Sevda Kuran Akdað
Biz onu ne zaman kaybettik tam olarak bilemiyorum. Televizyonda, gazetelerde zaman zaman çýkan kayýp yakýnlarý ile ilgili haberleri izlerken veya okurken, ya da arada bir Ferhat Tunç'un "Kayýp'ýný" içim parçalanarak dinlerken bir türlü bu sorunun cevabýný bulamadým. Bunun için de onlarýn acýsýný paylaþmama ve aradan yýllar geçse de "aramaktan" býkmamalarýna, sorumlulardan hesap sorma çabalarýndan vazgeçmemelerine sonsuz bir saygý duymama karþýn kendimi bir türlü onlarla özdeþleþtiremiyorum. Bunun en büyük nedeni onun fiziðinin bizimle birlikte olmasý ve kendisinin "kayýp" olmasýdýr.
Yani onun herhangi bir resmini ben ya da ailemizden biri, annem, ablam, babam, aðabeyim eline alýp, bir vakitler kayýp ailelerinin her cumartesi yaptýklarý gibi Galatasaray 'a, gidip, "onu kaybettiniz!" diye haykýramaz. Evet o bir kayýp. Bu nasýl, ne zaman yapýldý, kim, kimler suçlu ya da suçsuz bunu bilmiyoruz. Belki de bilenimiz var ama hiç konuþmuyoruz ya da kayýbýn bu türlüsü utanýlacak, sýkýnýlacak, konuþulmayacak bir þeymiþ gibi, sanki öbür türlü yani fiziðinle birlikte yokedilmek yiðitçe ve onur vericiyken bu türlü bir kayýp ayýp, utanýlacak bir þeymiþcesine ne toplum, ne dostlar, ne arkadaþlar, ne de biz yakýn aile çevreleri bu tür kayýplarýmýzý, yani aklý, ruhu kaybolmuþ, bedeni aramýzda olan kayýplarý konuþmuyoruz, unutmaya çalýþýyoruz.
Görmüyoruz, görsek de onlar için bir þey yapmýyoruz. Neden? Gerçekden onlardan utandýðýmýz için mi böyle davranýyoruz? Yoksa acýmýz ölçülmeyecek kadar büyük de, onu tümüyle geçmiþimizin, yüreðimizin bir köþesine hapsederek, hiç olmamýþ varsayarak mý ancak yaþamýmýza devam edebiliyoruz. Ya da hepimiz insanoðlunun ve insankýzýnýn yapýsýndaki "ben" in, bencilliðinin bir anlamda halk dilindeki adý olan "vefasýz" mýyýz? Bilemiyorum, belki de bilmek istemiyorum. Ama bildiðim bir þey var. O bir kayýp ve ben onun ne zaman kaybolduðunu bilmiyorum.
Sekiz kardeþin dört kýzdan sonra en çok istenilmiþ olanýydý. Ama ondan sonra iki oðlan daha olmuþ ve bu isteme doyulmuþtu. Muzipti, neþe doluydu. Kaybolduktan sonra bile, "iyi zamanlarýnda", ortaokul ve lise öðretmenlerinin taklitlerini yaptýðýnda hepimizi gülmekten kýrýp geçirirdi. Çok hassas ve duyarlýydý. Eve misafir geldiðinde, arka cama gelip, "anne bir þeye ihtiyacýn varsa hemen alýp geleyim." demesi,yataklarý yorulur diye anneme serdirmeyip kendisinin sermesi, zatürre olduðumda iki de bir yanýma gelip, elini alnýma koyup ateþime bakmasý, hatýrlayabildiðim ufak tefek örnekler. Ayrýca çok zekiydi ve yüreði gibi eli de açýktý. Ona dair hatýrladýðým olumsuz hemen hemen hiç bir þey yok. Sadece ortaokul ve lise yýllarýndaki çapkýnlýklarý ve bu yüzden okumayacak diye bab mla sürtüþmelerinden baþka! Ama bunda bile onun suçu yoktu diyebilirim. Mahalleli de böyle düþünüyordu; "O yakýþýklýydý, kýzlar onun peþini býrakmýyordu. Oðlancaðýz ne yapsýndý."
