Siteye toplam hit |
Şu ana kadar 20557144 sayfa izlenimi aldık. Başlangıç: Mart 2001
|
|
|
Sol İçi Çatışma mı, Yoksa Eleştiriye Tahammülsüzlük mü? |
Sendiren gönderdi: "Geçtiğimiz aylarda Kızılbayrak okurlarına ve standına haksız bir saldırının ardından; bu kez de Haklar Derneklerine bir saldırı oldu. Bu saldırı resmi bir düzeyde sahiplenilmedi. Ama nasıl ya da kimler tarafından, niçin yapıldığı hemen hemen herkes tarafından biliniyor. Saldırı anlaşılan örgütlü değildi. Kürt Yurtseveri diye kendilerini nitelendirenlerin yaptıkları bir saldırı olarak kaldı.
Ama saldırılar Kürt yurtseverlik liderleri tarafından resmi düzeyde mahkûm edilmedi. İşin kötü ve de tartışılması gereken boyutu da burada başlıyor zaten. Zira eğer bu saldırı denetlenemeyen bir Yurtsever grubun saldırısı ise,
resmi liderliklerin bunları kınaması ve provokatif bir zemin sunan bu tarz eylemleri mahkûm etmesi gerekirdi.
Bunun aksine eğer planlı, organize bir saldırı ve amaç çeşitli devrimci çevrelere gözdağı vermek idiyse; yine aynı biçimde eylemin sahiplenilmesi lazımdı.
Her bakımdan vahim bir durum olsada; en azından yürünecek yol bakımından verimli bir durum oluşurdu burada. Ama ne yazık ki, yukarıda söylediğimiz tarzda bir yol çizilmemiştir. Bu bakımdan da, saldırı kınanmadığından eylemin
"Kürt Yurtsever" çevreler tarafından benimsendiği gibi bir sonuç çıkarmak yanlış olamaz. Zira PKK bu tarz eylemleri ya da girişimleri yeni yapmıyor. Geçmişten beri böyle örnekleri yaşamıştır bu topraklar. PKK’nin ilk kurulduğu UKO’cular ya da APO'cular diye anıldıkları dönemden bu yana, bu tarihsel bir gerçekliktir.
Yine 80 sonrasında ise güçlendikleri başta Kürdistan coğrafyasında başka hareketlerin de varlığına karşı sürekli baskıcı oldular. Kendilerine tabi kılmak ve alanın özgülünde kimseleri çalıştırmamak adına.
Bu anlamda Dersim yerelinde devrimcileri katlettiler. PKK’nin kendisini TDH' ne
(Türkiye Devrimci Hareketi'ne) benimsetme yöntemlerinden bir örneği olarak kazındı bu katliam.
Yine bu konulara ilişkin hiçbir daim PKK, TDH’ne karşı özeleştiri vermedi. Bu anlamda şimdi de bu eylem için özeleştiri vereceğini sanmıyoruz. Diğer yandan resmen kabul etmelerini de beklemiyoruz. Daha öncekileri gibi belki de “yerel inisiyatif” deyip tepkileri geri tutmaya çalışacaklardır. Bu bakımdan PKK ya da herhangi bir resmi örgütünden açıklama, özeleştiri beklemek gerçekten vahim bir hata olur.
Bırakınız özeleştiri ya da açıklamayı, genel olarak savunmaya geçecekleri ya da saldırı zeminini meşru kılmaya çalışacakları da biliniyor. Zira şu ana kadar hiçbir açıklamanın yapılmamış olması yanında birçok yerde saldırıların savunulması, gerekçeler üretilmesi de bu anlamda olayların sahiplenildiğini gösteriyor.
Kürt Ulusal Hareketi'nden elbette komünist devrimci ya da devrimci demokrat bir örgütten yapmasını dilediğimiz işleri yapmasını bekleyemeyiz. Beklentileri en azından bu duruma göre belirlememiz gereği açıktır. Diğer yandan PKK ve hareketin kendisinin sözünü ettiğimiz geçmişine bakıldığında oldukça olumsuz bir süreç var karşımızda. Bu anlamda beklentiler içine girmek ve bu noktada zorlayıcı olmanın da karşılığını bulacağını sanmak kesinlikle ham hayal olacaktır.
