Şirince Ana Sayfa - Şirince Haber - Şirince Şiir - İletişim

Açılış sayfanız yapın Sık kullanılanlara Ekle Bize Yazın Sitede Aratınız Sirince_TV İçimizi Acıtan 19 Gerçek! http://arsiv.sirince.net/images/on/10.png  Dayanışma için yıldıza tıklayınız. Devrimci Siteler i ziyaret et
Diğer şiirler için sitemizin şiirlerimiz bölümüne bakınız. 
Home Ana Sayfa Downloads Dosya İndir Downloads Forum Forums Radyo - Sohbet Sohbet Your Account Hesabım
Ana Menü
 Şirince Menü
 Tanışalım
 Şirince'den
 Oda TV'den 
 Şirince Damar
 Seçmeler
 Şirince Arşivi
 Devrimci Basın
 Bağlantılar
 Konuk Defteri
 Şirince'ye Yaz
 Hosting  
 Şirince Hosting
 Şiir
 Şiirler Anasayfa
 Şiir Ekle
 Bütün Şiirler
 Şair Listesi
 Şair Ekle
 Açıklamalar
 Yazarlar
 Alev Kutluözen
 Ali Solmaz
 Arzu Kır
 Ayhan Tırıç
 Bülent Tekin
 Esen Yel
 İlhan Büyükcebeci
 İsmail Karayılan
 Mahmut Halil Can
 Mürüvvet Yılmaz
 Necmi Otçu
 Nurettin Kurtuluş
 Onur Çağlar
 Sibel Özbudun
 Tamer Uysal
 Temel Demirer
 Turgay Delibalta
 Turgay Usanmaz
 Yavuz Kalkan
 Okuyalım  
 Aşk / Sevgi
 Devrim Tarihi
 Eleştiriler
 Genel Kültür
 Efsaneler
 Sağlık
 Gülelim
 Kadın
 Haberler
 Kitap Tanıtımı
 Şirince'den
 Aşuremiz
 Ansiklopedi
 Eğlence
 Resim, Fotoğraf, E-Kart
 Ayrıntılı E-Kart Sitemiz
 Oyunlar
 Üyeler
 Hesabım
 Mesajlarım
 Üye Listesi
 Şirince Grup
 Paylaşalım
 Tavsiye Et
 MİNİ SOHBET
 İstatistikler
 En iyi 10
 Anketler
 Genel İst.

Siteye toplam hit
Şu ana kadar
20557029
sayfa izlenimi aldık. Başlangıç: Mart 2001

Müzik Dinle



Bağlantılar
Toplam Site: 196
Toplam Kategori:7
Toplam Ziyaret:132843

 İsmail Beşikçi..
 www.AhmetKayaFan.n..
 Kızıl Can Yıldız..
 Sol Yayınlar Onlin..
 Turkish Language L..
 Oyunlarla İngilizc..
 Türkçe Dersleri..
 Serkan Engin'e ait..
 Gnoxis..
 Toplum Düşmanı..
 TSİP..
 Evrim Teorisi..
 olhayat..
 Paylaşım Radyo..
 Ortak Paylaşım..

 usanmazlar.....
 'Yasak Site'..
 Kızıl Bayrak..
 Turan Dursun Sites..
 --Ozan Rap--..
 ÖzgürOkul.Org..
 yeni özgür haber..
 Yürüyüş..
 Milliyet..
 Eski Şirince..
 Fanatik..
 Halkın Sesi TV..
 Alevi Forumu..
 Anarsi.org..
 Evrensel..

