık bir taşıyıcısı ve savunucusu olageldi.
Şiir kimliğini ve itibarını ezilenlerin safında buldu
Hiçbir mekanın ve hiçbir çağın ve hiçbir despotun tutsağı olmadı şiir. Bu yüzden
tüm peygamberler şiire ve şaire düşman oldu, krallar, padişahlar, diktatörler
halk ozanlarını, şairleri zorbaca yöntemlerle susturmaya çalıştılar. Hatta
ezilenleri susturmak için önce onlardan başladılar kıyımlara. Ama şiir hiç mi
hiç geri adım atmadı, teslim olmadı, susmadı. Şairlerin direnişi, şiirin gücüne
ve etkisine ölümsüz bir güç ve güzellik kattı.
Şiir ölümsüzlüğünü ve güzelliğini aynı zamanda kolektif yapısına da borçludur.
Yüzlerce yıl ağızdan ağıza taşındı, taşınmakla kalmayıp yeniden ve yeniden
üretildi. Binlerce insan dokudu kumaşını şiirin. Taş duvarlara da kazındı,
ceylan derilerine, kağıtlara ve mermerlere de. Zırhları delen mızrak ucu
sertliğinde sözcüklerle de yazıldı, kalbe işleyen tüyden hafif aşk sözcükleriyle
de. Kanla da yazıldı, tebeşirle ve mürekkeple de. Ama nereye ve neyle yazılırsa
yazılsın, hep bilinçlere kazındı.
Toplumsal yaşamın her alanına ve her mekanına: Mağaralara, evlere, tarlalara,
fabrikalara, sokaklara, zindanlara sualsiz girdi şiir. Sınırlar aşmak için
pasaporta ihtiyacı olmadı hiç. Hiçbir yasak, hiçbir yasa, hiçbir duvar onu
engelleyemedi.
Doğanın o eşşiz güzelliğine aşkla bağlı kaldı hep. Barışta da oldu, savaşta da.
Yalnızlıklardan, acılardan, hüzünlerden, yıkımlardan da geçti yolu, şenlik
ateşlerinden, aşklardan, düğünlerden, bayramlardan ve zaferlerden de. Her yerde
varolmasını bildi, ama hiçbir yeri kendine yurt edinmedi. Egemenlerin,
tüccarların kayıt defterinde hiç yeri olmadı, devlet katında, saraylarda değil
ezilen, sömürülen emekçi halklardan itibar gördü. Şiir de ona en çok ihtiyacı
olanların hizmetine sundu kendini.
Şiir yaşama hep bağlı kaldı. Hep hayatın önünden koştu. Hep arayış içinde oldu.
Arayış içindeki insanın sesi, soluğu oldu. Savaşan militanların onsuz edemediği
silahlardan biri oldu şiir. Mataralarındaki su, omuzlarındaki silahla beraber,
sırt çantalarında hep bir şiir kitabı bulundurdu gerillalar.
Şiir özgürleşmeye çağrıdır!
Şiir dünyayı değiştirmenin bir aracıdır!
Bu yüzdendir ki modern gelişmeler, ortaya çıkan yeni sanat dalları ve aradan
geçen bin yıllar, insanın ve insanlığın şiire olan ihtiyacını, en çarpıcı ve
yalın biçimde şiirde dile gelen arayışlarını ortadan kaldırmadı. Pek çok sanat
dalı, kolayca paraya-kâra tahvil olma özelliklerinin de etkisiyle, sermayenin ve
piyasanın sultası altında metalaşırken, şiir teslim olmadı.
Şiir itirazını, reddiyesini ve kavgasını sürdürüyor: Kapitalizmin görsel
şatafatına rağmen insanların algı, duygu ve düşüncelerindeki
yoksullaşmaya-körelmeye karşı; muazzam ölçüde yaygınlaşan hızlı iletişim ve
ulaşım olanaklarına rağmen, insanın itildiği yalnızlığa ve yabancılaşmaya karşı;
artan olanaklara rağmen ve buna paralel olarak artan kitlesel cehalete karşı;
bir avuç asalağın sebep olduğu yoksulluk ve sefalete karşı; kanlı kıyımlara,
katliamlara, canice saldırılara, her türden haksız savaşa ve işgale karşı;
doğanın ve insanlık değerlerinin insafsızca tahrip edilmesine karşı; insanın
gerçeklikle olan ilişkisinin koparılmasına, sanal ortamlarda insanın
böcekleştirilmesine karşı; her türlü köleliğe, her türden gericiliğe ve gerici
ayrımcılığa karşı; insanların içinde debelendiği bataklığı, yozlaşmayı, çürümeyi,
tatminsizliği, sapkınlıkları özgürlük olarak pazarlayan topyekun bu düzene karşı;
şiir, şenlik ateşleri başında okunduğu günden bu yana insanlığa özgürleşme
çağrısını yineliyor! Dayanışmaya, paylaşmaya, kardeşliğe, eşitliğe, insanca
yaşamaya davet ediyor şiir. Bunları kazanmak için kavgaya, mücadeleye çağırıyor
bizi.
