Sevda Kuran Akdag
Bütün gün ablamýn arkasýnda önünde dolanýyorum. Ablam farkýnda mý, deðil mi bilmiyorum. Narin vücudunun üstünde yükselen güzel yüzdeki bir çift güzel gözden ara sýra sevgi dolu, sýcacýk bakýÞlar alýyorum. 9 yaþýndayým ya, çocuðum ya içim huzur doluyor, sokaða çýkýyorum oynamak için. Arada bir koþup geliyorum. Yaþlý annemin artýk zorlanarak yaptýðý ya da yapamadýðý iþleri yapýyor Elazýð Akýl Hastanesinde hemþire olan, hafta sonu izinini evde geçiren ortanca ablam.
Koþarak gelip nerede ise onu buluyorum. Ortalýðý mý topluyor, camlarý mý siliyor, mutfakta mý? “Abla” diyorum. Yavaþça baþýný çevirip gülümsüyor. Yetiyor! Fýrlayýp tekrar sokaða çýkýyorum. Evet biliyorum, ablam beni yanýnda götürecek. Yaz tatili ya onunla gidebilirim. Müjgan’a gideceðim. Ablam beni Müjgan’a götürecek. Sakin ruhlu , þikayeti çok az olan, sadece yardým hem de karþýlýksýz yardým duygusuyla dolu bir insan ablam. Sanki meleklerden biri yeryüzüne inmiþ, ”melekler yoktur” diyenlere inat insanlarýn arasýnda dolaþýyor. Müjgan’a gelince , o benim arkadaþým. Ablamýn servisinde, yani Elazýð Akýl ve Sinir Hastalýklarý Hastane’sinin, Fizik tedavi servisinde ( 7.servis ) yatan bir hasta. Yaþý benden çok büyük, 25-30 var.Aslýnda ona abla demem lazým ama herkes Müjgan dediði için ben de öyle diyorum. Müjgan’da ablam gibi çok iyi birisi. Yataðýnn üzerine çýkýp oturmama, o hýzlý hýzlý örgüsünü örerken saatlerce onu seyretmeme izin veriyor. Bazen onu seyretmekten, þiþler, yün ipleri arasýnda gidip gelen parmaklarýna bakmaktan yorgun düþüyorum. Yataðýn alt ucunda uyuyup kalýyorum. Müjgan’ýn yumuþak sesiyle uyanýyorum tekrar ”Suna...Suna...uyan bak yemeðimiz geldi.” Gözümü açýyorum. Odayý dolduran “hastane yemeði kokusu” burnuma çarpýyor. Müjgan beni hep böyle çaðýrarak uyandýrýr, sadece sesiyle. Neden mi? Çünkü yerinden kýpýrdayamaz. Bir tek ellerini ve baþýný hareket ettirebilir. Felçli diyorlar ona. Annem yeniden yeniden sorar hep “niye olmuþ bu zavallý böyle?” Ablam her seferinde sabýrla anlatýr.
Çok sevdiði birisi ile evlenmiþ. Ýki tarafýn da aileleri karþý çýkmýþlar evlenmelerine ama dinlememiþler, onlarý zorla razý edip evlenmiþler. Sonra Müjgan hamile kalmýþ. Doðumda eve ebe çaðýrmýþlar. Olmamýþ, doðuramamýþ. Köyden Elazýð’a, hastaneye götürdüklerinde, zar zor almýþlar çocuðu karnýndan. Ölüymüþ bebek, parçalamýþlar. Önce bir kolunu, sonra öbürünü, sonra gövdesini, baþýný parçalayýp çýkarmýþlar içinden Müjgan’ýn. Bebek öleli çok olmuþ. Doktor “hiç kontrole gittin mi?” diye sorduðunda, Müjgan baþýnda söylenerek bekleyen kaynanasýna çevirmiþ bakýþlarýný. Doktor anlamýþ durumu, baþkaca bir þey sormamýþ. Sonra masadan kalkamamýþ Müjgan. O gün bu gündür de hiç kalkýp yürüyememiþ. Belini sakatlamýþlar diyor ablam. Ýki yýldýr ablamýn servisinde yatýyor. Doðumevi’nde býrakýp gitmiþler, sonra da fizik tedavi için buraya sevketmiþler. Kimse sahip çýkmamýþ, kimse arayýp sormamýþ. Baba evi için de, koca evi için de “yük”müþ. Ablam “baþhekim acýyor, onun için servisde tutuyor.” diyor. Müjgan örgüsüyle meþhur. Hastanenin bütün doktor, hemþire, hastabakýcýlarý üzerlerinde lüks maðazalarýnkiyle yarýþacak cinsten “Müjgan kazaklarý, hýrkalarý” taþýyorlar. Hatta aileleri bile. Babama moher bir hýrka ördü, bütün mahalle o hýrkaya bayýldý.