BOLUM II - “CUJUS REGIO, EJUS RELIGIO!”
Yazar: Sibel Özbudun

Türkiye’de Rejim ve İslâm

XVIII. yüzyıldan itibaren, ama ağırlıklı olarak 19. yüzyılda rakip emperyal güçlerin nüfuz mücadeleleri, “ayrılıkçı” ulusal hareketlerin yanı sıra Batı kapitalizminin yoğun etkisi altında dağılma süreci hızlanan Osmanlı İmparatorluğu’nun içine sürüklendiği yoğun ve kapsamlı değişim sürecine tepkisi, yönetim mekanizmasını modernize etmek/sekülerleştirmek olacaktı. Eşzamanlı olarak, yönetici elit, ilk kez çeşitlenmiş ve özerkleşmiş “ideolojiler”le tanışacaktır:

Dağılmaktaolan imparatorluğu “kurtarmak” üzere, (Müslüman ve gayrımüslim uyruklar arasında “eşitliği” tesis ederek tekil ve birleşik bir Osmanlı yurttaşlığı alanı yaratma ve sultanın uyruklarını devletin yurttaşlarına dönüştürmeyi hedefleyen) Osmanlıcılık; (İmparatorluk topraklarında yaşayan Müslüman toplumları tekil bir ümmet olarak birleştirip İmparatorluğun temeli kılmayı hedefleyen) İslâmcılık; ve (–başlıca ideologları Rusya Türkçüleri olması hasebiyle- Turanî heveslerle başlayan; “Kızıl Elma”nın acı deneyimi sonucu “Misak-ı millî”yle iktifa etmeyi öğrenen) Türkçülük, birbiriyle çatışkılı, birbirinden öğrenen ideolojiler olarak serilmendi 19. yüzyıl Osmanlı siyasal-toplumsal sahnesinde.

İslâmcılık, burada konumuz açısından önem taşıyor. 1878’den itibaren Sultan Abdülhamid’in desteğiyle “devletin resmî ideolojisi” niteliğini üstlenen İslâm(cılık) böylelikle, Yavuz Selim döneminden beri hilafet, dolayısıyla da (Sünni) İslâm toplumlarının önderliği iddiasını da üstlenen ve devlet ile din arasında (Bizans’tan tevarüs ettiği) oldukça hassas bir dengeyi sürdüregelen, devletin meşruiyet kaynağı ve toplumsal denetim aracı olma işlevinden farklı bir işlevi daha üstlenecekti. Devlet yönetiminin İslâm’dan bolca yararlanırken, ulemâyı sıkı bir denetim altında tuttuğu uzun süreli bir caesaropapism deneyiminin ardından, İslâm(cılık) ilk kez net hatlarıyla ayrışmış (modern) bir siyasal ideoloji olarak devletle yeniden entegre olacaktı.[10] Modernizmin (özellikle de devletin örgütlenişi, ordu, eğitim, teknoloji vb. alanlarında) gerekliliği vurgusunun yanı sıra, derin bir Batı-karşıtlığı ve pan-İslâmist yönelişiyle tanımlanan İslâmcılık ideolojisi, bu süreçte, Karpat’ın (2001: 17) Eylül 1906 tarihli İngiliz Blackwood’s Magazine’deki bir yazıdan aktardığı önemli bir saptamayla yüklenecek ve bundan böyle bu veçhesiyle karakterize olacaktı: “Sömürgeciliğe karşı ya da İslâm toplumlarını muhafaza ya da canlandırmaya yönelik bir girişimdense, İslâm’ın Hıristiyanlık ve Avrupa uygarlığıyla çatışması olma” özelliği. Evet, geç-Osmanlı (ve ardından günümüzde Türk) İslâm(cılığ)ı anti-sömürgeci (ya da antiemperyalist) olmaktan çok Batı-karşıtı olmakla tanımlanmaktadır. Ve bu hâliyle kültüralist bir yöneliştir…
* * *
Kemalizm’e ilişkin yaygın algı, onun laikliği, üstelik de Fransa’dan mülhem radikal bir laikliği benimseyerek dini kişisel iman planına doğru sürdüğü yönündedir - ki oldukça eksikli bir algıdır bu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin erken dönem “laikliği”ni karakterize eden “din” işleriyle “devlet” işlerini birbirinden ayrılmasından çok dinin (elbette ki İslâm dininin) devletin bir aygıtı olarak yeniden biçimlendirilmesidir.[11] Birkaç nedenden dolayı:

