İran'da Kadın Olmak Zor Zanaat |
|
İran'da bahar ve ardından yaz mevsimleri, kadınların 'şeytani'
yönlerini bastırmak adına mollaların gerekli tedbirleri almaları için
çanların çaldığı 'temizlik' mevsimleridir. Kadınlar sokaklarda,
parklarda, sinemalarda, kısaca her yerdedir ve onların yaydığı hayat
enerjisinin mollaların kanı çekilmiş donukluklarını ürkütmesi kadar
doğal ne olabilir? 'Light hijab' denilen, başı zoraki örtmekle beraber
birkaç saç tutamını dışarıda bırakan başörtüleri takan (ya da takmayan!)
'asi kadınlar' hedeftedir... |
KADIN BEDENİ TEDİRGİN EDİYOR
Geçtiğimiz Nisan ayında 'ahlak polisi,' bu türden 'sakıncalı' kıyafet sahibi
binlerce kadını uyarmaya, yüzlercesini gözaltına almaya başladığında, daha
önceki yıllara göre daha da artmış bir ısrar ve 'devlet ciddiyetinin' hakim
olduğu görüldü. Dar ceket, kısa pantolon, vücuda yapışan elbise, ve sandalet
giyen kadınlar özellikle uyarılıyor ki, bu rejimin altını oyabilecek patlamaya
hazır bombalar bertaraf edilebilsin. Sahiden de bu korkular ve onlara eşlik eden
denetim takıntısı tesadüf olamaz. Muhafazakar bir düzen için kadın vücudundan
daha tedirgin edici ne olabilir? Ülkemizde yaşayanlar, karakola götürülen
kızların, kadınların nasıl rencide edilebildiklerini az çok bildikleri için,
İran'da 'uygunsuz kıyafet ve tavırları nedeniyle' karakola götürülenlerin
ailelerinden, uygun kıyafetler getirerek 'emanetlerini' geri almalarının
istenmesi ve bunun yarattığı utanç-isyan duygusunu tahmin etmeleri güç olmasa
gerek. Yasaklar burada kalsa iyi.
'ZİBİDİLİĞİN' TARİFİ BİR MUAMMA
Özellikle genç erkeklerin 'batı tarzı tıraş' yapmalarının yasaklanması, İran'da
zaten oldukça güçlü akan mizah damarını beslemiş görünüyor. Çünkü yasağı
koyanlar hangi tarzların 'Batılı,' dolayısıyla 'zibidice' ve yasak olduğu
sorusuna açıklık getiremiyorlar! Bir İran'lı gencin yıllar önce söylediği
sözler, herşeyi tüm yalınlığıyla özetliyor aslında: "Mollalar, flört hakkımızı
çaldılar." Bu sözlerin ağırlığını bu ülkedekiler, bu coğrafyadakiler rahatlıkla
anlayabilirler. Daha fazla söze ne gerek?
Bütün bu ateşli kampanyalar sürerken, tavırlarıyla zaman zaman ani bir muziplik
yapabileceği izlenimini uyandıran Ahmedinecad, Öğretmenler Günü'nde eski
öğretmeninin elini öpüp, herkesin içinde bir de kucaklayınca, aşırı muhafazakar
çevreler ve basın zıvanadan çıktı! Eski öğretmeninin hayli yaşlı bir kadın
olması; ama 'kadın olması' durumu yeterince açıklıyor. Böyle bir tavırla
Ahmedinecad'ın, Muhafazakarların ifadeleriyle, 'kültürel istilaya' uğramış İran
sokaklarındaki kadınları ve gençleri nelere teşvik edebileceğini bir düşünün?
BABACANLIK DEĞİL, KORKU...
Aynı Ahmedinecad, Rejim'in en ciddi kaygılarından birisini oluşturan kadınların
spor müsabakalarına izleyici olarak girebilmek adına verdikleri mücadele
konusunda da Muhafazakar çevreleri kızdıran beklenmedik bir adım atmıştı; daha
doğrusu atamamıştı! Ahmedinecad, 2006 Nisan'ında, "kadınların ve ailelerin spor
müsabakalarına terbiye ve düzey getirecekleri" gerekçesiyle, müsabakalara
girmelerine onay vermeyi düşündüğünü duyurdu. Aslında bu karar, kadınların fiili
durumlar yaratarak bu müsabakalara girmelerinin yarattığı tedirginliği aşma
arayışı olarak da görülebilir. Bu kararın arkasında babacan-kardeşçe bir sevgi
ve anlayışın değil, korkunun yattığı barizdir. Ne var ki, 'Ruhani lider'
Hamaney'in Muhafazakar Kliği buna büyük tepki gösterdi ve Ah-medinecad'a geri
adım attırmayı başardı. Ahmedinecad'ın yardımcısı, "kadınların bu müsabakalara
girmelerinin şeriata aykırı olduğunu ve ilk kararlarının nedeninin de ABD'nin
muhtemel provakasyonlarını önlemek olduğunu" açıkladı! Sorumlu her zamanki gibi
dışarıdaydı elbette!