Zira PKK hareketi tarihinin hiçbir döneminde eleştiriye tahammülü olan bir hareket olmadı. PKK yine tarihinin hiçbir döneminde girdiği olumsuz süreçlerin özeleştirisini vermedi ve de çizgisinde olumlu gelişmeler yaratmadı. Bu anlamda olmayan bir süreci PKK’den beklemek, bol giysiyi ona giydirmeye çalışmak olacaktır.
PKK, kuruluşundan bu yana her zaman dayatmacı, benmerkezci ulusal karakterli bir örgüt oldu. 80’nin hemen ertesinde kurulan FKBDC’de zaten bu yüzden dağıldı. PKK, var olduğu yerde tek ve ben diyen bir yapıya sahiptir. Demokratik niteliği kesinlikle tartışılır.
Liderliklerle yönetilen bir örgüttür. Bu anlamda PKK’den olmayan bir şeyi istemek, beklemek abestir.
PKK, her bakımdan kendi çapında kendi ayaklarının altını oymakta ve Kürt Halkının en büyük destekçisi ve omuzdaşı olan TDH’nin kendisine sırt çevirmesinin önünü açıyor. Tam tersi bir süreç yaşanması gerekirken, tersten giden olumsuz bir süreç yaşanmaktadır genel olarak. PKK, elbette şimdi güçlü görünen yapısıyla düzen ve onun karşısında genel olarak konumlanışını kendince en büyük güç olarak görmektedir. Ama bilinmelidir ki, kendisine en büyük destek ve omuzu sadece UKKTH temelinde savunan ve bunun gereklerini elinden geldikçe en üstü düzeyde yerine getirmeye çalışan hareketlerin ve etkiledikleri kesimlerin desteği uçtukça ve de kent varoşları olası iç savaşın ABD emperyalizmi ile egemenlerin istediği şekilde tarafları haline geldiğinde neler yapacak bakalım.
Eleştiriye karşı bu hoş görüsüzlük her bakımdan mahkûm edilmelidir. İdeolojik ve teorik olarak bu durum gözler önüne serilmelidir. Bunun bir sol içi çatışma değil, saldırı olduğunun da altı çizilerek tabiî ki. Zira PKK hiçbir bakımdan sol bir cenah içinde yer almamaktadır; en azından devrimci demokrat anlamda. Burjuva UKH olarak elbette nesnel ilericiliği vardır ve de olacaktır. Bu nesnel bir durumdur. Bizim öznel belirleyiciliğimizin dışında olan. Eleştiriye karşı tahammülsüzlük ve hoş görüsüzlük ile çatışma birbirinden ayrılmak zorundadır. Kürt Yurtseverlerinin yaptığı bu anlamda ilericilikten, dost ve düşman ayrımında ne kadar geri olduğu sonucu da çıkarılmalıdır buradan.
Diğer yandan, Ulusal hareketin milliyetçi yaklaşım ve bakış açısının başlı başına bir sakatlık olduğu açıktır. Diğer yandan ilericiliği de tartışılır bir düzlemde olan durumun; Kürt Halkını da yaralamadan- en azından Kürt Proletaryası ile emekçilerini- eleştirel düzeyde ele alınması gereği açıktır. Ama saldırıyı yapanların duygularının doğru olmadığı, dostane olmadığı, düşmanca bir yaklaşımla beslendiği açık olsa da; faşist diye nitelendirilmesi kesinlikle yanlıştır. Hele ki daha da öteye götürüp Kürt Hareketinin kendisini faşist diye nitelemek, devrimci hareket açısından kesinlikle kabul edilemez bir anti-ML yaklaşımdır.
Nesnel olarak sömürgeci faşist rejime karşı savaşı bile onun burjuva anlamda ilerici, nesnel anlamda burjuva anlamda demokrat niteliğine işaret eder. Hareketin kendi içinde ve çevresine karşı demokrat olduğundan değil; nesnel olarak düzen karşısındaki niteliğinden söz ediyoruz. Bu çerçevenin dışında olmayan bir şeyleri PKK ya da onlardan herhangi bir resmi örgütten beklemek kesinlikle yanlıştır. Hareketin kendisinin niteliği açıktır.