- Öncelikle Kemalist rejim, Osmanlı’nın caesaropapist geleneğinin doğrudan sürdürücüsüdür. İslâm dini, eklemlendiği her rejime, Kemalist devletin vazgeçemeyeceği bir meşruiyet temeli sağlamaktadır. Yanı sıra, İslâmi “ulûl emre itaat” ilkesinin, “devletine, milletine bağlı, muti, tokgözlü, ahlâklı” yurttaşlar biçimlendirmede işlevsel olacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Kaldı ki, Cumhuriyet rejimi, halkın sefalet ve acılara katlanmaya ancak güçlü dinsel referanslar sayesinde ikna edilebildiği uzun ve acılı bir savaşlar silsilesinin sonucunda kurulabilmiştir. Bu durumda, devletin halkın dinsel inançlarıyla çatışmayı göze alması, beklenemez.

- Dahası, yeni devlet, otokton Türkmen, Kürt, Arap nüfusun üzerine Balkan ve Kafkaslar’dan göç etmiş göçmenlerden bir “ulus” yaratma sorunuyla karşı karşıyadır. Ermenilerin soykırım, Rumların mübadele, Yahudilerin bezdirme yöntemleriyle tasfiye edilerek gayrımüslimlerden arındırıldığı koşullarda Müslümanlık, “misak-ı millî” dâhilinde kalan nüfusun büyük çoğunluğunun elindeki tek ortak paydadır. (“Türkleştirme”, 20’lerin sonlarına doğru başlamakla birlikte, esas olarak 1930’ların marifetidir.) Bir başka deyişle, uzun süre yurttaşlığın tek referansını oluşturacaktır. (Türk mevzuatında gayrımüslim yurttaşların hâlen “yabancı” yerine konulmasının nedeni de budur).

- Ve nihayet, İslâm(cılık) Cumhuriyet’in bölgesel iddialar için, yani Müslüman Ortadoğu ya da Türkî cumhuriyetler üzerinde nüfuz sağlayabilmek için her zaman elinde tutmak isteyeceği bir ideolojik araçtır.

Bu nedenlerledir ki genç Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan hilafetin ilgası, devletin resmî dini ilkesini kaldıran Anayasa değişikliği (1937), tevhid-i tedrisat, kamusal alanlarda dinsel simge kullanımının yasaklanması, şapka, kıyafet devrimi, Latin alfabesi ve miladî takvimin benimsenmesi vb. bir dizi “sekülerleştirici/batılılaştırıcı” reformu benimserken, bir yandan da Sünnî İslâm’ın başatlığı altındaki Diyanet İşleri’ni (1924) örgütleyip tüm dinsel sorunlarda bir çeşit “fetva yetkisi”yle donatarak, ilköğretim kuruluşlarında, Sünnî İslâm ilkelerinin öğrencilere aktarıldığı din dersleri (12 Eylül sonrası zorunlu hâle gelecektir) aracılığıyla; İmam-Hatip liselerini yaygınlaştırarak… İslâm’ı “devletleştirmektedir.”

Bu “aracılıklar” arasında devletin dinsel yaşamı denetim altında tuttuğu kurum olarak “Diyanet” özel bir önem taşımaktadır: Devlet bütçesinden kendisine tahsis edilen devasa payla (2013 yılında 4 milyar 604 milyon TL. ile bütçeden en fazla payı alan kurumlar arasında 12. sırayı tutmakta. Diyanet bütçesi, İçişleri, ya da sağlık bakanlıkları bütçesinin iki katına ulaşıyor) Diyanet İşleri Başkanlığı, 78 000 kadar cami ve 5000 kadar Kur’an kursunu yönetmekte, ülkede her bir camide verilecek Cuma vaazını dikte ettirmekte, devletin medya araçlarının dinsel içerikli yayınlarını denetlemekte, dinsel metinlerin Türkçe çevirilerini gerçekleştirmekte, toplumsal konularda “fetva” mercii işlevini görmekte, Hac yolculuklarını örgütlemekte ve (DITIB adı altında) Avrupa’da yaşayan Türkiyeli Müslümanlara dinsel hizmet götürmektedir.

