pirsultan gönderdi: "Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla gözgöze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde...
İzmir'e bayılıyordu. Müthiş bir yerdi İzmir. Kordonun büyüsüne kaptırmıştı kendini. Kordon, sığınılacak bir limandı onun için. Sahilde, çimenlere uzanıyor, saatlerce öylece kalakalıyor, gelip geçenleri seyre dalıyordu. En çok da gözünün önünde uzun kuyruklar oluşturan Alman Konsolosluğunu gözlemliyordu. ''Umut Yolcularını'' izlemek keyif verici bir şeydi. Hele Vize alabilmeyi başaran birinin sevinci onu da müthiş
heyecanlandırıyordu.
Yattığı yerden kalktı. Yürümekte zorlanıyordu. Ayakları uyuşmuş bir haldeydi. Az ötesinde, oltasına kocaman iri bir balık takılmış olabilecek biri,
heyecanla yardım istiyordu. Koştu hemencecik yardımına. «Aman yavaşça çekin beyefendi» diyordu, sesin sahibi. «Yoksa kopabilir misina». Sesin sahibinin bir genç kız olması
heyecanlandırmıştı onu. Kısa bir uğraştan sonra, balık yakalanmıştı, hem de misinaya zarar vermeden. Balık gerçekten iri sayılırdı. Herkesin bakışları balık üzerinde yoğunlaşmıştı. «Teşekkürler. Siz olmasaydınız, çekemezdim doğrusu tek başıma.» dedi genç kız. «Bir şey değil.» dedi genç adam. «Lafı mı olur. Çorbanızda azıcık tuzumun olması, mutlu kılar beni.»
Genç kız yerde yaramaz bir çocuk gibi debelenmekte olan balığı aldı, attı sepetine. Üzerini bir güzel örttü. Genç adamın yanından uzaklaşmadığını farkettiğinde, «Siz de bir ucundan tutmak ister misiniz?» diye sordu, oltayı uzatırken... İstemsiz aldı genç adam. «Balık tutmayı çok severim, ama hiç şansım yok ki!» diye sitem etti genç adam adeta. «Kendinize haksızlık etmeyiniz.!» diye karşı çıktı genç kız. «Karamsarlığı bırakın artık... Umudunuzu da yitirmeyin... Her karanlığın sonunda bir ışık olduğunu unutmayın sakın!»
Başını yerden usulca kaldırarak sevgiyle baktı genç kıza. «İyimser bir gül olmalı bu.» diye geçirdi içinden. Ardından «Uzun süredir işsizim.» dedi. «Sıkıntı ve çaresizliktendir buralara gelişim.»«Çaresizliği çok iyi bilirim.» dedi genç kız. «Ben de iki yıldır gelirim buralara... Sizi de epeydir görüyorum buralarda... Kendiniz ile kavga etmenize bile tanık oluyorum.» Gülümsedi. «İsminiz nedir kuzum?» diye sordu aniden. «Fırat... Ya sizin?» «Melisa» ellerini uzatırken Fırat'a «Ellerim balık kokar, üstelik pulcuklar ellerinize yapışabilir.» diye takılmayı da ihmal ermemişti bu arada. Birbirleri ile tokalaştılar.
Dalmıştı Fırat. Yaşadıkları yalan geliyordu kendine. ''Hey Fırat görmüyor musun?'' Melisa'nın bağırtısıyla sıyrılıp geldi kendine. Boş boş baktı Melisa'ya. «Fırat baksana! Suya gömülüyor mantar!»
Usulca çekmeye başladı misinayı Fırat. Ağırlaşmıştı misinanın ucu. Yediği yemden kurtulmaya çalışan balık görünürdeydi. Sevinmişti. «Şansın dönmeye başladı bak.» diyordu Melisa gülümseyerek... «Sayenizde... Siz
şans getirdiniz bana....»
Uzun uzun çaldı cebi Melisa'nin. Kulağına götürüp,«Alo» dedi. Biraz sessizce dinledikten sonra «Tamam, olur» dedi. Kısa sürdürdü konuşmasını. Fırat'a seslenerek , ''Gitmeliyim ''dedi. Giderken son bir kez baktı Fırat'a ve ''Oltam sende kalsın...» dedi tatlı bir gülümseme ile.
Fırat çaresizce kabullenmişti Melisa'nın gidişini. Fırat, doğacak olan her günün sabahını sabırsızlıkla bekler olmuştu. Akşamdan sabaha yemesi için birşeyler hazırlıyor, erkenden kalkıyor, koyuluyordu yoluna. Varınca Kordona, balık tutmak için ilk hazırlığını yapıyordu önce ve ardından «rastgele» deyip atıyordu misinasını suya... Bir yandan da Melisa'yı düşünüyordu. Çıkagelir diye. Ama bir türlü çıkıp gelmiyordu Melisa. «Yarına gelir. İşi çıkmıştır belki.» deyip teselli ediyordu kendini.
Birçok yarınlar gelip geçiyor, fakat Melisa gelmiyordu bir türlü. Umudu her geçen günün ardından biraz daha kırılır olmuştu Fırat'ın. Gitgide alışıyordu yokluğuna Melisa'nın. Bir gün nasılsa gelecek umudu onu yaşama bağlıyordu. Erkenden Kordona gelip hazırlığını yaptı. İğneye yemi takıp, uzaklara fırlattı misinayı. Daha uzaklara atmak istiyordu. Her uzağa atışından sonra çekiyordu
misinayı kendine doğru. Uzakları yakınlaştırmak, Melisa'nın gelişini hızlandırmak istiyordu misinayla. Beklemeye koyuldu. Misinayı işaret parmağına hafifçe dolamıştı. Arada sırada yemi yoklayan balıkların vuruşlarını hissetmiyor değildi. Mantarın suya gömüldüğünü farkettiğinde, usulca çekmeye başladı misinayı kendine doğru. Su berraktı, dibi gözüküyordu. Misina boşaldı birden. Kaçmıştı balık. Üzülmedi balığın kaçışına. Sevinmişti hatta. Zaten canı balık tutmak istemiyordu. Onu her sabah buralara getiren, Melisa'yı görebilme ihtimaliydi. Melisa geldiğinde burada olmak istiyordu.
Birkaç balığın, yeme hücum ettiğini gördü. Balıklar küçük ısırıklar atıyordu yeme. Birden kendini yemin yerine koymaya başladı. Balık da Melisa idi. Isırıkları, bir buse, bir sevgi, bir aşk oyunu olarak görüyordu... Sevgi arar gibiydi. Her şeyin açlığını çekiyordu.
Melisa'nın ufak ısırıklar atarak kendisini bitirmesini istemiyordu... Susamıştı sevgiye... İstiyordu ki Melisa onu bir ısırışta, bir defada bitirsin... Bunları düşünürken daldı... Balık yemi küçük ısırıklarla tüketip bitirdikten sonra, hızla uzaklaşıp kaçtı oradan...
Fırat tükendiğini hissetmeye başladı. Kendisini bir başına bırakıp kaçan balığın ardından bakakaldı.
Necmettin Yalçınkaya
Facebook'tan Yorumlar:
"