TDH ve onun çeşitli kollarının; PKK ve onun izinde olduğunu söyleyenlere karşı, kiminle karşı karşıya olduğunu bilmelerinde yarar var diye düşünüyoruz. Hareketin muhtevasından ziyade yönelimleri ve dalgalı politik tutumu ile liderlik sorunu başlı başına hareketin duruşunu etkilemektedir. Bu gerçekler ışığında karşımızdaki hareketin niteliğini bilerek yaklaşmak, devrimci hareketin en temel yaklaşım biçimidir.
Ortada “sol içi bir çatışma” yoktur ve de olamaz da. En azından TDH bu noktada oldukça olumsuz bir geçmişe sahiptir ve de bu deneyimler ışığında gereksiz polemik, gereksiz zaman ve eylemsel aktivite kaybına meydan vermemek lazımdır. Burada “mazlum” TDH’nin bölükleridir. Bırakınız “mazlum” kalsın TDH’nin bu iki bölüğü ya da ardından gelecek diğerleri. Zira gelecek günler açısından bunun oldukça büyük bir rolü ve önemi olacaktır.
PKK ya da bugünkü temsil durumu KUKM açısından orta vadede ömrünü dolduracaktır. Zira aşağı yukarı Ulusal taleplerin düzen içinde hallolacak kısımları zaman içinde değişik operasyonlarla gerçekleşmiş olacaktır. PKK’nin de barutu bu anlamda tükenecektir. Dayanacağı zeminde olmayacaktır.
ABD emperyalizmi ile Türk sömürgeci faşist rejiminin ve de PKK’nin aynı zeminlerde buluşacakları orta vadede kesindir. Aynı talepler etrafında birleşecekleri de.
Fakat Kürt proletaryası ile halkların birliği-kardeşliğinin teminatı olan komünist devrimci hareket nerde olacaktır bu anlamda? Tam da göbeğinde.
Bizim kazanmamız gereken Kürt proletaryası var ve dünya halklarının bir parçası olan Kürt Halkı. Anadolu halklarının iç içe geçmişliği ortada ve bunları ayırmak mümkün görünmezken; TDH gerekli, zorunludur. TDH, Kürt proletaryasını kazanmak uğruna PKK’nin gelip geçici olduğunu kabullenmek ve saldırılarının karşısında “mazlum” olmak zorundadır. Zira Kürt proletaryası zaman içinde bunu görecektir. Kürt proletaryası ile UKM’nin ayrışacağı zaman uzak değildir zaten.
Bu ayrışmanın tarafı elbette TDH’nin duruşunun sağlamlığı ve de milliyetçi-ırkçı- gerici akımlara meydan vermeyip, halkların kardeşliği ile proletaryanın devrimci dayanışmasını sağlamasıyla mümkün olabilecektir. Tüm düşman sınıfların ve kesimlerin dilediği ve de istediği, halkları birbirine düşman etmektir. Aynen Filistin ile İsrail halkı gibi. Bu oyunu bozmak kesinlikle TDH’nin ellerindedir. Bunu asla ve kesinlikle PKK gibi bir UKH başaramaz. Tam tersine derinleştirir. Bu anlamda duruşu sağlam, ilkeli, nitelikli bir komünist devrimci sınıf hareketi zorunludur ve yaşamsaldır.
Bu anlamda bu saldırıların anlamını da iyi kavramak gereği açıktır. Zira PKK çizdiği yolun görünmesini, gösterilmesini istememektedir. Temsil ettiğini düşündüğü yığınlardan gizliden kalmasını istediği şeyler var. Zira
PKK sürecin deşilmesi ve kimler ile kimlerin çıkarlarının denk düştüğünün kavranmasını istememektedir.
Eleştiriye karşı tahammülsüzlüğü ise, hata-eksik ve zaaflarının görülmesinden kaynaklıdır. PKK
ne derece gözden, gönülden ırak tutarsa kendince gerçeklerin üstünü örteceğini sanıyor. Ama yağma yok. Tarihinde, halkların da, mücadelenin de kendine has bir anekdotu hafızası vardır. Bunların hepsi hafızalara kazınacaktır
ve istendiği zaman tarih sayfalarından alınıp bakılacaktır.