Böylelikle yurttaşlarının “dinsel gereksinimleri”ni monolitik bir devlet kurumu aracılığıyla karşılayan, dolayısıyla da yurttaşlara dini nasıl yaşamaları (ve nasıl “yaşamamaları” gerektiğini dikte ettiren bir devlet kurumu eliyle Türkiye Cumhuriyeti, oldukça ilginç bir “laiklik” görüntüsü vermektedir: Alevîlerden, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamakla birlikte herhangi bir dinsel gereği yerine getirmeyen “laik” yurttaşlardan, gayrımüslimlerden, agnostiklerden, ateistlerden… alınan vergilerle de beslenen ve resmî bir Sünni İslâm versiyonunu dayatan bir devlet kurumunun varlığı, devletin din karşısındaki her türlü “nötralite” iddiasını boşa çıkartmaktadır.[12]

Şu hâlde rahatlıkla öne sürebiliriz: Türkiye’de İslâm, Osmanlı’dan bu yana “devlet dini”dir; ve içeriğiyle mesajları, işlevleri devlet üzerinde söz sahibi sınıfların mahiyetine göre değişikliğe uğramaktadır.

Bu saptama, kanımca Türkiye’de 2002 seçimlerinde iktidara gelen ve o günden bu yana tek başına iktidarda kalmayı başaran AKP’yi anlayabilmede de işlevseldir. Bilindiği üzere, Türkiye’de seküler çevrelerin AKP iktidarı konusundaki görüşleri, esas olarak iki çerçevede kutuplaşıyor:

1. AKP iktidarı Orta Doğu’nun Sünnî/Şeriat rejimlerle yönetilen petrol zengini ülkelerin yönetimleriyle içli-dışlı, esas olarak Arap sermayesinden beslenen, radikal İslâmcı kadroların ağır bastığı, takiyyeci bir partidir. “Millî Görüş” geleneğinin kimi unsurları, laiklik karşıtı söylemlerinin her seferinde rejimin güvencesini oluşturan TSK’nın müdahaleleriyle partilerinin kapatılması sonucunu vermesinden ders alarak ılımlı, laiklik yanlısı bir görüntü veren AKP’yi kurup iktidara gelmişlerdir. Liberal, demokrat görüntüleri bir yanıltmacadır; AKP’nin, özellikle 2007’deki seçim başarısının ardından adım adım hayata geçirdiği bir gizli gündemi vardır: Türkiye’de Şeriat rejimini kurmak.
2. Millî görüş kadrolarından samimî bir özeleştiriyle kopan unsurların kurduğu AKP, iktidara geçtiğinden bu yana demokrasi görüntüsü altında askerî bir vesayet rejiminden başka bir şey olmayan eski siyasal sisteminin liberalizasyonu ve demokratikleştirilmesi yönünde işlemektedir. TSK’nın siyaset sahnesindeki ağırlığının ve “derin devlet” yapılarının tasfiyesi, insan ve azınlık hakları konusundaki ilerlemeler, Kürt sorununun çözümü yolunda atılan adımlar, bu görüşü desteklemektedir. Muhafazakâr olduğunu gizlemeyen AKP’nin gizli bir gündemi yoktur. Eksik olan, geçmişinden taşıdığı alışkanlıkları sınırlandıracak liberal sol bir partinin varlığıdır…[13]

İki analizin de AKP’nin gövdesini oluşturan ve siyaset alanında sözcülüğünü üstlendiği sermaye kesiminin özlem ve taleplerini dikkate almaması, ilginçtir.

Oysa AKP’nin din/İslâm ile ilişkisinde bu kesim kritik bir rol oynamakta.