Türkiye ve dünya sinemalarýnýn neredeyse bütün baþyapýtlarýný görmüþ, çoðu aktris ve aktörlerini tanýyan annem, Müjgan’ý Grace Kelly’e benzetir. Annemin huyu bu. 60´lý yýllarýn sonu, 70’li yýllarýn baþýnda Elazýð’da sinema furyasý esiyor. Yazlýk sinemalar, kýþlýk sinemalar hele de kýþlýk sinemalar þýklýklarý ve rahat koltuklarý ile Ankara’nýn, Ýstanbul’un sinemalarý ile boy ölçüþmekte. Biz memur ailesiyiz ve bu nedenle mahallemizdeki birçok Elazýðlýdan farklýyýz.Kýzlarýný, oðullarýný okutan, politikayla ilgilenen babam, yaz aylarýnda orman baþ müdürlüðündeki muhasiplik görevinden her gün ayný saatte, 16.30 da döndüðünde, akþam yemeði yenir, ardýndan sinemaya gitme hazýrlýðý baþlardý. Annem üzerindeki yöresel Elazýð þalvarýný çýkarýp sýfýr kollu “asri” ya da “tango” elbiselerinden birini giyer, baþýndaki iðne oyalý Elazýð yazmasýný çýkarýp saçlarýný tarar ve çoðunlukla saten eþarplarýndan birini örtmeden ” açýk baþ”la beni de giydirip, yanlarýna alarak sinemalardan birinin yolu tutulurdu. Annemin keyfini omuzlarýna aldýðý “neyir” marka beyaz hýrkasý tamamlardý. Dönüþ genellikle süslü Elazýð faytonlarýndan biri ile olsa da zaman zaman yol üstü dondurma alýnýp yenilerek eve kadar yüründüðü de olurdu. Bazen bu “sinemaya gitmeler” hastaneden 5-6-10 kadar hemþirenin de birlikte götürülmesi þeklinde olurdu. O zamanlar benim keyfime diyecek yoktur. Gelsin gazozlar, gitsin çekirdekler, patlamýþ mýsýr ve dondurmalar. Filmine göre bol bol aðlanýr ya da gülünürdü. Annem en çok aðlayanlardan ya da filim boyu perde ile konuþanlardan. Daha sonralarý bu huyunu televizyon ile konuþma þeklinde hep sürdürdü. Etrafýndakileri hep filim artistlerine benzeterek tarif eder.”Aynen Elizabeth Taylor, Türkan Þoray’ýn gözlerine benziyor, bu Gina Lolobirgitta burnu, fýndýk gibi v.s.” iþte Müjgan için de “aynen Grace Kelly”diyor. Okumasý yazmasý olmayan, önceleri radyonun, sonralarý televizyonun müptelasý olan annem, sinema ve tiyatro konusunda sanýrým kitaplar dolusu bilgi taþýyor kafasýnda.