Bu kavgada şiir hep olacak!
Devrimci sanat, kavgamızın bir mevzisidir
Devrimci sanat ve devrimci şiir, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş mücadelesinde
bir mevzidir. Devrimci ozanlar ise, ezilen ve sömürülenlerin öncü bir müfrezesi.
Bu mevzide çarpışmış nice devrimci ozanın kattığı soluk, verdiği emek, yarattığı
eserler ve ödediği bedellerle yükselttiği bayrak, yeni nesillerin elinde
dalgalanmaya devam edecektir.
Dünyanın dört bir yanında 100. doğum yılı kutlanmakta olan Şilili şair Pablo
Neruda, bu ozanların önde gelen bir temsilcisidir. Her gerçek ozan gibi çağına
tanıklık etmenin ötesinde, onu dönüştürme eyleminin içinde yeraldı Neruda.
Yalnızca bize armağan ettiği ölümsüz şiirleriyle değil, yaşamıyla, kavgasıyla,
özlemleri ve umutlarıyla 20. yüzyılın önde gelen bir simasıdır o. Söz ile eylem,
yaşam ile sanat, sanatçı duyarlılığı ile gerçek hayat kavgası arasında insanal
edimler ve toplumsal eylemlerle örülmüş bir serüvendir Neruda'nın hayatı ve
şiirleri. Budur bizi onunla, onu çağıyla buluşturan.
"Nasıl bir şiir? Saf olmayan bir şiir! Şöyle anlatıyor Neruda bu şiiri: Tere
batmış, dumana gömülmüş, zambak ve sidik kokan, ticaretin ezmeye çalıştığı,
yasaların içinde, yasaların ötesinde bir şiir; üstümüzdeki giysiler gibi sabun
lekeleri taşıyan, gövdelerimiz gibi karışık bir şiir; utanç verici
davranışlarımız gibi, gözlerimiz, bilgiçliğimiz gibi, kinimiz, aşkımız,
antlarımız gibi, havyanlar gibi, kararlar, vergiler gibi karman çorman, saf
olmayan bir şiir; üstünde buz izleri, diş izleri bulunan, terimizle, belki de
alışkanlıklarımızla hafifçe ısırılmış, dokunmanın yüce isteğini taşıyan...
Onun şiirini anlamak demek, geride bıraktığımız yüzyılın kanlı kıyımlarını ve
direnişlerini; İspanya'yı, Alman faşizmine karşı direnişleri, Şili'yi, Küba'yı
anlamak demektir. Halkların engin denizinde zorlu yolculuklara çıkan bir gemidir
Neruda'nın şiiri. Bu denize yelken açılmadan anlaşılamaz onun şiiri.
Aşağıda, bayrağı devralacak genç nesillere yol göstermesi bakımından yararlı
olacağını düşündüğümüz bu büyük devrimci ozanın şiir, mücadele, şiirin ve şairin
yeri ve bu dünyadaki rolü vb. konularda yazdığı yazılarından ve bazı
makalelerinden bir derleme sunuyoruz.
Neruda'yı ve Neruda gibi devrimci ozanları anlamak, bize bıraktıkları mirası en
iyi biçimde değerlendirmek tüm devrimcilerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Ve
bu sorumluluğun bir gereği de onları, eserlerini işçi ve emekçi kitlelere
ulaştırmaktır.
Bu vesileyle Neruda'yı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
***
Mücadele, sanat, şiir, politika ve kendi hayatı
üzerine...
Kendi kaleminden Neruda!
"Politik mücadele, şiirin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanoğlunun kurtuluşu sık
sık kanla, ama hep şarkılarla dalgalanır. Ve insanlık şarkısı, büyük şehitlik ve
bağımsızlık çağımızda her geçen gün biraz daha zenginleşiyor."
(Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: N. Arman, de yay.1984 s. 144)
Şiirinde ve yaşamında iz bırakan olaylar ve anılar
İlk acı deneyim!
Temuko'dayken öğrenci birliğinin yayın organı olan Claridad dergisine yazılar
yazmıştım. Bu dergiyi okuldaki arkadaşlarıma da satardım. 1920 yılında Temuko'ya
gelen haberler benim kuşağım için üzücüydü. Oligarşi'nin çocukları sayılan "Altın
Gençlik", öğrenci birliği binasını basmış ve tahrip etmişti. Koloniler
zamanından günümüze kadar daima zengin sınıfın yanında görünen yasalar da
suçluları değil suçsuzları yakalamıştı. Bunlardan genç Şili edebiyatının büyük
umutlarından Gomez Rojas, yediği dayaktan çıldırdı ve öldü. Küçük ülkemde bu
cinayet, Federico Garcia Lorca'nın Granada'da öldürülüşü kadar büyük tepkiler
yarattı. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A. Arpad, Alan yay.,3. Baskı, 1996,
s.38)
Yolumu seçtim!