Onu o zamanlar mý kaybettik yoksa kendisinin on parmak daktiloyla sabahlara kadar 12 Mart karþýtý bildirileri yazdýðý zamalarda mý? Ya da Denizlerin idamýný sabah radyoda duyduðunda, elinden düþerek parçalanan çay bardaðý ile birlikte mi kaybettik, bilmiyorum. Belki de bundan bir süre sonra kendisinin bir küçüðünün, þefkatli ve sevgili devletimiz tarafýndan, haçlý seferi misali evlerine düzenlenen saldýrýda (belki de bir yýl sonra yapacaklarý Kýbrýs Çýkartmasý'nýn ilk provasýný yapmýþlardý.) alýnarak yaralý halde hastahane yataðýnda zincire vurulduðunda, ya da ayný kardeþi envayi türlü iþkencelerden sonra idamla yargýlayýp "ömür boyu" verdiklerinde, belki de bütün bunlar olduðunda onu kaybettik.
Velhasýl onu ne zaman kaybettik bilmiyorum. Bazen derin derin dalýp düþündüðümde acaba diyorum; Biz Ankara'dayken memlekette onu gözaltýna alýp, sonra da gözaltýndayken akli dengesini kaybetti diyerek, akýl hastahanesine sevkettiklerinde mi onu kaybettik? Ya da yýllarca süren bu davadan akli dengesi bozuk diye ceza almadýðýnda mý? Evde hepimize ajan, polis diye saldýrdýðýnda da onu kaybetmiþ olabiliriz.
Ortanca aðabeyim, kuzeyin büyük þehirlerinden birinin cezaevinde yýllardýr yatýyor. Þubat ayý her taraf dizboyu kar. Ankara'dan Tunceli'ler adlý otobüs firmasýyla tamamýna yakýný devrimci ya da yurtsever olan yolcularýyla birlikte 11 saatlik yolculuðuma baþlýyorum. Yanýmda en sevdiklerimden, devrimciliði birlikte öðrendiðim arkadaþým var. Tam arkamýzdaki koltuklarda oturan iki yolcu konuþuyorlar. Aðabeyimden bahsediyorlar. Kulaklarýma inanamýyorum. Biri diðerine onu yolda gördüðünü, kafayý yemiþ olduðunu, kuþlarla, direklerle falan konuþup kendi kendine güldüðünü söylüyor. Diðeri " ya öyle mi?" diyor ve kahkahayý basýyorlar birlikte. Çok fena oluyorum. Arkadaþým önce anlamýyor ama sonra arka tarafa kulak kabartýnca anlýyor durumu. Bana sarýlýyor sýkýca " Üzülme" diyor, "ne olur üzülme." Onlar arkada gülüyorlar biz önde aðlýyoruz. Arkadaþým "ben tanýyorum bunlarý, benim memleketlimler, falan siyasettenler." diyor. Ýþte 11 saat deði 11 gün gibi uzun gelen o otobüs yolculuðunda da kaybetmiþ olabiliriz aðabeyimi.
Bilemiyorum. Devleti ve polisi suçlayabilirim ama bu bana kolay bir yol gibi geliyor. Yani yýllarca zulüm gördüklerinden zaten sana iyilik yapmalarýný bekleyemezsin. Ama ya bizim arkadaþlara, dostlara, insaným diyen insanlara ne demeli? Aðabeyim ve onun gibileri bir gün bile olsun aramamýþ, hatýrlamamýþ, onlarýn hesabýnýn sorulmasýný istememiþ olan "bizimkilere" ne diyeyim, nasýl sitem edeyim? Belki sizler de hak vereceksiniz. Çok zor bir soru bu. Aðabeyim ne zaman kaybedildi acaba? Ama belki de, hatta büyük ihtimalle, kendi kendime ona ömür boyu bakacaðýma söz verdiðim halde, onu ve ülkemi býrakýp yurtdýþýna çýktýðým zaman kayboldu aðabeyim. Bilmiyorum!
Sevda Kuran Akdag
Yazcya Uygun Sayfa Tavsiye Et
Copyright © Þirince Paylaþým Tm haklar sakldr.