GELİŞİMİN BELİRLEYİCİLERİ |
Günümüz insanının olumlu ve olumsuz edinimlerini nasıl kazandığını ve bu duruma nasıl geldiğini hiç düşündünüz mü? “İnsanın milyonlarca yıllık süreçte evrimselleşmesi” sizin için bir anlam ifade ediyor mu? gibi benzeri sorulara, yine yıllarca yapılan araştırma ve incelemeler, yanıt bulmaya çalışmıştır.
Bugün için elde edilen verilere göre bireyin gelişmesinde ve kişiliğin
oluşmasında temel kaynağın, kalıtımsal ve çevresel etmenlerin olduğu
belirtilmektedir. Bu doğrultuda bilimsel araştırmalar hala devam etmektedir ve
edecektir de. Çünkü insan öyle gizemli bir canlı ki onun bilinmeyenler bütünü
olduğunu söylemek dahi olanaklıdır! Yine de bu güne dek elde edilen veriler
bağlamında kalıtımın çevre ile etkileşimi sonucunda bireyin özyapısının
oluştuğu, bunun da gelişimin sonraki dönemlerine yön veren kişilik olarak
karşımıza çıktığı söylenebilir...
Tarihi gelişim içinde bazen kalıtımı, bazen de çevreyi ön planda tutan
düşünürler olmuştur. Elbette kalıtım, bedensel gelişimi en çok etkileyen etmen
olduğu da bir gerçektir. Bireyin “birincil tepki” eğilimlerinin oluşmasında da
beden yapısı oldukça önemlidir. Etkinlik düzeyi, uyma yeteneği ve duyarlılık
gibi... Dikkatle gözlemlerseniz, yeni doğmuş bebeklerin bir kısmının yüksek sese
karşı tepki verdiğini, bir kısmının ise kayıtsız kaldığını, renkli ışıklara
karşı da bazılarının tepkili, bazılarını ise tepkisiz olduklarını
görebilirsiniz. Bunun gibi, birçok uyarana karşı bebekler aynı tepkiyi
vermezler. Bazı uzmanlar, bu özelliklerin yetişkinliğe değin önemli bir
değişikliğe uğramadığını da ifade etmektedirler. Hangi ırktan ve hangi milletten
olursa olsun gensel kalıtımın türe ilişkin temel özellikleri her insanda özdeş
olmasına karşın, birçok nitelikleri bireyden bireye birçok farklılıklar
göstermektedir... Demek ki kalıtım; bireyin bazı gizil güçlerini özünde
barındırmakla yetinmez, aynı zamanda bireysel farklılıkları yaratan önemli bir
belirleyici olarak ona ayrıcalıklı bir özellik kazandırır.
Demek ki insan dediğimiz canlı; milyonlarca yıllık doğal gensel evrimin sonucu
kalıtımın, binlerce yıllık toplumsal evriminin oluşturduğu kültürel bir
varlıktır. İçinde yaşadığı doğa ile birlikte bu toplumsal ve kültürel ortam da
onun çevresini oluşturur.
Her toplum ve toplum içinde yer alan gurup; kendi kültürel örüntüsü içinde yer
alan bireyi, ortak özellikleri doğrultunda yetiştirir ve böylece birey, o
gurubun özelliklerini taşıyan bir birey olarak karşımıza çıkar. Bilişim çağında
bilgi zenginliğiyle dolu bir Yerküre’de yaşıyoruz. Ne zenginlik ama! Bu dürüst
olmayan ortamda açlığı, susuzluğu, acıyı, nefreti, aldatma/aldatılmayı, suç ile
suçsuzluğu aynı sayan vicdanı, beden ile ruhun yorgunluğunu, yoksulluğu,
işsizliği, korkuyu, kibirliliği, ikiyüzlülüğü, saygısızlığı görerek ve acı
gerçekleri yaşayarak öğreniyoruz. Doğruyla yanlışı ayırt etmesini de yine içinde
yaşadığımız olgu ve olaylardan öğreniyoruz. Tabii sevme ve sevilme gibi özlem
duyduğumuz değerleri de bilgi ve duygu zenginliği içinde edinme olanağı
yakalıyoruz. Ve daha nice bilgilere içinde yaşadığımız toplumsal verilerle
ulaşabiliyoruz.
