isimsiz
1-GÖKKUŞAĞININ
PEŞİNDEN KOŞAN ÇOCUKLAR YA DA YOL’UN ÖYKÜSÜ
-isimsiz-
Çok
eski zamanlarda dört erkek kardeş yaşamaktaydı. Kardeşler
anne ve babaları ölünce yapayalnız kalmışlardı. Güneşli
bir bahar sabahı ne yapacaklarını düşünürlerken dağların
ardında rengarenk ışıklar saçan gökkuşağını
farkettiler.
-Ne güzel değil
mi? dedi büyük kardeş, diğerleri onu onayladı.
-Niye gökkuşağını
yakalamıyoruz ki? Dedi onun bir küçüğü. Kardeşler
birbirlerine şaşkın şaşkın baktılar. Üç
numaralı kardeş şöyle dedi.
-Ama ben bugüne
kadar gökkuşağını yakalayan tek bir insan görmedim.
Küçük
kardeş gözünü gökkuşağına dikerek ayağa kalktı
ve itiraz etti;
-Ben de
sevgili ağabeyciğim, bugüne kadar onu yakalayamayan tek bir insan görmedim.
Hadi koşalım, gökkuşağını yakalamaya çalışalım!
Kardeşler
ani bir coşkuyla oturdukları yerden fırladılar ve gökkuşağına
doğru koşmaya başladılar. Önce yavaş yavaş koştular,
sonra hızlandılar, hızlandılar, o kadar hızlandılar
ki herkes onlara hayretle baktı. Gökkuşağına doğru koştukça
yeniden doğduklarını hissettiler, adımlarını hızlandırdıkça
insan olduklarını haykırdılar, koşarken dans ettiler,
şarkılar söylediler.
Aradan uzun
bir zaman geçti. Kardeşler yorulmaya başladı. Gökkuşağını
bir türlü yakalayamıyorlardı. Tam yakalayacaklarını sandıkları
anda gökkuşağı biraz daha uzaklaşıyordu. Günler,
aylar, yıllar geçiyor; gökkuşağı hiç yaklaşmıyordu.
-Ben yoruldum
kardeşler, dedi büyük ağabey. Benden bu kadar. Artık gökkuşağı
peşinden koşmak istemiyorum. Şu geçtiğimiz köyde çok güzel
bir kızla karşılaştım. Gidip o kızla evleneceğim
ve artık bu saçmalığı unutacağım. Aklınız
varsa siz de böyle yapın.
Üç
kardeş yanlarından ayrılan ağabeylerinin ardından baktılar.
Bir süre düşünüp, daha sonra koşmaya devam ettiler.
-Belki, dedi
ikinci ağabey. Belki gökkuşağını yakalarız. Hatta
belki gökkuşağını satar zengin oluruz.
Üç kardeş
koşmayı sürdürdü. Ama bir süre sonra ikinci ve üçüncü ağabey
de koşmayı bıraktı. İkinci "alaylardan usandım"
dedi giderken, üçüncü "dağların ardında hiç bir şey
yok, ben dönüyorum" dedi ve gitti.
Geriye bir
tek en küçük kardeş kaldı. O koşmayı hiç bırakmadı.
Yıllar geçti o hep koştu. Saçları uzadı, sakalları
yere kadar geldi, geçtiği ülkelerdeki insanlar onu bir keşişe
benzetip saygıyla geri çekildiler.
Küçük
kardeş gökkuşağına koşmaktan hiç vazgeçmedi.
Yıllar
sonra bir gün küçük kardeşin yolu, büyük ağabeyini bıraktığı
köyün önünden geçti. Orada ağabeyi ile karşılaştı.
Ağabeyi onu öptü; ona artık bir fıçı gibi şişmanlayan
eski güzel karısını gösterdi, çocuklarına amcalarını
tanıttı.
Küçük
kardeş ağabeyine bugüne kadar neler yaptığını
sordu. Ağabeyi dedi ki;
-Toprak aldım,
toprak sattım. Çok zengin oldum ama artık yaşlandım.
Eskiden hiçbir şeyim yokken bir ben vardım; şimdi her şeyim
var ama ben neredeyim, hiç bilmiyorum.
Küçük
kardeş ağabeyine diğer ağabeylerinin neler yaptığını
sordu.
-En küçük
ağabeyin, dedi büyük ağabey. Öldürdü kendini, kimse sebebini
anlamadı. Oysa büyük başarılar yakalamış, varlığı
yokluğunu kat be kat aşmıştı. Diğer ağabeyin
ise sarhoş oldu, sofu oldu, ardından yine sarhoş oldu; hiçbiri
yetmeyince her ikisi birden oldu ama yine de iflah olamadı.
Ve sonra büyük
ağabey küçük kardeşine bunca yıl neler yaptığını
sordu.
-Koştum,
dedi küçük kardeş, ben koşmayı bırakmadım. Hep gökkuşağını
yakalamaya çalıştım, hala da koşuyorum, her zaman da koşacağım.
Büyük ağabey
gökkuşağının ne olduğunu bile unutmuştu. Önce
inanamadı kardeşine. Ama daha sonra; kardeşinin yıllardır
koşmayı sürdürdüğüne inandıktan sonra, gülmeye başladı.
-A benim
avanak kardeşim, dedi. Gökkuşağını yakalayacaksın
da ne olacak?
-Bilmiyorum,
dedi küçük kardeş. Oturduğu yerden kalktı ve dışarı
çıkıp koşmaya başladı.
-Ben
gidiyorum, dedi koşarken. Gökkuşağını yakalamaya
gidiyorum, elveda sana!
Büyük kardeş
küçük kardeşin hayatını adadığı koşuyu hiçbir
zaman anlamadı. Zaten gündelik yaşamın uğraşlarıyla
o kadar çevriliydi ki anlamaya da pek çabalamadı.
Ağabeyi
arkasından şaşkın şaşkın bakarken küçük
kardeş adımlarını hızlandırdı. Koştukça
yüreği tıpkı ilk günlerdeki gibi cesaret, mutluluk ve güven
doldu. Artık biliyordu, gökkuşağına ulaşmak için tükettiği
yol boyunca aslında kendine yaklaşmıştı. Gökkuşağına
giden yol’da yürümüş, koşmuş bazen de tökezleyip düşmüştü.
Her şeyini ortaya koyduğu bu yolculukta; yılmamayı, inat
etmeyi, inanmayı, sıfırdan başlamaktan korkmamayı öğrenmişti.
Yaşamının anlamını, dününü, bugününü sorgulamış,
değişmiş, dönüşmüş, sonunda "başka bir yaşam"ın
renklerine ulaşmış, başka biri olmuştu. Gökkuşağını
benliğinde bulmuştu.
...önemli
olan gökkuşağına ulaşmak değil, gökkuşağına
koşmaktı.
Gökkuşağına
uzanan bir yolda koşabilmek her şeyden daha güzeldi... gökkuşağından
bile!
Yazıcıya Uygun Sayfa
Tavsiye Et
Copyright © Şirince Paylaşım Tüm hakları saklıdır.