12 Eylül darbesi, bilindiği üzere Türkiye’de ithal ikameci politikaların terk edilerek neoliberal iktisadî rejimin benimsenmesini öngören 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirildi. Bu yolla önü açılan yeni sermaye birikimi rejimi, emeğin hareket/örgütlenme olanaklarını büyük ölçüde kısıtlarken, mevcut sermayeye kesimlerine de geniş bir hareket alanı açacaktı. Cumhuriyet rejiminin geleneksel burjuvazisi Marmara sermayesi dışında, “başıbozuk” (rogue) olarak tanımlayabileceğimiz bir dizi girişimci (Türkiye Cumhuriyet devletinin 12 Eylül rejiminin hemen ardından angaje olduğu “düşük yoğunluklu” Kürt savaşının sağladığı elverişli ortamdan da yararlanarak) “Yeni Dünya Düzeni”nin olanaklarını lehlerine çevirmeyi başardı: çaycılardan banker, mafya ayakçılarından medya patronu yaratan bu hızlı devingenlik ortamı; Anadolu’daki, küçük çaplı, geleneksel olarak muhafazakâr, küçük ve orta boy müteşebbislerine de pek çok yeni olanaklar sunacaktı.

Cemaat bağlarını ticarî girişimlere tahvil eden bu kesim, Turgut Özal iktidarı döneminde atağa kalktı. TÜSİAD’ın temsil ettiği Marmara sermayesinin ortaklık için geleneksel tercihi AB ülkelerindense, başta Arap sermayesi olmak üzere Müslüman sermayedarlar ile kurulan ticarî ilişkiler, MÜSİAD’da temsil edilen bu kesimin hızla büyümesinin önünü açacaktı.

“Anadolu sermayesi”, böylelikle hızlı bir şekilde palazlanarak siyasetin merkezine doğru kaymaya başladı. “Konsept (MASK= Milli Askerî Stratejik Konsept) değiştiren” TSK’nın 1997’de giriştiği “postmodern darbe” teşebbüsünü ustaca manevralarla savuşturarak bu girişimi TSK’nın kamuoyu nezdindeki son kredibilitesini yok edecek bir “halkla ilişkiler” kampanyasıyla tersine çevirmeyi başardı. Ve bir yandan “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” çerçevesinde bölgedeki “ılımlı” İslâmî rejimlerle işbirliğine yönelen ABD’nin önayak olduğu yeni uluslar arası konjonktürün, bir yandan da ülkede 2000 krizi ve önceleyen yolsuzluklar ve çürümeye duyulan tepkinin yol açtığı olumlu hava içerisinde AKP şahsında iktidara gelmeyi başardı.

AKP ile iktidara gelen ve kendilerini “modern muhafazakâr” olarak tanımlamaktan hoşlanan yeni burjuvalar, iktisaden liberalizmi sonuna kadar savunsalar da neoliberalizmin “ruhu”yla uyumlu bir şekilde, toplumsal-kültürel alanda “yeni-muhafazakârlık”ı benimsemektedirler. Birkaç nedenle:

1. Öncelikle, “halkın bağrından çıkmış”, onun değerlerine bağlı, dini bütün, “baba” patronlar imgesi, onlara, siyasî başarıya tahvil edebilecekleri (ve ettikleri) bir toplumsal meşruiyet temeli sağlamaktadır. AKP’nin “yeni eliti” Türk kültürel hayatının Tanzimat’tan bu yana “duçar olduğu” “halkına yabancılaşmış, Batıcı seçkinler ile halk” çelişkisini ustalıkla manipüle ederek, anti-entellektüalizmle kaynaştırdığı eklektik ve pragmatik bir anti-Batıcılığı kendi pozisyonunu sağlamlaştırma yönünde kullandı.
2. Yanı sıra, yeni-muhafazakârlığın içerdiği aile ve cemaat değerlerinin ihdası, örgütlü sınıf mücadeleleri karşısında Marmara sermayesi kadar donanımlı olmayan bu yeni burjuvaziye, istihdam ettiği emekçilerle “patronaj” ilişkileri kurma olanağı sağlamakta, dolayısıyla daha ucuz ve talepkârlığı daha düşük bir işgücü kaynağına erişim olanağı sağlayacaktı.
3. Yanı sıra, “muhafazakârlık”, küresel kapitalizmin yükselen güçleri, özellikle de Anadolu’nun Müslüman-muhafazakâr girişimcilerinin kültürel tercihleriyle daha kolay rezonansa girebilen Arap-İslâm sermayeyle ilişkileri daha kolaylaştıran bir kisveydi.
4. Bununla koşut olarak, “Arap Baharı”nın sağladığı uygun atmosferde dinsel referanslı muhafazakârlık, AKP’nin neo-Osmanlıcı yönelişinde Türkiye’nin Ortadoğu’daki nüfuz alanını genişletme hedefiyle de uyumlu gözükmektedir.