Müjgan’ý kimse arayýp sormamýþ dedim ya, aslýnda bu doðru deðil. Bir arayýp soraný var. Eþi ailesinden gizli her hafta sonu köyden Elazýð’a geldiðinde, ona uðrar. Eðer ablam nöbetçi ise gece geç vakitlere kadar kalýr. Müjgan’a çok sevdiði fýndýklý lokumlardan getiriyor. Ertesi gün yanýna gittiðimde bana da veriyor gözlerinde müthiþ bir parýltý ile. O genç adamýn yani Müjgan’ýn eþinin olduðu vakitlerde ablam beni Müjgan’ýn yanýna býrakmýyor. Sadece arasýra gidip, odanýn camlý kapýsýndan el sallamama izin veriyor. O adamý sevmiyorum. Çünkü bazen o gittikten sonra Müjgan aðlýyor, çok aðlýyor. Onu aðlatanlarý sevmiyorum. Bir kez hastabakýcý kadýnýn biri yataðýný deðiþtirirken kýzdý ona. “Ne zaman gelip seni götürecekler” diye baðýrdý. Müjgan çok aðladý. 2-3 gün aðladý. Ablam olanlarý ayný zamanda 7.servisin þefi olan hastane baþhekimine anlattý. O hastabakýcý kadýný en aðýr hastalarýn “zýr delilerin” koðuþuna gönderdiler. Oh olsun! Çok sevindim buna. Yemek tepsisini býrakýrken bile baþýna çalarcasýna sert indirirdi komidinin üstüne.
Yataðý özel Müjgan’ýn. Bebek gibi bezliyorlar ve bebek yatagý gibi temizliyorlar. Eþinin getirdiði gülsuyundan bol bol döker altýnýn deðiþtiði zamanlar. Onu hep ablam banyo yaptýrýr. Tekerlekli sandalyeye oturtup odasýnýn içindeki banyoda yýkar. Ben de seyrederim kapý aralýðýndan bembeyaz vücudunu Müjgan’ýn. Bazen ablama yardým ederim. O sabunlarken ben su dökerim. Sonra bir güzel kurular onu. Tertemiz çarþaflarýn üzerinde pudralar her bir yanýný masaj yaparak. Ara sýra kalçalarýnda,sýrtýnda ufak yaralar açýlýr. Ablam hemen sýk sýk masaj yapmaya baþlar, alkol ve pudra ile.”Kan dolaþýmýný hýzlandýrmak için.” der. Bir kez kapýdan baktýðýmda eþi onun ellerini eline almýþ öpüyordu. Birinde adamýn baþý Müjgan’ýn kucaðýnda, birinde Müjgan’ýn ayaklarýný ovuyordu. Ben gene de o adamý sevmiyorum..
Akþam yemeði öncesinde ablamla birlikte hastaneye ulaþýyoruz. O sol taraftaki iki katlý tek binaya, lojman binasýna doðru yürürken “Müjgan’a gidiyorum” diyerek elini býrakýp beni 7. servise götürecek ana binanýn kapýsýna yöneliyorum. ”Biraz sonra benim de geleceðimi soyle!” diye arkamdan sesleniyor .“Olur.” diye cevaplarken bir yandan da bana el sallayan Ahmet Yonca’ya el sallýyorum. Oldukça güzel bir park görünümündeki hastane bahçesinin banklarýndan birinde oturan Ahmet Yonca Malatyalý bir müzik öðretmeni. Akli dengesini yitirene kadar. Þimdi ise zaman zaman eline verdikleri mandolinle ufak tefek konserler veriyor, hastanenin çalýþanlarýna, ya da oraya misafirlerini bir sirk seyretmeye getirircesine alýp gelen valinin, emniyet müdürünün, filan genel müdürün, falan baþ müdürün eþlerine. Rehabilitasyon amacýyla yemekhanede, hemþire lojmanýnda, bahçede çalýþtýrýlan hastalarýn çoðunu tanýyorum. Onlar da beni tanýyor. Sadece onlar deðil kapýdaki kapýcýlar, eczacýlar, doktor ve hemþireler de tanýyor. Akýllýyým, usluyum seviyorlar beni. Hastalardan bazen korkuyorum. Yanlarýndan geçerken görünmeyen varlýklarla konuþmalarýna alýþtým ama beni bir defasýnda görüp gülümsemelerine, öbür defasýnda görüp tanýmamalarýna alýþamadým. O zamanlarýnda “baþka dünyalarda” olduklarýný anlamam uzun sürdü.