"Kısacası, kendime bir yol seçecektim. İşte bu yolu, İspanya'nın yaşadığı kötü
günlerde seçtim ve hiçbir zaman da pişman olmadım." (age. s129)
"Tellerinden şarkılar yerine, kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar
atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş
yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden
sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç
ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi
kendilerine kılıç yaparak, büyük ıstırapları arasında terini silecek mendil diye
açacak, ya da ekmek savaşında silah olarak kullanacak" (age, s. 140)
Ayakkabısız ve okulsuz yoksul halkın, işçilerin şairiyim!
"Yıllar sonra benimle röportaj yapmış olan Curzio Malaparte, yazısında çok doğru
olarak şunları yazmıştı: "Eğer ben de Şilili bir şair olsaydım, Pablo Neruda
gibi yapardım. Bu ülkede şair bir karara varmalıdır. Ya Cadillac'lar ya da
ayakkabısız okulsuz insanlar!"
İşte ayakkabısız ve okulsuz bu insanlar beni 4 Mart 1945 yılında ülkenin
senatörlüğüne seçti. Şili'nin en geri bölgeleri sayılan büyük bakır ve güherçile
ocaklarının binlerce insanı bana oy vermiş olduğu için her zaman gurur duyarım.
* Şiirim bana onlarla ilişki kurma yollarını açtı: şiirim, halkım ve onların güç
yaşantıları arasında dolaşabiliyor ve onlar tarafından ölümsüz bir kardeş olarak
kabul ediliyordu"(age. s161)
* "Ben ıstırap çektim ve savaştım, ben sevdim ve şarkılar söyledim. Dünya
bölünürken ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne
arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa kadar bütün
duygular şiirimde kanat çırpmış, onun içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım,
şiirimle savaşlar verdim. Eğer kelebeğin konduğu çiçekteki tozlar kadar
armağanlar kazanmışsam, içlerinde biri vardır ki, birçok şair beni kıskanacaktır.
Estetiğin güç öğretileri ve yazılı sözlerin labirentinde yaptığım
araştırmalardan sonra halkımın şairi olmuştum. Benim kazandığım en büyük ödül
işte buydu. Mısralarımla dolu kitaplarım değil. Lota'nın kömüründen, yerin yedi
kat dibindeki ocaklardan, toprağın içine giren dimdik galerilerden, sanki
cehennemden geliyormuş gibi, yaptığı berbat işten suratı bitkin, tozdan gözleri
kıpkırmızı bir adamın yeryüzüne çıkıp da, yarıkları ve nasırları ile kuru bozkır
topraklarını andıran o elini uzatarak, sana: "Seni çoktandır tanıyorum ben,
kardeş!" dediği ve gülümsediği anda en büyük armağanı almış gibi olursun. Benim
şiirimin aldığı defne dalından taçtır bu. O acımasız bozkırlarda, topraktaki
delikten çıkan işçinin sözleri. Rüzgarlar, geceler ve Şili'nin yıldızları bu
insanlara şöyle seslenmektedir: Sizler yalnız değilsiniz, bir şair acılarınızı
biliyor!"(age, s164-165)
Gerçekçi olmayan şair ölür. Fakat yalnız gerçekçi olan şair de ölür. Sadece akla
aykırı yazan şair, kendisince ve sevgilisince anlaşılır ancak. Bu da oldukça
umut kırıcı. Sadece akılcı olan şairi eşekler bile anlar. Ama bu da epey hüzün
verici.
Bu gibi karşılaştırmalar için resim tahtasında yazılı sayılar yok. Tanrının, ya
da şeytanın hazırladığı aletler de yok. Her ikisi de çok önemli bu kişilikler,
şiirde durmamacasına bir savaşa götürür sadece, meydan savaşını kimi zaman biri,
kimi zaman öteki kazanır ama, şiirin kendisi yenilgiye düşmemelidir.
Şairlik mesleğinin kötüye kullanıldığı da olur elbette. Öylesine çok yeni şair
ve yeni yetişen bayan şair ortaya çıkıyor ki, yakında hepimiz şair olacağız ve
okur da kalmayacak. Okur aramak için yakında keşif gemileriyle evreni bir baştan
bir başa dolaşmak gerekecek.
İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Din törenleri ve duaları şiirden doğdu.
Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle kendini
bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korunmak için rahip dediler kendilerine.
Günümüzün şiiri ise, şiirini haklı göstermek için, sokağın ve insan yığınlarının
kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi din adamlarının en
eskisidir. Eski zamanlarda karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzde ise ışığın
yerini göstermek zorunda." (age. 249, 250)
Sadeliğin öğretisi: Alçak gönüllü fakat başeğmez!
"Biz bugünün şairleri, seçmek zorundayız. Seçeceğimiz şey gül tarhlarında değil.