Şunu da belirtmekte bir beis yok; neoliberalizm, salt sermayenin yüksek ölçüde ve sınırsız devingenliğini öngören bir iktisadî tercih olmanın çok ötesinde, (Sosyalist Blok’un çökmesi ve bunun sağladığı ideolojik çözülme, iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, dayanıksız tüketim malları üretiminin çapının devasa ölçülerde genleşmesi, finans vb. sektörlerin sınaî üretime öndelik kazanması, vb… etkenlerin sonucu) kapitalizmin “modernist” paradigmasında bir kırılmaya da denk düşmektedir. “Postmodern” sıfatıyla tanımlanan bu kırılma, kapitalist modernizmin ulus-devlet, sekülarizm, liberal demokrasi, insan hakları gibi “olmazsa olmaz” sayılan bir dizi standardından vazgeçişe işaret eder. Bir başka deyişle, neoliberal evresinde kapitalizmin “ethos”unu “Batı uygarlığı”nın standartları değil, “Kuzey tüketim toplumu”nun daha gevşek, muğlak, esnek ve geçirgen “norm”ları biçimlendirmektedir. Postmodern norm aşımı, dinselin görünürlük kazanması konusunda çok daha hoşgörülüdür; özellikle de “sınıf mücadelesi”ni ikame eden “kimlik” çerçeveleri aracılığıyla alttan gelecek itirazları sisteme entegre etme yetisi sergilediklerinde…

Kabul etmeli, krizlerle sarsılan AB’ye girme ısrarından vazgeçip, bir “çeper ülke” konumuyla Orta Doğu’da Kuzey’in “koçbaşlığını” üstlenen “ılımlı Müslüman” bir Türkiye ABD-AB çevreleri tarafından da oldukça “hayırhah” karşılanmıştır – en azından AKP Arap Baharı’nda yakaladığı popülaritenin rüzgârıyla Orta Doğu’ya müdahil, özerk bir güç olma niyetini aşikâr edene dek…
* * *
Bu durumda, vurgulamalı: günümüz Türkiyesi’nde din-devlet ilişkilerinde köklü bir dönüşüm yaşanmamaktadır. Türkiye’de devlet İslâm dini üzerindeki denetimini sürdürmektedir; tersi varit değildir. Ne ki, devletin dümeninde bir kadro değişikliği yaşanmıştır. Marmara baronları, yani geleneksel Batıcı, seküler burjuvazi iktidarını AKP’nin temsilcisi olduğu, kültürel olarak muhafazakâr taşra burjuvazisiyle paylaşmaya razı gelmek durumunda kalmıştır. Ve bu “yeni” burjuvazinin siyasal temsilcileri, dinsel referanslara eski kadrolardan çok daha fazla bağlıdır. Bir başka deyişle, devlet, yönetimi bugün din ile ünsiyeti çok daha yüksek bir kadronun elindedir.

Bu durum, Kemalist cenahın yaymaya çalıştığı üzere laikliğin ilga edilerek Şeriat’ın Anayasa ilan edilmesine yol açmayacaktır kuşkusuz. Ya da Türkiye’nin rejiminin İslâmî bir teokrasiye dönüşmesi bir hayli uzak bir ihtimaldir. Ancak yeni burjuvazi, yukarıda özetlemeye çalıştığım sınıfsal yönelimlerini hayata geçirmek üzere, Sünni-İslâm yorumunu alabildiğince yaygınlaştırma ve toplumsal konsensüs temelini İslâmî bir eksene kaydırma çabası içerisinde olacaktır. Bu, İslâm dininin (Sünnî yorumunun), belki siyasal değil ama toplumsal-kültürel rolünün giderek artması anlamına gelir. Bir başka deyişle, Türkiye, yeni yönetici kadrolarının elinde, Diyanet fetvalarının toplumsal yaşamın her alanında daha fazla etkili olduğu, kadınlarla erkekler arasındaki toplumsal mesafenin daha da arttığı, ahlâk bekçiliğinin daha yoğunlaştığı, bireysel yaratıcılığın daha çok törpülendiği, mahalle baskısına teslim bir Orta Doğu ülkesi olmaya yönelmektedir.