Eleştiriye zerre kadar tahammülü olmayanların bilimsel olarak gelişme istidadı yoktur ve asla iflah olmazlar. Zira her bakımdan “dostun dosta” yaptığı şey olan eleştiriyi hazımda zorluk çekenlerin; gelişme ve ilerleme; geleceği kucaklama gibi bir amaçları olmadığı gibi, statükoyu korumak dışında bir çerçeveleri yoktur zaten. Bu bağlamda gelecek mücadelesi veren sınıf hareketinin, oldukça geri olan ulusal hareketleri zaman zaman “hoş görmeleri”, ileri doğru “çocukça“ hareketlerini kendince hazmetmeleri özgürlük, devrim ve sosyalizmin çıkarları gereğidir.
Gücün kendisi ve esası; inanç, irade, kararlılık ve sınıf mücadelesinin şaşmaz terazisidir. Bunu başaran ebediyen ve kesinlikle başarılı olacaktır. Gelecek komünizmin ışıklı yolundadır. Geçici hevesle ve yol arkadaşlıklarının yerini gerçek, samimi yoldaşlıkların alması dileği ve umuduyla.
19.11.2009
Mahmut Halil CAN ( Sendiren) http://ateshirsizi.net"
|
Tarih: 29.11.2009 Saat: 21:08 |
|
| |
Haber Puanlama |
Ortalama Puan: 4.66 Toplam Oy: 3
|
|
|
Re: Sol İçi Çatışma mı yoksa Eleştiriye Tahammülsüzlük mü? Gönderen: uygarozan (uygar@chello.nl) 29.11.2009 Saat: 21:21 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder | Günlük) http://www.sirince.net | Sevgili Sendiren,
Yazınızın tümüne katılmakla birlikte, son bölümündeki sonuca ilişkin bir noktaya ne yazık ki katılamadım.
Şöyle diyorsunuz:
"Bu bağlamda gelecek mücadelesi veren sınıf hareketinin, oldukça geri olan ulusal hareketleri zaman zaman “hoş görmeleri”, ileri doğru “çocukça“ hareketlerini kendince hazmetmeleri özgürlük, devrim ve sosyalizmin çıkarları gereğidir. "
Bence onların deyimiyle en azından ilgili saldırıyı örgütleyen "yerel" birkaç yöneticisi devrimciler tarafından "haşlanmalıdır."
Aksi halde bu vatanadaşlar sindirme politikası doğrultusunda saldırılarına devam edeceklerdir. Bu politikalarından vazgeçmeleri için onlara boyun eğilmeyeceğini, saldırılarına ise karşılık verileceğinin mesajını net olarak vermek lazımdır. Bunu da bence süreci doğru değerlendiren tüm devrimci gruplar ortak olarak yapmaldırlar.
Zaten onlar da devrimcilerin bölünmüşlüklerinden, dolayısı ile güçsüzlüklerinden yararlanarak bu sindirme politikasını uygulamaktadırlar.
Nereden gelirse gelsin devrimci gruplara yapılan saldırıları kınıyorum! |
|
|
|
|
|
Re: Sol İçi Çatışma mı, Yoksa Eleştiriye Tahammülsüzlük mü? Gönderen: alisolmaz (ali@sirince.net) 01.12.2009 Saat: 22:18 (Kullanıcı Bilgisi | Mesaj Gönder) | Sol içi zorbalıkla bir yere varılamaz!
alisolmaz gönderdi: " DTP yönetimini saldırı ve provokasyonları derhal durdurmaya çağırıyoruz!
Bir süredir DTP odaklı olarak Kızıl Bayrak’a ve gazetemiz çizgisindeki sınıf devrimcilerine yöneltilen saldırı ve provokasyonlar hakkında aşağıdaki hususları ilerici-devrimci kamuoyunun bilgisine sunuyoruz:
1- Gelinen yerde bu saldırıların ve provokasyonların münferit değil fakat DTP merkezli olduğu, buradan savunulduğu ve yönlendirildiği kesinlik kazanmış bulunmaktadır. Soruna çözüm arayan devrimci güçler tarafından DTP İstanbul İl Yönetimi ile yapılan görüşmeler bu konudaki belirsizliği ortadan kaldırmıştır. DTP İstanbul İl Yönetimi olup bitenlerin sorumluluğunu üstlenmekle kalmamış, bunu son derece kaba yeni saldırı tehditleriyle birleştirmiştir.