Ahmet Yonca’dan sonra ana binanýn kapýsýndaki nöbetçi de selamlýyor. Ona gülümseyip hýzla beni 7. servise götürecek merdivenlere yöneliyorum. 7. servis en üst katta, üçüncü katta yani. Birinici. ve ikinci katlarda 5. ve 8. servisler var. Aðýr ,çok aðýr hastalar halk arasýndaki deyimle ”zincirlik deliler” kalýyor oralarda. Merdivenleri çýkarken 8. servisten baðýrmalar, çýðlýk sesleri duyuyorum. Ýster istemez o tarafa doðru yöneliyorum. Uzunca koridorun baþýndayým. Koridorun sað tarafýnda yerden tavana kadar kalýn, demir parmaklýklar var. Onun arkasýnda çoðu çýrýlçýplak kadýn hastalar var. Hemen hepsinin kafasý sýfýr numara týraþlý ama buna raðmen birçoðu bitin pençesinde habire kaþýnýyor. Dikkatimi bazý kadýnlarýn, genç kýzlarýn bacaklarýndan sýzan “aybaþý kaný” çekiyor. Yerler kan, sidik ve dýþký dolu. Dayanýlmaz bir koku burnumun kemiðini sýzlatýyor. Bir köþede iki üç hasta birinin kafasýný gözünü kýrmakla meþgul. Çýðlýklar, baðrýþmalar o taraftan geliyor. Þok durumundan kurtulup,nöbetçi personel odasýna dalýyorum. Burasý bir üst kattaki 7. servisle ayný yapýda.Ýçerideki hastabakýcý ve hemþirelere ”Yetiþin birini öldürecekler.” dememle güçlü kuvvetli hastabakýcýlar çelik dolaptan beyzbol sopalarýna taþ çýkartacak cinsten iri sopalarý alýp, dýþarý fýrlýyorlar. Hemþire cebinden bir anahtar çýkarýp demir parmaklýðýn kilidini açýyor. Hastabakýcýlar içeri girdikten sonra tekrar kilitliyor. Manzara korkunç. Bütün gün yan taraftaki beton avluda, dört duvarýn içinde, güneþe maruz kalan çýplak bedenleri ile Afrikalý rengine bürünmüþ onlarca kadýn hasta iki sopalý adamý görünce korku dolu bakýþlarla gerileyip açýk hava bölümüne kaçýyorlar. Köþede dövüþenler ise ne olduðunu anlayamadan kafalarýna inen sopalarýn sonunda kanlar içinde duvarýn dibine çöküyorlar. Ben de çöküyorum. Zýrýl zýrýl aðlýyorum. Nefes nefese içeriden çýkan hastabakýcýlarýn ardýndan demir parmaklýðý tekrar kilitleyen hemþire gelip baþýmý okþuyor” ablan nerede, hadi onun yanýna git” diyor. Ýç çekerek 7.servise ulaþýyorum. Üzgünüm bu üzgünlüðüme Müjgan iyi gelir deyip odasýna dalýyorum. Onun gülümseyen yüzünü aramam boþuna. Müjgan aðlýyor hem de hüngür hüngür. Yürüyüp elimi dizine koyuyorum. Ýç çekerek soruyorum
-Sen de duydun yaptýklarýný deðil mi?
Baþýný kaldýrýp Grace Kelly gözleri ile bakýyor. ”Gelmedi.” diyor. ”Ýbrahim gelmedi bu hafta.” Kýzýyorum içimden. Müjgan’a cevap vermeden odadan çýkýp koridordaki pencereden dýþarýyý seyrediyorum. 9 yaþýnýn verdiði güçle biraz önce gördüklerimi sindirmeye çalýþýyorum týpký daha önce gördüklerim gibi. Burada yýllar geçip giderken, insanlar o yýllarýn birçok günü akýl güçlerini kaybettikleri için, baþkalarýnýn akýl ve vücut güçlerinin altýnda acý çekecek, caný yanacak sonra isimsiz bir mezarda, belki de bu dünyada hiç bulamadýðý huzuru bulacaktý.