Korkunç ve haksız savaşların, paranın gittikçe artan baskısını, ilerleyişini ve
bütün haksızlıkları avucumun içinde gittikçe daha apaçık görüyorum. Koşullu ‘özgürlük’,
seks konuları, zorbalık, aylık taksitlerde kolayca ödenebilecek sevinçler,
eskimiş sistemin çekici tuzaklarıdır.
Günümüzün şairleri bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol aradı. Kimi şairlerimiz
mistisizme, ya da sağduyu rüyasına sığındılar. Başkaları gençliğin o
kendiliğinden ve yıkıcı gücüyle büyülendiler, onlarla yaşayan insanlar oldular.
Günümüzün savaşçı dünyasında böyle bir denemenin hep önleyici ve korkunç acılara
götüreceğini bilmeden.
Ben partimde, başbuğluktan, maddi çıkarlardan çok uzaklarda kalabilmiş bir grup
sıradan insan buldum. Ortaklaşa saygı duygusunun, yani, haktanırlık uğruna
savaşan namuslu insanlar tanımış olmaktan pek mutluyum.
Şili halkıyla, benim halkım için büyük zaferler kazanmış olan partimle bir
çekişmem, bir sorunum olmadı hiçbir zaman. Daha ne söyleyebilirim? O
arkadaşlarım kadar sıradan, onlar kadar dirençli ve alt edilmez olayım isterim
sadece. Alçakgönüllü olmayı öğrenmenin sınırı yoktur. İnsan acılarını
paylaşmamak için kuşkuculuğun arkasına gizlenmiş olan gurur duygusu bana bir şey
öğretmiş değildir." (age.s. 298)
Gericilerle, gericilikle savaşmaya hazırız!
"Önce cehaleti silip yok etmeliyiz! Okuyamayan bir halk için yazmayı sürdürmek
istemiyoruz. Durağan ve adileştirilmiş bir geçmişin rezilliğini ve utancını
hissetmek istemiyoruz. Daha çok okul, daha çok eğitici, daha çok gazete, daha
çok kitap, daha çok dergi, daha çok kültür istiyoruz.
Uşaklar ve ukalalarla kuşatılmış bu efendiler rejimi ve yoksulluk devam edemez.
Bunalımlar tepemizde; bu yaşam tarzının modası geçmiştir artık dünyada. Eskiyi
korumak isteyen partiler olduğunu biliyoruz; onlara alaylı biçimde,
muhafazakarlar, ya da aldatıcı biçimde liberaller deniyor. Ama biz geçmişle
savaşmaya hazırız temsil etmeyi sürdürdüğümüz aydınlık geçmiş değil, hayır, biz
geçmişin en güzel bölümünü koruyacağız, ama geçmişin yozlaştırıcı kalıntılarını
yok edeceğiz, ve bunlar da, cehalet, geriye dönüş ve ilgisizliktir.
Biz inanıyoruz, biz diye konuştuğum zaman bu, bir umudu destekleyen tüm güçler
anlamına geliyor- Şili halkının yaratıcı gücüne büyük bir heyecanla inanıyoruz.
Halkın zekasına, yeteneğine, doğruluğuna, cesaretine inanıyoruz. Şili halkı, hız
vermemiz gereken bir çiçeklenme ve verimliliğin sınırsız alanını temsil ediyor.
(Salvador Allende'nin başkanlık kampanyası için yazdığı yazılardan... Şiir
Boşuna Yazılmış Olmayacak, s.126-127)
Eserlerimiz yarım kalmayacak!
Dökülen kan boşa gitmeyecek!
"Anılarım için bu satırları çabuk çabuk yazıyorum. Büyük yol arkadaşım başkan
Allende'nin ölümüyle sonuçlanan o çileden çıkarıcı olaylardan üç gün sonra
öldürülmesinin nedenini gizlediler. Ölüsünü gizlice gömdüler. O ölümsüz ölünün
mezarına kadar yalnızca dul eşine izin verdiler birlikte gitsinler diye.
Saldırganların yazdığına göre ölü olarak bulunduğunda, kendi canına kıydığının
apaçık belirtileri varmış! Fakat yabancı ülkelerde yazılanlar bambaşkaydı. Hava
bombardımanından hemen sonra tanklar saldırıya geçmişti. Tek bir adama karşı
savaşabilmek için korkularından pek çok tank kullandılar. Şili Cumhurbaşkanı
Allende, onları çalışma odasında bekliyordu. Yüce yüreğinden başka kimse yoktu o
anda. Dumanlar ve alevler her yanı sarmıştı.
Saldırganlar böylesi bir olanaktan yararlanmalıydı. Saldırganların onu makineli
tüfekle biçmesi gerekti. Zira o görevini bırakmamıştı!" (Yaşadığımı İtiraf
Ediyorum, s.323)
(Not: Ara başlıklar tarafımızdan konulmuştur...)
Şiir ve sanat üzerine konuşma ve yazılardan...
En iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır
“Şair ‘Küçük Tanrı’ değildir. Hayır, "küçük tanrı" değildir. Farklı görev ve
işler yapan insanlardan daha bir gizemli iş için seçilmemiştir. Sıkça söylediğim
gibi, en iyi şair günlük ekmeğimizi veren adamdır: Tanrı olduğunu düşünmeyen
mahalle fırıncısı. Görkemli ama alçak gönüllü görevini, hamuru yoğurma, fırına
sürme, kızartma ve bize ulaştırma işini gerçek bir toplumsal bilinçle yerine
getirir. Şair böyle basit bir bilinçle hareket edebilseydi, o basit bilinç ona
görkemli bir sanat eserinin parçası olma fırsatını verecekti. Bu eser, bir
toplumu kurmak, insanın koşullarını dönüştürmek, onun isteklerini -ekmek, gerçek,
şarap, düşler- sağlamak olan basit ya da karmaşık yapıdır. Eğer şair sonsuz
mücadelenin parçası olursa, eğer herbirimiz tüm insanların her gün paylaştığı
çalışmaya kendi katkısını armağan eder ve şefkatini diğerleri için sunarsa, o
zaman şair tüm insanlığın terinin, ekmeğinin, şarabının, düşünün bir parçası
olacaktır.
Alçakgönüllü partili bir ozanım
Şairin görevlerini mantıki sonuçlarına ulaştırarak doğru ya da yanlış, bu karara
vardım: Toplumda ve hayatta yükümlülüğüm alçak gönüllü bir partilininki
olmalıdır. Bu kararı parlak başarısızlıklara, kimsesiz zaferlere, sersemletici
yenilgilere tanık olduğum halde verdim. Kendimi Amerika'nın mücadeleleri içinde
bir aktör bularak, anladım ki, insan olarak görevim; yeteneklerimi, birleşen
halkların kabaran gücüne katmaktan, onlara maddi ve manevi olarak, tutku ve
umutla katılmaktan başka bir şey değildir. Çünkü yalnızca o kabaran selden,
yazarlar ve halklar için gerekli ilerlemeler doğabilir. Durumum sert ya da nazik
itirazlara yol açtıysa, ya da açsa da, gerçek şu ki, geniş ve acımasız
topraklarımızda eğer karanlığın çiçek açmasını istiyorsak, henüz okumayı
öğrenmemiş hatta okumayı hiç öğrenmemiş, henüz yazamayan- ya da bize yazamayan,
milyonlarca insanın bir onur ortamında yaşamasını istiyorsak ki bu olmadan, tam
bir adam olmak mümkün değildir- bundan başka bir yolu kabul edemem.
Halkların sefaletini miras aldık
Yüzyıllardır bedbahtlıkla damgalanan halkların sefaletini miras aldık en
cennetlik, en temiz halkların; taştan ve metalden harikulade kuleleri, göz
kamaştıran, parlak hazineleri yaratan hakların; bugüne süregelen korkunç
sömürgecilik çağında hayatları ansızın yıkılıp susturulan hakların
Bize yol gösteren yıldızlarımız: Mücadele ve umut!
Bize yol gösteren yıldızlarımız, mücadele ve umuttur. Ama tek başına mücadele ve
umut diye bir şey yoktur. Her insanda, tüm geçmiş çağlarla, zamanımızın adaleti,
yanlışlıkları, tutkuları, ivedilikleri, tarihin hızlı akışı birleşmiştir.
Tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız! Şiir
boşuna yazılmış olmayacak!
"Karanlık bir yerden, diğerlerinden sert bir ülkeden geliyorum. Şairerin en
terkedilmişiydim ve şiirim yöreseldi, acılıydı ve yağmurlar içine işlemişti. Ama
insana daima inadım. Umudu asla yitirmedim. Belki bunun için şiirim ve
bayrağımla buradayım.
Son olarak, iyi niyetli tüm insanlara, işçilere, şairlere, insanın geleceğinin
Rimbaud'un deyişinde ifade bulduğunu söyleyeceğim: Yalnızca ateşli bir sabırla,
tüm insanlara ışık, adalet ve onur saçacak mükemmel şehri kazanacağız.
Böylece şiir boşuna yazılmış olmayacak!
(1971'de Nobel Edebiyat Ödülü aldığında yaptığı konuşmadan bazı pasajlar. Ara
başlıklar tarafımızdan konulmuştur. Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak, Çev: Nesrin
Arman, de yay. s129-138)
Halkın Şairleri*
Güney Amerika hep bir çömlekçi diyarı olmuştur. Çamur testilerinden bir kıta. Bu
şarkı söyleyen testiler hep halktan geldi. O yaptı onları, taşla ve elleriyle. O
yaptı onları, gümüşle ve elleriyle.
İnsanların ellerini şiirimde göstermeyi hep istedim. Hep parmak izlerinin yer
aldığı bir şiiri yeğledim. Suyun şarkılar söyleyebildiği yerdeki güçlü toprağın
şiiri. Herkesin yiyebileceği ekmeğin şiiri.
Yalnızca halkın şiiri ellerin anısını koruyabilir.