DTP İstanbul İl Yönetimi aldıkları tutumun merkezi düzeyde olduğunu da ifade etmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olup olmadığını şu an kesin olarak söyleyebilecek durumda değiliz. Ama ciddi bir siyasal parti olarak DTP’yi bir an önce kamuoyu önünde gerekli açıklamaları yapmak, saldırılara ilişkin tutumunu ortaya koymak, kapalı kapılar ardında savurduğu tehditleri kamuoyu önünde de tüm açıklığı ile sıralamak ve savunmak sorumluluğu beklemektedir.
2- Saldırılar gazetemizde yıllardır misafir yazar olarak yazan M. Can Yüce’nin yazıları üzerinden gündeme getirilmiş olsa da bunun bizim için herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Asıl sorun bizzat gazetemizle, onun ilkelere dayalı bağımsız devrimci çizgisiyledir. Sol hareket ile ilişkilerini ilkesiz uyum ve koşulsuz tabiyet üzerine kurmaya fazlasıyla eğilimli (ve biraz da buna alıştırılmış bulunan) PKK eksenli Kürt hareketi bu bağımsızlığı hiçbir zaman kabullenemedi ve değişik vesilelerle soruna dönüştürmeye çalıştı. Şu günlerde bunun yeni bir örneği ile yüzyüzeyiz. Son saldırılar da bunun bir ifadesidir.
3- DTP yönetimi, gazetemizin Kürt hareketinin İmralı dönemi sonrasında oturduğu yeni çizgiye yöneltilen ideolojik-politik eleştirileri sorun etmekte, bunların Abdullah Öcalan’a yönelik küfür ve hakaretler içerdiğini iddia etmektedir. Bizler çıkışından itibaren sistemli biçimde küfür ve hakarete uğrayan bir gelenekten geliyoruz. Dolayısıyla ideolojik eleştiriye küfür ve hakaret katmanın ne türden bir acizlik ve ilkellik örneği olduğunu çok kimseden iyi biliyoruz. Bunu çok iyi bildiğimiz içindir ki, değişik zamanlarda bize yöneltilen küfür ve hakaretleri biz, bir tür ibreti alem örneği olarak, olduğu gibi basınımızda yayınlamakla kalmamış, bazılarına kitaplarımızın ek bölümlerinde yer vermek yoluna da gitmiş bulunuyoruz. Bizim devrimci ilkelerimiz, yeterli açıklıkta devrimci ideolojik görüşlerimiz, onların somutlandığı bir programımız, tüm bunların ifadesi bir ideolojik-politik hattımız, tüm bunların ürünü moral değerlerimiz, ve tüm bunlardan kaynaklanan kendimize tam bir özgüvenimiz var. Kendi ilkesel ve ideolojik bakışaçımızdan siyasal muhataplarımızın görüşlerini ideolojik bir çerçevede irdeleme ve eleştirme olanağına sahipken, buna küfür ve hakaret katmak ihtiyacı duymak bizim için utançların en büyüğü olurdu.
Özetle küfür ve hakaret kategorik olarak bize, kültürümüze, değerlerimize yabancıdır. Bunun aksini iddia edenler bunu kanıtlamak ve bunu da keyfi öznel yargılarla değil fakat nesnel bilimsel ölçülerle yapmak durumundadırlar. “Teslimiyet”, “tasfiye”, “ulusal reformizm”, bunlar kapsamlı ve derin ideolojik-politik içerikleri olan marksist bilimsel kavramlardır ve bizim eleştirilerimizde bu içerik tüm açıklığı ile ortaya konulmuştur.
Ama yazık ki küfür ve hakaret bahsinde bu aynı şeyleri bizzat Kürt hareketi hakkında, özellikle de bize saldırıların dokunulamaz/tartışılamaz kutsal gerekçesi haline getirilen Abdullah Öcalan hakkında söyleyebilecek durumda değiliz. Abdullah Öcalan’ın Türkiye devrimci hareketine yönelttiği saldırılarda yer alan küfür ve hakaretlerin haddi hesabı yoktur. O İmralı sonrası dönemde buna Marksizmin kurucularını da eklemiş, onların devrimci Kürt kadrola
Bu yorumun devamını oku... |
|
|
|
|
|
|