İRAN ABD MAÇINI KAZANINCA...
1998'de ABD'yi yendikten sonra ülkelerine dönen İran Milli Futbol Takımı'nın
gelişini vesile eden binlerce kadının, Tahran Azadi Stadyumu'nun kapılarına
hucüm etmeleri; kapıldıkları kolektif coşkuyla sokakları panayır yerine
çevirmeleri, hatta 'dans etmeleri'yle, Rejim'in gündemine bomba gibi düşmüştü bu
mesele! Şimdi ne olacaktı? Kadınlar vatanseverce hisleri de ustaca kullanarak,
erkek spor kahramanlarının ismiyle inletiyorlardı ortalığı. Bu 'mesele' henüz
çözülebilmiş değil. Maalesef bunu mesele görenler de 'çözülmüş' değil...
1979'daki İslam İran Devrimi'nin kadınlar açısından çelişkili sonuçları olmuştu.
Humeyni'nin kadınları devrimci gösterilere ayrıca davet etmesiyle, özellikle
geleneksel kesimden gelen kadınlar sokak ve siyasetle tanıştılar. Bu enerjinin
devrimin nihai zaferi açısından yaşamsal olduğu açıktı. İran'ın kamusal
hayatında kadınların görünürlüğünün devrimle beraber arttığı bir gerçek. İran'da
iş gücü içerisindeki kadınların; yine üniversitedeki kadın öğrencilerin
sayılarının giderek arttığı doğru.
3 MİLYON ÜNİVERSİTELİNİN YARISI
Sayıları üç milyonu bulan üniversite öğrencilerinin yarıya yakını kadınlardan
oluşuyor. Ne var ki üniversitelerdeki kadın profesörlerin sayısının yüzde 6'yı
geçememesi, başlı başına çok şey anlatıyor. Yine İslam Devrimi'nin erkeklerin
geleneksel ayrıcalıklarını canlandırmak adına çok kararlı davrandığının altını
da çizmek gerekiyor. Devrim sürecine gönülden destek vermiş pek çok kadın
açısından bu düzenlemeler, açıkça sırtlarından vurulmaları anlamına geliyordu.
Bugün, devrim sürecine Liberal ve Sosyalist çevrelerin ciddi destek verdiği ve
Humeyni'nin bu çevrelere ilk başlarda 'güller dağıttığı' çoklukla
unutulmaktadır. Bu mücadelelere etkin destek veren pek çok kadın için, devrimin
İslami olma ihtimali zayıftı. İslami tonlu bir devrim bekleyenler açısından da,
bu kadar muhafazakar düzenlemeler yapılacağını tahmin etmek, dönemin iyimser ve
kardeşçe mücadele ikliminde ön görülmesi hayli güç gelişmelerdi.
DEVRİMLE BAŞLAYAN DİRENİŞ
Devrimden hemen sonra kadınlara pek çok işten el çektirildiği hatırlarda.
Erkeklerin tek taraflı boşanma hakkını kazanmaları, yine çocukların velayet
hakkının babalarına verilmesi devrimle kesinleşti. Erkekler için çokeşliliğin
(poligami) ilke olarak kabul edilmesi de bunlara eklenmeli. Kız ve erkek
öğrencilerin ortak eğitim görmelerinin yasaklanmasına, eğitimin köklü biçimde
İslamileştirilmesi eşlik etti. Devrimin başlarında kadın çalışanların sadece
sağlık sektörüne sıkıştırılmak istenmesi amaçlanıyordu. Bu planı asıl bozan,
İran-Irak savaşı oldu. Savaş'ın insan gücü ihtiyacını arttırmasının yanında,
kadınların çok ciddi direniş sergilemeleri de bunda büyük rol oynadı.
Kadınların zorunlu örtünme kararı konusunda gösterdikleri ciddi direnişi asıl
sekteye uğratan, İran-Irak savaşının yarattığı iklimin mollalar tarafından
başarıyla istismar edilmesi oldu. Sahiden de Humeyni'nin başörtüsünü zorunlu
yapma girişimini protesto için binlerce kadın meydanlara aktığında takvim, 8
Mart 1979'u, Dünya Kadınlar Gününü gösteriyordu. Hükümet, göstericilere
"Humeyni'yi yanlış anladıklarını, zorunlu örtünmenin söz konusu olmadığını"
anlatmak, güvence vermek zorunda kaldı.