Şairler kendilerini laboratuvarlarına kapatırlarken, halk, çamuruyla toprağıyla,
akarsuyuyla, maden cevheriyle, şarkılarını söylemeyi sürdürdü. Olağanüstü
çiçekler, gözalıcı destanlar üretti, serüven öyküleri ve felaket masalları
anlattı. Kahramanlarını kutladı, haklarını savundu, azizlerini taçlandırdı,
ölülerine ağladı.
Ve tüm bunları yalnızca elleriyle yaptı. Bu eller, hantaldı ama akıllıydı. Onlar
körelmişti ama taşı kırdı. Onlar küçüktü ama denizden balık topladı. Onlar
kararmıştı ama ışığı aradı.
Bir şair doğal olarak yaratılan her şeyin sihrine sahiptir. Doğaya, yağmura,
güneşe, kara ve rüzgara açık her şeyin izini taşır bu halkın şiiri. Elden ele
geçirilmelidir şiir. Göklerde bayrak gibi dalgalanmalıdır şiir. Ağır darbeler
yemiş, kusursuz yüzlerdeki Grek simetrisine sahip olamayan şiir. Onun mutlu,
acılı yüzünde yara izleri vardır.
Ben, bu halk şairlerine defneden bir çelenk sunmuyorum. Tüm şiiri canlandırması
gereken ışığı ve gücü buna armağan edenler onlardır. Onların içinden geçerek
dokunuyorum şiirin soyluluğuna, deriden, yeşil yapraklardan, sevinçten oluşmuş
yüzeyine.
Onlardır, halkın şairleridir, gösterişsiz şairler, bana ışığı gösteren.
*6 Mart 1966'da Santiago'da yayınlanan La lira popular
(Halkın Şiiri) için önsöz (age s 87-88)
Şiir isyandır!*
Belki de şairin yükümlülükleri tarihin her döneminde aynıdır. Şiir sokaklara
taşmak, çarpışma üstüne çarpışmada yerini almak için saygı gördü. İsyancı diye
anıldığında, şairin gözü korkutulamadı. Evet, şiir isyandır. Şair yıkıcı diye
çağrılsa bile alınmaz. Yaşam toplumsal yapılardan (yasalardan) daha önemlidir,
ve ruh için yeni düzenlemeler vardır. Tohumlar her yana saçılır, tüm fikirler
egzotiktir, her gün önemli değişiklikler bekleriz, insana özgü düzendeki bir
değişimin heyecanını yaşıyoruz: bahar isyankardır.
Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız.
*1868'de Concepcion Üniversitesinde yaptığı konuşmadan... (age. s. 99)
Şiir insanlığın acılarına uzanan
gizli bir köprüdür!
"Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü,
yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı;
elleri, parmakları ve yumrukları vardı; bahar gibi tomurcukları vardı; Granada
kentine benzeyen gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı;
kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı. Yeni
yüzyılın başlangıcında şairlerin, şiiri duyuracak bir devrime öncülük etmeleri
olası görünmüyor. Şiir yalnızca insanın ilerlemesinin ve insan soyunun
gelişiminin, kitaplara ve kültürlere erişebilirliğin sonucu olarak
yaygınlaşacaktır. Şiir insanın acılarına uzanan bir köprüdür. Şaire kulak
verilmelidir. Bu tarihten alınan bir derstir. (1968-70 Age, s.111)
Şiir şarkı ve berekettir!
Şiir tarlaları sulayacak ve açlara ekmek verecektir. O, olgun başaklar boyunca
dolanacaktır. Seyyahlar susuzluklarını onda gidereceklerdir. Ve o insanlar ne
zaman çalışsalar ve ne zaman dinlenseler şarkısını söyleyecektir. Onları
birleştirecek, halklar arasında akacaktır. O, yaşamın üremesini köklere
taşıyarak vadiler açacaktır. Şiir, şarkı ve berekettir. (...) Verilen mücadeleye,
söylenen şarkılara değer, yaşamış olmaya değer, çünkü onu sevdim.'
Şiir her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı
ekmeğin undan doğduğu gibi. Kundakçılar, savaşçılar ve kurtlar, onu yakmak,
öldürmek ve parçalamak için şairi arar. Hüzünlü bir parkın ağaçları arasında bir
bıçak ustası Puşkin'i yaralayarak ölümüne sebep olmuştu. Çılgın atlılar
Petöfi'nin cesedini çiğneyerek geçmişti. İspanya'da faşistler, ülkedeki
savaşlarına en ünlü şairlerini öldürerek başlamışlardı. Rafael Alberti, her şeye
rağmen yaşamakta olan bir şairdir. Onun için binlerce ölüm planlanmıştı.
Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler,
sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla
çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir
yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar. (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: A.Arpad,
Alan yay., s129)
Neruda'nın Türkçeye Çevrilen Kitapları
100 Aşk Sonesi; Pablo Neruda, Gendaş; Şiir; İstanbul Ocak 1998
20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı/Şiir Anıtları 3; Pablo Neruda; Şiir, Tercüme:
Sait Maden, Çekirdek Yayınlar; İstanbul, Kasım 1996
Aşk Soneleri / Ateşten Kılıç; Pablo Neruda; Tercüme: Metin Cengiz
Papirüs Yayınevi; Şiir; İstanbul Temmuz 1995
Gölge Bile Yalnız; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova İyi Şeyler Yayıncılık;
Edebiyat, Şiir; 1.Hamur; İstanbul Mart 1994
Kaptanın Dizeleri ve Yürekteki İspanya; Pablo Neruda; Tercüme: Erdoğan Alkan
Kaynak Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul Aralık 2000
Yürekte İspanya; Pablo Neruda, Çev: E.Gökçe; şiir, evresel yay. 2003
Kara Ada Şiirleri / Şiir Anıtları 7; Pablo Neruda; Tercüme: Sait Maden
Çekirdek Yayınlar; Şiir ; İstanbul Haziran 1998
Kuruntular Kitabı; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova
İmge Kitabevi Yayınları; Şiir; İstanbul Aralık 1999
Kuşlar Sanatı; Pablo Neruda; Tercüme: Erdal Alova
Milliyet Yayınları; Şiir; İstanbul Eylül 1998
Kültürlerarası Şiir; Johann Wolfgang von Goethe, Octavio Paz, Pablo Neruda,
Salah Abdussabur; Sunuş: İbrahim Serhat Canbolat; Türkçeleştiren: İbrahim Serhat
Canbolat
Alfa Bas.Yay.Dağ.; Şiir; İstanbul, 1997
Makasçı Uyansın; Pablo Neruda; Tercüme: Nice Damar
Evrensel Basım Yayın; Edebiyat, Şiir; İstanbul Mayıs 1996
Saf Şiir Yoktur; Bertolt Brecht, Louis Aragon, Pablo Neruda, Paul Eluard,
Vladimir Mayakovski Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir (Yerli), Edebiyat Bilimi;
İstanbul, Ocak 1994, 1. Baskı: Mart 1984, 3. Baskı
Sorular Kitabı; Pablo Neruda; Tercüme: Acem Özler, Jörg Spötter, Şahap Eraslan
Broy Yayınları; Edebiyat, Şiir; İstanbul 1992
Şiir Boşuna Yazılmış Olmayacak / -Yazı ve Konuşmalar-; Pablo Neruda; Tercüme:
Nesrin Arman; Broy Yayınları; Şiir (Yerli), Genel, Anı-Günce-Mektup, İstanbul
Mayıs 1997
Şiirler; Pablo Neruda; Tercüme: Hilmi Yavuz
Cem Yayınevi; Şiir (Yerli), Edebiyat; İstanbul 1997
Yaşadığımı İtiraf Ediyorum; Pablo Neruda, Anı, günce, mektup; Çev; Ahmet Arpat,
Alan yay. 1990
Yüreğim Rüzgarla Özgür; Pablo Neruda
Adam Yayınları; Şiir;
Yüz Aşk Şiiri; Pablo Neruda; Tercüme: Erdoğan Alkan
Kaynak Yayınları; Şiir;
İstanbul, 1998 1. Baskı
Neruda üzerine kitaplar
Pablo Neruda; Volodia Toitelboim; Çev:A. Karaçoban, İnceleme; Kavram yay; Ekim
1999
****
Yürekte İspanya'dan
(seçme)
Kardeşler ileri
İleri sürülmüş topraklardan
Bağlar arasından ileri
Çiğneyin soğuk taşları
Kuru gecede ileri
Düşşüz ve sayıklayan ve yivli gecede
Selam selam izleyin kışın sesinden daha keskin
Gözkapağından daha duyarlı
Şimşekten daha duyarlı
Hızlı elmas gibi tam
Merkez topraklarının acılı suyu gibi savaşçı
Şaraba ve çiçeğe göre
Bütün yaprakların köklerine göre
Selam askerler, kızıl nadaslar, sert yoncalar
Selam şimşeğin alevine yakalanmış halklar
Selam selam selam
İleri ileri ileri
Madenlerde mezarlarda ölümün korkunç iştahası
Hainlerin dinelen teröründen önce
Etkili halk yürek ve tüfek
Tüfek ve yürek ileri
Fotoğrafçılar, madenciler, memurlar, demiryolcular
Kömürün kardeşleri ve taşın
Çekicin ataları
Orman sevinci yitmiş bayramlar, ileri
Savaşçılar, binbaşılar, çavuşlar, siyasal komiserler
Halkın pilotları ve gece savaşanlar
Denizde savaşanlar ileri
Önümüzde ölü bir zincirden başka bir şey yok
Çürümüş bir balık çukurundan başka bir şey yok daha
Burda can veren ölülerden başka bir şey yok daha
Müthiş kanlı irinli bir batak var
Düşman yok, ileri İspanya
İleri halkın çanları
Meyveler ülkesi
İleri buğdaylar sancağı
İleri ateşin harfleri
Dağda ve acı biber yüklenmiş şafakta
Dalga üstündeki savaşta ve çayırda
Parçalanmaz bir zincir taşıyorsunuz
Ve sürekli bir doğumu
***
Bu sırada
Madensel bir zaferi beklesin diye
Derin kök ve çelenk sessizce yükseliyor
Her alet her kırmızı tekerlek
Her bıçkı kolu her saban demiri
Her topraktan çekip çıkarılan
Her kanın titremesi
Senin adımlarını izliyor
Ey halkın ordusu.