Durumu bu çerçevede değerlendirdiğimiz zaman; saldırgan bir gurup içinde yetişen
bir bireyin saldırgan özyapıya, barışçıl bir gurup içinde yetişen bir bireyin de
uzlaşmacı özyapıya sahip olması kadar olağan bir şey olamaz. –Bu da bize; aile
tutumları ve içinde yaşanılan toplumsal değerlerin ne kadar önemli olduğunu
gösterir.- İstesek de istemesek de bir toplumda eğitim programları “tek yönlü”
olarak düzenlenir ve yoğun bir şekilde uygulanırsa, o toplumun bireyleri
arasındaki benzerlik de o kadar artar. Değişmez görüşlere sahip bireylerin
oluşturduğu toplumlar da ne kadar sağlıklı olur onu bilemem. Ama şunu rahatlıkla
ifade edebiliriz:
Çocuğun içinde yaşadığı toplumun; temel yasası, eğitim programları, sosyal ve
ekonomik yapısı, vatandaş yetiştirme modeli, ailesi, cinsiyeti, yaşı ve mesleği
gibi olgular, onun, o toplum içindeki rolünü belirleyen etmenlerdir. Bu
koşullarda bireyin kalıtımla getirdiği yetenekleri ve belirleyicilerin algılanış
düzeyi onu diğer bireylerden ayırır ve bireysel farklılıklar ortaya çıkar.
Bireyin toplum içinde üsleneceği “rol” için belirleyiciler dikkate alınmadan
yönlendirme yapılırsa, onun, gelişiminde büyük oranda aksamalar oluşur. Şayet
belirleyiciler dikkatle irdelenmiş ve bu doğrultuda yönlendirme yapılmışsa ve
kendisi de bunu doğru algılayabilmiş ise onda sağlıklı bir “benlik” kavramı
oluşur. Böylece yaşam boyu karşılaştığı sorunları benliğine uygun algılar,
düşünür, karar verir ve çözümler. Çünkü içinde yaşadığı toplumu ve kendini
gerçekçi bir şekilde görür, nelerin olup olamayacağını değerlendirir,
benimsediği ve geliştirdiği inanç, doğru, yanlış, iyi, kötü gibi kavramların
etkisi ile bireylerle ilişkilerini düzenler. Eş deyişle kendine özgü bir yaşam
biçimi ve içsel denetimi özümseyerek toplum içinde uyumlu bir sosyal etkileşim
sağlamış olur. Kişi kendisiyle ilgili inandığı, hayal ettiği, güvenle beklediği
şeyleri mutlaka yaşayacaktır. Aksi halde toplum, kendi düzenini devam
ettirebilmek için o bireye sınırlayıcı önlemler uygular. Sonuç olarak birey
kalıtım ve çevrenin etkileri neticesinde evrendeki yerini alır.
Bireyi içine alan etkileşim durumundaki değişkenlerin çokluğu nedeniyle, hangi
etkinin onda ne gibi sonuçlar doğuracağını değerlendirmek oldukça güç olsa da,
birçok olumsuz etmenin çocuğun gelişimini sağlıksız bir biçimde etkilediği de
bir gerçektir. Bunların en önemlileri arasında gensel bozukluklar, bedensel
kusurlar, hatalı anne-baba tutumları, aile ve toplum düzenindeki etmenleri
sayabiliriz. Bunlara kısaca değinecek olursak:
Son yıllarda genetik alanındaki gelişmeler kromozomlar ve gen yapısında ya da
sayısındaki sapmaların doğuştan itibaren sakatlıklara ve kalıtımsal hastalıklara
neden olduğu saptanmıştır. Ayrıca şeker hastalığı ve yüksek tansiyon gibi bazı
hastalıkların kalıtımsal olarak bulunduğu, bunların yaşam koşularına bağlı
olarak çekinik veya başat şekle dönüştüğü ileri sürülmektedir. Yalnız; beden
sakatlıkları, bir takım hastalıklar ve zeka düzeyi gibi olumsuz durumlara sadece
kalıtımın neden olduğu söylenemez. Bu olumsuz durumlara annenin hamilelik
süresince beslenmesi, bazı ilaçlar, radyasyon etkisinde kalması, duygusal
zorlamalar, doğum anındaki olumsuz etmenler de neden olabilir.
Bireyin doğuştan itibaren duyarlılık, duygusal tepki ve etkinlik düzeyinde de
bir takım farklılıklar vardır. Bunlar kalıtımsal farklılıklardır. Bu da o
bireyin çevresiyle ilişkilerini önemli düzeyde etkiler. Zorlanma durumunda aynı
etkiye bireyler aynı tepkiyi vermezler. Soğukta kalan iki çocuktan biri hafif
bir grip ile durumu atlatırken diğeri ileri boyutta hastalanabilir. Eş deyişle
çevresel etmenlere ve zorlamalara her bireyin direnci aynı değildir.