BAŞÖRTÜSÜNÜ YASAKLAYAN İLK ÜLKE
Savaşın olağanüstü koşullarında, vatan savunması ve şehadet söyleminin
yükselmesi, kadın hakları için mücadeleyi ikinci plana itecekti. Bu puslu
havada, yapılmayacağı söylenen uygulamalar hızla devreye sokuldu. 8 Mart
gösterisine katılan kadınları ise hapis, sürgün ve hayal kırıklığı
beklemekteydi. Bugün, devrimin hemen ardından başörtüsünün zorunlu hale
getirilmesine karşı çok ciddi mücadelelerin yürütüldüğü, buna yaygın tepki
gösterildiği çoğunlukla unutulmaktadır...
Dünyada başörtüsü yasağını ilk getiren ülkenin 1930'ların İran'ı olması, bu
ülkenin İslam Devrimi'nden sonra başörtüsü giymemeyi yasaklayan ilk ülke olması
gerçeğiyle yanyana geldiğinde tuhaf bir durum ortaya çıkmaktadır. Yine de her
durumda bu yasakların asıl mağdurları kadınlar olmuştur. Başörtüsünün
yasaklandığı yıllarda geleneksel çevrelerin tepkisi, kadınların kamusal alana
çıkışını sınırlayarak, özel alanlara, yani evlere hapsetmek şeklinde olmuştu.
Bugün kadınlar kamusal alana çıkabiliyorlar ama iffetli kadınlar, anne veya anne
adayları olarak.
Her durumda da onlar adına karar verenler başkaları elbette. Böyle bir durumda
intihar olaylarının yüzde 70'inin kadınlarca gerçekleştirilmesi tesadüf olmasa
gerek. Kendisini yakarak intihar eden kadınların, bu eylemi gerçekleştirenler
arasındaki oranı yüzde 98'dir. Ağır sembolik anlamı olan bu 'acıtarak yok etme'
eyleminin belki de en akılda kalan kurbanı, kadınlara uygulanan baskıları
protesto etmek amacıyla kendisini 1994'te yakan, Tahran Üniversitesi eski
öğretim üyelerinden Dr. Homa Darabi-Tahrani'dir.
KADIN HAREKETİ ZİNDE VE CESUR
İran'da çok canlı ve cesur bir kadın hareketi var. Bunların en temel taleplerini
elbette poligaminin yasaklanması, boşanma sürecinde kadınlara eşit haklar
tanınması, boşanma sonrası çocuklar için eşit velayet hakkı, miras hukukunda
eşitlik, evlilik yaşının kadınlar için 18 yaş sınırına çekilmesi ve mahkemelerde
tanıklık eden kadınlara erkeklerle eşit ağırlık verilmesi gibi son derece somut
konular oluşturmakta. Bu taleplerin önemli bir kısmında, İran'da ciddi bir
geleneği olan İslamcı Kadın Hareketi'yle ortaklaşılabiliyor. Tam da bu noktada
bu yakınlaşma ihtimalinin bertaraf edilmesi için, "İran'ın başında bu kadar
uluslararası mesele varken, şimdi sırası mı!" söyleminin yükseltildiği
görülüyor. Bu söylemin, İran-Irak Savaşı sırasında başarıyla istismar edildiğini
vurgulamıştık. Bu baskının Kadın Hareketi açısından edilginleştirici sonuçlar
doğurduğu ve bölünme yarattığı da gözleniyor.
EBADİ'NİN NOBEL'İ İVME KAZANDIRDI
1990'lar İslamcı ve 'laik karakterli' kadın hareketinin yeni bir canlanma
yaşadığı yıllar olacaktı. 1997'de Hatemi'nin iktidara gelişinin arkasındaki bir
rüzgar gençlikse diğeri de kadınlardı. Unutulmaması gereken nokta, Hatemi'nin
İran tarihinde en yüksek katılımın olduğu (% 88) 1997 seçimlerinde, oyların
yüzde 70'ini alarak Cumhurbaşkanlığına seçilmesidir. Seçilme yaşının 15 olduğu
ülkede, gençler ve kadınlar Hatemi'yi iktidara taşıdılar ve ilk yıllarında büyük
destek verdiler. Hatemi, tüm iyi niyetine ve elbette ideolojik sınırlarına
rağmen, en azından sokakta hissedilen bir yumuşama havasının ötesine geçemedi.