Ablamý Müjgan’ýn odasýna girerken görüyorum. Gidip yanlarýnda uykum gelene kadar oturuyorum. Sonra da gecenin bir vakti ablamýn ardýndan hemþire lojmanýna yürüyorum uykulu gözlerle. Odadaki 3. yatakta Sivaslý hasta Aynur yatýyor. O da doðumda hastalanmýþ. Dediklerine göre “zararsýz.” Hep lojmanda kalýyor. Oranýn temizliði ile uðraþýyor. Sürekli ama sürekli kendi kendine konuþup, gülümsüyor ya da kaþlarýný çatýyor. Ayný odada böyle biri ile uyumak yýllar sonra beni ürkütecek ama bu günlerde Aynur benim için misafiri olduðum lojmanda oda arkadaþým. Biraz gürültülü uykusu haricinde her þeyi “normal.”
Bir sonraki hafta gitmedim. Ablam Müjgan’ýn hali yok, çok üzgün dedi. Daha sonraki hafta ablam eve gelmedi, nöbetçi imiþ. Sonra bir hafta sonu evdeki ablama tutturdum Müjgan’a gideceðim diye. Çaresiz aldý beni yanýnda götürdü. Bir öðlen vakti idi. Müjgan’ýn odasý bomboþtu. Komidinin üzerinde hep duran gül suyu þiþesi ve yün ipleri yoktu. Ablam “þu anda fizik tedavi görüyor, çýkýnca da baþhekim dinlenmesini söyledi, bugün göremezsin onu” deyince üzüldüm ama Müjgan’ýn fizik tedavi görmesine sevindim. Çünkü ne zaman fizik tedavi görse günlerce aðrýsý, sýzýsý olmuyor. Sonraki hafta gene ablamýn ardýna takýlýp Müjgan’a gittiðimde onun odasýnda baþkasý kalýyordu. Yaþlý bir nine. Koþup nöbet odasýndaki ablama “Müjgan’ýn odasýný neden deðiþtirdiniz?” diye sordum. Ablam gözleri dolu dolu baktý yüzüme. Kalkýp yanýma geldi, baþýma elini koydu. Elinin sýcaklýðýný bütün vücudumda hissederken Müjgansýzlýk korkusu ayný anda doldu yüreðime. ”Müjgan taburcu oldu, köyüne gitti.” gözlerindeki yaþlara engel olamýyordu. Cebinden yarýlanmýþ, plastik bir þiþe çýkardý. Bu Müjgan’ýn gülsuyu idi.”Bunu sana býraktý giderken, döktükçe beni hatýrlasýn dedi.” Üstündeki pembe etikette mavi harflerle “GÜLSOY GÜL SUYU” yazan þiþeye el sürmedim. Ablamý elinde gülsuyu þiþesi, ardýmda býrakýp, koþmaya baþladým. Yürünerek yarým saatte ulaþýlan evimize 10-15 dakikada ulaþtým. Annem beni görünce sadece derin bir ah çekti. Bahçenin bir köþesine çöküp benimle vedalaþmadan giden Müjgan’a içim öfke dolu aðladým...aðladým...
Aylar sonra ablamlarýn aralarýnda konuþmalarýndan, annemin komþu kadýnlara anlatýmlarýndan, eþinin baþkasýyla evlenmesine dayanamayan Müjgan’ýn, ilaçlarýný bir hafta biriktirdikten sonra, hepsini içip intihar ettiðini öðrendim. Nöbetçi hemþire onu odasýnda uyur gibi bulmuþ. Ablam hariç herkes ”kurtuldu” diyordu Müjgan için. Bense yýllar sonra eski bir filim yýldýzý olan Monaco Prensesi Grace Kelly bir otomobil kazasýnda yaþamýný yitirdiðinde, ilk kez,kýzmadan, Müjgan için aðladým. Þimdi her gül kokusu biraz Müjgandýr ve her gül suyu serinliðinde Müjgan’ýn ýþýklý gülüþü var...
Yazcya Uygun Sayfa Tavsiye Et
Copyright © Þirince Paylaþým Tm haklar sakldr.