Sünnî-İslâm referanslı bu toplumsal-kültürel muhafazakârlık iklimi ise, gerek içeride, gerek dışarıda, yükselen sınıf “Müslüman sanayiciler ve iş adamları”nın vizyonlarıyla hiç kuşkusuz ki daha uyumludur…

SİBEL ÖZBUDUN


N O T L A R
[11] “Kemalist laiklik modeli hem otoriter hem de antidemokratiktir. Türk devleti İslâm’ “yukarıdan” siyasallaştırmıştır, yani, onun üzerinde yorum tekeli ve denetim sağlamıştır. Amaç nüfusu sekülerleştirmek, farklı mümin cemaatlerini türdeşleştirmek, ve cumhuriyetçi, laik, etno-milliyetçi (“Türkleştirici) bir devlet İslâmı’nı yaygınlaştırarak ülkenin teritoryal bütünlüğünü sağlamaktır.” (Karakaş 2007: 3)
[12] Nitekim dinin devletin denetimi altında tutulması gereği ve bunun yararları bizzat Diyanet sözcüleri tarafından da dile getiriliyor. Nasıl mı? İşte Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu eski genel başkanı Turan Eser’in Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) hakkında Ankara 17. İdare Mahkemesi’nde açtığı davada, DİB’in savunması:
“Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Ankara 17. İdare Mahkemesi’ne verdiği yanıtta cemevi dememeye özen göstererek kurumun Atatürk’ün sağlığında laiklik ilkesinin gereği olarak kurulduğunu ifade etti. Yanıtta laiklik ilkesinin bir özelliğinin de devlete din hürriyeti üzerinde denetim yetkisi tanıyan bir nitelik taşıdığı belirtilerek dini denetim altında tutmanın devletin işi olduğu ifadelerine yer verildi.
DİB’nın kurulmasının tarihi nedenlerin gerçeklerin ve ülke koşullarıyla gereksinmelerinin doğurduğu bir zorunluluk sonucu olduğu belirtilen yanıtla hâlen 1924 savaş koşullarının devam ettiği kaydedilerek kurumun dini bir teşkilat değil idari bir teşkilat olduğu, dinin devletçe denetiminin yürütülmesinin Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve yücelmesine hizmet ettiği iddia edildi. Yanıtta, Diyanet’in gücünün tartışılmayacağını vurgulanarak bunun bir Anayasa hükmü olduğunu 2280 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 89. Maddesinde yer alan bir ifadeyle DİB’in yerinin korunması için siyasi parti kapatabileceği ifade edildi.” (Esra Koçak, “Diyanet’ten Atatürk’lü Cevap”, Birgün, 18 Ocak 2013)
[13] Bu eğilim, en azından yakın zaman öncesine dek Batı dünyasından gözlemcilerin görüşlerini de ifade etmekteydi. Örnek için bkz. Karakaş (2007), Steinbach (2011).