Her adımı, devleti ellerinde tutan Muhafazakar Klik tarafından engellendi.
Şirin Ebadi'nin 2003'de Nobel Ödülü alması ve onun Tahran'da binlerce kadın ve
erkek tarafından karşılanmasının Kadın Hareketi'ne yeniden ivme kazandırdığı
görülecekti. Aynı yılın Aralık ayında meydana gelen Bam Depremi'nde kadın
örgütlerinin çok ciddi etkinlik göstermeleri de bir tür meydan okuma olarak
yorumlanabilir: Yetkinlik ve rüştünü ispatlama kavgası. Kadınlarla ilgili sivil
toplum kurumlarının sayısı 1997'de 67'yken, bu sayı 2005'te 480'e çıkacaktı.
AHMEDİNECAD DARBESİ
Haziran 2005'de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ses getiren bir eylem
düzenleyen kadın örgütleri, sürekli olarak dile getirdikleri taleplerin yanında
kadınların cumhurbaşkanı seçilmelerini engelleyen uygulamayı da protesto
ettiler. Haziran gösterisini, İran'ın faşist-paramiliter güçleri olan Besiç'in
basması, kitleyi provoke etmek için ellerinden geleni yapmaları ve sonunda
mitingi dağıtmaları, İran'daki mücadelenin Dev-let'in gönüllü gardiyanları
eliyle de yürütüldüğünü, şiddet dolu ve hayli zorlu olduğunu anımsamak
bakımından önemli. Bu dönem ve ardından Ahmedinecad'ın Cumhurbaşkanı
seçtirilmesi, kadınların siyasal partiler ve seçimler yoluyla değişim
umutlarının ciddi yara aldığı ve artık bütünüyle 'sahici' sivil örgütlenmelerini
yaşatmaya yöneldikleri bir milad oluşturdu.
'KADIN BAKANLARINIZ OLACAK MI?'
Kampanyası sırasında kendisine, "Kadın bakanlarınız olacak mı?"diye sorulan
Ahmedinecad'ın, "Hepimiz aynı milletin parçalarıyız ve cinsiyetçi bakışımız
olmamalı; her konuma en uygun insan seçilmeli" türünden yuvarlak yanıtlar
verdiği göze çarpıyordu. Ahmedinecad'ın seçildikten sonra, Hatemi'nin, başına
Reformcu Zahra Shoja'yı atadığı, Kadınların Katılımı Merkezi'ne, Muhafazakar bir
kadını ataması ve bu kişinin kurumun adını, "Kadın ve Aile Meseleleri Merkezi'ne
çevirmesi de çok şey anlatıyor. Son dönemin Muhafazakar ağırlıklı Meclis'inde
bulunan 12 kadından ıı'i Hatemi döneminde hemcinslerine sağlanan avantajların
geri alınması için canla başla mücadele ediyorlar! Hatta 'milli giyim' unsurları
belirlensin diyerek bir önerge bile verdiler! Ahmedinecad'ın Kültür ve İslami
İrşad Bakanı'nın kadınların akşam saatlerinde çalışmalarını kısıtlayan bir
direktif yayımlaması, yeni dönemde yaşanacakların habercisi gibiydi. Elbette 8
Mart da unutulmadı ve 2006 yılında 8 Mart'la ilgili pek çok girişim yasaklandı.
Tahran'ın önemli bir meydanındaki kutlama basıldı ve kadınlar tartaklandılar...
BOTOKSLU HILLARY'YE DUYURULUR
Mahmud Ahmedinecad'la beraber, devlet kurumları, siyasi partiler ve seçim
kampanyaları yoluyla kadın hareketinin mesafe alması tamamen imkânsız hale
geldi. Muhafazakârlar ve onlara destek veren kadın kuruluşları ciddi bir karşı
atak halindeler ve giderek zaten sınırlı nefes alma alanlarını yok etmekte
kararlılar. Bunun Kadın Hareketini ve tüm muhalifleri daha da radikalleştirdiği
görülüyor. Bu radikalleşme, sivilleşme anlamına da geldiği için olumlu unsurlar
içeriyor. Ama onları açık şiddet ve baskı dolu bir mücadele bekliyor. Haklılar,
kazanmalılar. Botoks yaptırarak yirmi yaş gençleşen 'Feminist' Hillary'ye
duyurulur.
Yüksel Taşkın
|
Tarih: 12.04.2010 Saat: 00:00 |
|
| |
Haber Puanlama |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|