Çeşitli nedenlerle anne yakınlığından ve sevgisinden yoksun kalan çocuklarda
gelişme kusurları da görülür. Etkilenme derecesi ise; çocuğu hangi yaşta anneden
yoksun kaldığı, yoksunluğun süresi, annenin yerini alan bakımın niteliği ve
çocuğun kalıtımsal yapısına göre değişir. (Babası ölen “öksüz” kalmazmış da,
annesi ölen çocuk “öksüz” kalırmış öz deyişini boşa söylememişler.)
Anne-baba tutumları ile çocuk davranışları arasında bugüne kadar sayısız
araştırma yapılmış ve çocuğun davranışlarında büyük oranda etkili olduğu
saptanmıştır. Konuya ilişkin olarak gelişim dönemleri ve diğer konular
açıklanırken anne-baba tutumları konusuna değinilmiştir ve de değinilecektir. Bu
nedenle burada ayrıntısına girilmemiştir.
Bireyler; yaşamları süresince güven, yeterlilik ve öz değer duygularını geçici
olarak kaybetmelerine neden olabilecek olaylarla karşılaşmış olabilirler. Bu da
onun daha sonraki yaşamında; benzer durumlarla karşılaştığı veya karşılaşana
tanık olduğu zaman aşırı tepki vermesine ve etkilenmesine neden olabilir. Benzer
bir durumu biri pişkinlikle karşılarken bir diğeri aşırı “duygulanım” içine
girebilir. Karşılaşılan durum, tepki geliştirmekten ziyade daha önceki deneyim
anındaki “duygulanım durumu” yeniden yaşanabilir. Doğal olarak sarsıcı bir
olayın çocuk üzerinde yaratığı etki, anne-baba ve çevresinin destek ve güvence
verme derecesine göre hafif veya yoğun atlatılabilir. Çocuk bu olumsuz olayın
izlerini çevresinin tutumu doğrultusunda benliğinde yaşamı süresince taşır.
Örneğin; tecavüze uğramış ve direnç gösterememiş bir çocuğun ailesi tarafından
suçlanması onda bu alandaki duyarlılığı yaşamı boyunca taşımasına neden olur.
Ayrıca, sosyo-ekonomik durumu alt düzeyde olan aile çocuklarının düşünsel
işlevlerde esneksizlik ve yavaşlama, dil ve kavrama düzeyinde yetersizlik,
umutsuzluk ve isteksizlik, bağımlılık ve başarısızlık görülmesi kuvvetle
muhtemeldir. Ayrıca toplumsal gelişmenin getirdiği yaşam biçimi ve değer
yargılarındaki değişiklikler ve bireyin bu değişime uyum sağlayamaması onda
“yabancılaşma” duygusunu geliştirmektedir. Bu da onda toplumsal değerlere uyma
güçlüğü, iletişimde zorlanma, öz kimliğinde şaşkınlık, başkalarına bağımlılık ve
öz güvenini kaybetme gibi duygusal çöküntülere neden olabilmektedir. Sonuçta
yasa dışı guruplara katılması veya bireysel suçlara yönelmesi kaçınılmaz bir
gerçek olarak karşımıza çıkabilir.
Zorlu çocukluk ve ergenlik dönemlerini atlatarak yetişkinliğe adım atan bireyin
sorunları sona ermiştir demek yanlış bir yargıdır. Daha, yaşam serüveninde
birçok sorunla ve zorlamalarla karşılaşacak, geçmiş birikimleri yardımı ile
bunları aşacaktır. Aşamaması durumunda da normal dışı davranışlara yönelmesi onu
bir sorunlu birey olarak karşımıza çıkaracaktır.
Anne-babaların çocuklarını yetiştirirken; onlara, burada söz edilen kısa
bilgiler çerçevesinde bakmalarının yararlı olacağı, karşılaştıkları sorunları
algılamada ve çözümler üretmede yardımcı olacağı kanısındayım.
Kalıtımsal ve toplumsal gerçekleri özümseyebilecek, karşılaşılan sorunları
aşabilme becerisi gösterebilecek bireyler yetiştirmeniz dileğiyle.
İsmail KARAYILAN
|
Tarih: 23.12.2007 Saat: 23:54 |
|
| |
Haber Puanlama |
Ortalama Puan: 2.5 Toplam Oy: 2

|
|
|