KAYNAKLAR
Amin, Samir (2006). Modernite Demokrasi ve Din. Kültüralizmlerin Eleştirisi. TOFV/Özgür Üniversite, Ankara, 2006.
Bloch, Maurice (1992). “The ritual and royal bath in Madagaskar: the dissolution of death, birth and fertility into authority”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Frankfort, Henri (1948). Kingship and the Gods: A Study of the Near Eastern Religion as the Integration of Society and Nature. University of Chicago Press.
Garster, T. H. (der.)(1964). The New Golden Bough. A New Abridgment of the Classic Work by Sir James George Frazer. Chicago: Mentor Books.
Gilbert, Michelle (1992). “The person of the king: ritual and power in a Ghanaian state. Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
- (2012) “The Sacralized Body of the Akwapim King”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
de Heusch, Luc (2009). Pouvoir et Religion (Pour réconcilier l’Histoire et l’anthropologie) CNRS Editions, Paris.
Houtart, François (2006). Sociología de la Religión, Editorial de Ciencias Sociales, La Habana.
Iqbal, Javed (tarihsiz). “The concept of state in Islam”.
Karakaş, Cemal (2007). Turkey: Islam and Laicism Between the Interests of State, Politics and Society, PRIF Reports no. 78. Peace Research Institute, Frankfurt.
Karpat, Kemal H. (2001). The Politicization of Islam. Reconstructing Identity, State, Faith and Community in the Late Otoman State. Oxford University Press.
Kepel, Giles (1993). The Revenge of God: The Resurgence of Islam, Christianity and Judaism in the Modern World. Polity Press.
McCaffrey, Enda (2009). The Return of Religion in France: From Democratisation to Postmetaphysics. Palgrave McMillan.
Michalowski, Piotr (2012). “The Mortal Kings of Ur: A Short Century of Divine Rule in Ancient Mesopotamia. Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Nasr, Sayyed Vali Reza (2001). Islamic Leviathan. Islam and the Making of State Power. Oxford University Press.
Nelson, Janet L. (1992). “The Lord’s anointed and the people’s choice: Carolingian royal ritual.” Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Price, Simon (1992). “From noble funerals to divine cult:the consecration of Roman Emperors”, Rituals of Royalty, D. Cannadine ve S. Price (der.) Cambridge University Press.
Pritchard James B. (der.) (1973). The Ancient Near East, An Anthology of Texts and Pictures. Princeton University Press.
Rivière, Claude (2005). Socio-anthropologie des religions, Armand Colin.
Selz, Gebhard J. (2012). “The Divine Prototypes”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.
Steinbach, Udo (2011). “State and Religion in Turkey”. J. Namour (der.) State And Religion. Comparing Cases of Changing Relations. A conference report. Beyrut: Friedrich Ebert Stiftung.
Ullmann, Walter (1969). The Carolingian Rennaissance and the Idea of Kingship, Londra, Methuen.
Winter, Irene J. (2012). “Touched by the Gods: Visual Evidence fort he Divine Status of Rulers in the Ancient Near East”, Religion and Power, Nicole Brisch (der.), The Oriental Institute of the University of Chicago.



Facebook'tan Yorumlar:

Tarih: 08.12.2013 Saat: 13:59

 
İlgili Bağlantılar
· Diğer yazılar: Yazar: Sibel Özbudun

En çok okunan yazı: Yazar: Sibel Özbudun:
Sibel Özbudun'dan Baskın Oran'a açık mektup


Haber Puanlama
Ortalama Puan: 0
Toplam Oy: 0

İsterseniz bu habere / yazıya puan verebilirsiniz. Kasıtlı olarak çok iyi ya da çok kötü puan vermek dürüst olmayan bir davranıştır, ilgili kişilere hatırlatırız:

Mükemmel
Çok İyi
İyi
İdare Eder
Kötü


Seçenekler

 Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa

 Tavsiye Et Tavsiye Et

 Bu yazıyı paylaşBu yazıyı paylaş

facebook ta paylas

twitter de paylas

"Giriş" | Hesap Aç/Yarat | 0 yorum
Yazılar ve yorumlar yazarlarına aittir. İçeriklerinden biz sorumlu tutulamayız.

Anonim kullanıcı yorum yazamaz, lütfen kayıt olun

Bu resmi görmeniz için 'flash player' iniz olmalş...
© w w w . s i r i n c e . n e t 1999-2008 Bütün hakları saklı Degildir!


Sitemiz katılımcıların düşüncelerini düşünce özgürlüğü ortamında paylaştığı bir sitedir.
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Sitemizdeki her türlü materyal kullanılabilir. Lütfen sitemizi kaynak gösteriniz.
Web site engine's code is from PHP-Nuke
Sayfa Üretimi: 0.14 Saniye