***
Hepsi buradalar
Yanıbaşımdaymış gibi
Toplanın bir bir
Kavgamız sürüp gidecektir
Fabrikada, tarlada yani
Sokakta ve güherçile madeninde
Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında,
Korkunç dehlizinde kömürün
Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler!
Ve ölülerimize adadığımız,
Kanımızla ıslanmış bu bayraklar
Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi
Serpilip gelişecektir!
***
Muzaffer halk
Yüreğim bu kavganın içinde
Kazanacak halkım
Bütün halklar kazanacak bir bir.
Bu acılar ıslak bir mendil gibi
Kumlar arasından
Şehit duraklarından.
Çıkaracak her şeyi,
Şanlı günler yakındır çünkü
Kinler kusacak bir an
Ceza veren elle
Kızıl Bayrak/11 Temmuz 2004
Neruda: Kavganın militan ozanı!
Pablo Neruda, toplumsal ve siyasal şiirleriyle Latin Amerika’nın şiirsel sesi
oldu. Neftali Ricardo Reyes Basoalto adıyla 12 Temmuz 1904’de Güney Şili’de
doğdu. Babası lokomotifçi, doğumundan hemen sonra ölen annesi ise öğretmendi.
Neruda henüz 15 yaşındayken yerel bir gazetede görev aldı. Çekoslovakyalı şair
Jan Neruda’ya olan hayranlığından dolayı Pablo Neruda takma adını aldı. 20
yaşında ilk şiirleriyle bir yarışmaya katıldı. Daha sonra gazeteci olarak
çalışmaya başladı.
Neruda’nın ilk şiir derlemesi 1923’de çıktı. Bir yıl sonra yayınlanan Yirmi Aşk
Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı Latin Amerika’nın en çok satış yapan şiir kitabı oldu.
Neruda 6 yıl boyunca Güneydoğu Asya’da konsolosluk yaptı. Bu bölgedeki toplumsal
sorunlar yüzünden ömrünü “en çok acı veren dönemi” olarak nitelendirdiği bu
süreçte Yeryüzünde Konaklama adlı iki ciltlik yapıtını verdi.
Neruda, katı mısra ve şiir biçimlerine yer vermeyip, her şiiri kendine özgü bir
ritimle yazmıştı. 1934’de İspanya’ya giden Neruda, burada sembolizm, sürrealizm
ve fütürizmin etkisinde kalan 1927 Nesli adlı şiir topluluğuna katıldı.
Şili Konsolosluğu görevi için Arjantin’de bulunduğu dönem devrimci şair Federico
Garcia Lorca’yı tanıdı ve ondan etkilendi. “Şiirimi değiştiren bu İspanya İç
Savaşı, benim için bir şairin ölümü ile başlar ” der Pablo Neruda ve Lorca için
şu dizeleri yazar.
“Lorca’da İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü. Halkçı gelişme çağını.
Gelip geçmiş o İspanya’yı aydınlatan biri.”
Neruda 1949’da Şili Komünist Partisi’ne girerek senatör oldu. Başkan Gonzalez
Videla’yı eleştirmesi üzerine hükümet tarafından devlet düşmanlığıyla suçlandı
ve tutuklama emriyle arandı. Arjantin’e kaçmayı başardı. Daha sonra Sovyetler
Birliği’nde ve Çin’de yaşamını sürdürdü.
Şiirlerinde, Latin Amerika’yı tarihiyle, doğasıyla ve politik–sosyal durumuyla
ele alarak yansıtmaya çalıştı.
1969 yılında Komünist Parti tarafından başkan adayı gösterilen Neruda, Salvador
Allende’nin ulusal cephesine katılmak üzere 1970’te adaylığını geri aldı.
Arkasından Allende tarafından Fransa’ya Büyükelçi olarak atandı. Bir yıl sonra
Neruda’ya Nobel Edebiyat Ödülü verildi.
Kansere yakalanan Neruda, Allende’ye karşı düzenlenen askeri darbeden birkaç gün
sonra, 24 Eylül 1973’de, 69 yaşında hayata gözlerini kapadı. Anıları Yaşadığımı
İtiraf Ediyorum adı altında ölümünden sonra yayınlandı.
|
Tarih: 15.04.2007 Saat: 04:41 |
|
| |
Haber Puanlama |
Ortalama Puan: 5 Toplam Oy: 6

|
|
|