Milliyetçilik Çıkmazı
Kürt milliyetçi hareketinin son zamanlarda sola karsı yaptığı saldırılarda komplo teorisi aramak istemiyorum ama devlete şirin gözükmeye mi çalışıyor yoksa kuruluşundan bu yana devam sadece “ben varım” ve “sadece ben olmalıyım” özelliğini mi devam ettiriyor?
Milliyetçi
hareketler her zaman tarihin yasaları karsısında yenilmeye
mahkumdurlar ve yenilmişlerdir de.
İşte bu çıkmaza giren hareketler kendilerini ve kendilerinin bu
hale düşmesine neden olan insanları asmalıdırlar ve asmak
zorundadırlar.. Aksi taktirde Türkiye’de gördüğümüz gibi
insanları erimekle suçlayıp kendilerini eridiklerinin farkında
olmamaktadırlar.
EDGS
Şirince Paylaşım EDGS'nin düşüncelerinine aşağıdaki itirafları ekliyor:
TDKP'li Devrimcilerin Dersim'deki Katliamcılarından İtiraflar
Kamil Munzur : Anladığını anlatmayan alçaktır (TEKMILI BIR ARADA)
Anladığını anlatmayan alçaktır
PKK’nın parti içi infazı yüzleri bir tarafa bırakalım; gayri resmi ağızlarla(PKK’nın içinde yada içinde olup şu an pasif duranların ifadesiyle) 1000 kişilik bir kabarık listeyle ifadelendiriliyor....
Tam da bu noktada herkes bildiği ve tanık olduğu bu vahşetleri anlatmalıdır. Geleceğe umutlu bakmak için geçmişin kirinden arınmak için bu şart. Hiç kimse bu vahşetin sebep olduğu kanlı ve kirli sonuçlarla uzun süre yaşayamaz!
Bir anlık düşünün ki, siz kardeşinizi ya da oğlunuzu bir ulusal dava için seve seve savaşa gönderiyorsunuz ve bu yakının sorgusuz, sualsiz ve çoğu zaman da kendi oluşturdukları fakat, ne burjuva yasalarından ne de devrimci yasalarda bulunan kendi vahşi hukuklarını bile çiğneyerek, sayısız infaz ve cinayete imza attılar.
Sürekli düşünme zahmetini bir tarafa bırakalım; çatışmada ağır yaralanan bir yakınınızın, “beni kurtarın heval” çağrı, yalvarma ve ricalarına, “yük” oluyor diye kafasına kurşun sıkmak, neyle açıklanılabilinir?...
Örnek mi? Sayısı çok fazla, ama madem kamuoyuna yansımıştır biz de örnek olarak verelim. En büyük Apo’cu Cemil Bayık’ın 13 kişilik yaralıyı verdiği emirle infaz ettirmesi...
Devam edelim;
Bu “şehitlik” ve “ihanet” açıklamalarının bir diğer uç boyutu da, eğer günah keçisi seçilen bir komutan ya da savaşçı varsa, devletle girilen çatışma sonucu şehit düşmesine rağmen, yörede uyguladığı pratikle tepki çekmişse, “heval bir o savaş unsurunu cezalandırdık,”denilerek, tepkiler azaltılır ve esas çizgi ve düşünce saklanmış olur. Gerek bu taktiği gerekse de “şehit düştü” taktiği, her bölge de çok farklı ama özünde aynı biçimde yaşandı...
Tüm bu gelişmeler olurken, Ekim 1993 tarihinden yan ibir ay sonra 6 TDKP’li Ekrem’in talimatıyla hunharca katledildi. Süriyeli Hıdır’a işletilen bu cinayet, o dönemde geniş sekilde kamuoyuna yansıdığı için geçiyorum. Fakat geçmeden şu iki noktanın altını da çizmekten fayda vardır:
1- katledilen altı devrimci-ki bunların dört anında öldü, ikisi de ağır yaralı olarak o bölgede olan Dev-sol’cuların bir birliği tarafından kurtarıldı- kürttü. Ve bu insanlar nedensiz bir şekilde katledildikten sonra, Dersim-Pertekli olan birliğin komutanı Yunus Aydar (Bölgede Cihan Hoca diye anılan bu arkadaş, evli ve iki kız çocuğu babasıydı. Katledildiğinde adı geçen yapının o bölgedeki birliklerinin sorumlusuydu) ve Apo’nun hemşerisi olan Halfetili yardımcısı İbrahim Dışkaya’nın (Engin) ölü cesetleri dipçiklendi. Ve TC’nin cesetlere işkence yapma geleneği ve uygulamasının aynısını ve hatta daha da seviyesizce uygulayan Apocular, kurşunla delik deşik olan iki kürd devrimcisinin suratını dipçiklerle dağıtarak çenelerini kırdılar. Buna o gün infaz birliğinden olan ve bugün derin pişmanlık yaşayan, fakat ortaya çıkmaktan korkanlar başta olmak üzere yöredeki devrimci gruplar ve halk şahit oldu.
2- İkinci ve ayrı bir yazı konusu olan durum ise, TDKP’nin devamcısı olan EMEP’in, Apocu hereketin gücünden dolayı, geçmişin üzerine kara bir örtü çekmesi gerçeğidir. Yani giden “babasının kesesinden gitti” mantığıyla, politika da yapılan kirli ittifaklar, insanlığın değerlerini bile kirletiyor.
3- Ve cellatların hiç bir zaman anmak istemedikleri bir “anı” unutmak! EMEP rivayet gibi anılan gerçeği, seçim vb. çıkar ilişkileriyle gizleme suçuna ortak olmuştur ve oluyor.
TDKP’lilerle birlikte aynı gece Dersim’in Çemişgezek Doğan Köyü’nde ketledilen TIKKO taraftarı Kürt aileden Veli Kahraman ve iki kızı Zeynep ve Meral Kahraman
katledildi.
Yine bu katliamda emri veren Ekrem’dir. Uygulayanda Koçer adlı devlet ajanıdır.
Katliamın ertesi günü gidip gözlerimle tanık olduğum ve hayatım boyunca bana kabuslar yaşatan Doğan katliamıda öne çıkan en belirgin nokta ise yine Ekrem’in uyguladığı insanlık dışı karşı-devrimci tarzdı.
Yine o dönemde gerek gazete ilanları gerekse de sosyalist basında çıkan yazılardan dolayı detaylı bir şekilde işlenen bu katliama, bir kaç satırlık vurguyla belirtip geçmek istiyorum.
O dönemde TİKKO’da bulunan 15 kişinin ölüm kararı alınmıştı. Savaş başta olmak üzere o yapıdaki aktif kişiler ve komutanların alındığı ölüm kararları içinde bulunan Kahraman ailesinin bir oğlu, katliamda 8 ya da 9 gün önce Ekrem ve koçer tarafından yine “dostluk adına” düzenledikleri bir hileyle zorla alıkonulmuştu. Günlerce işkence ettikleri bu TİKKO kadrosu arkadaş, isteklerine boyun eğmeyerek, katledileceği ana yakın bir saatte kaçıp ellerinde kurtulmuştu. Bu arkadaşa yapılan vahşi işkenceye, o dönemde zorla kıçırılan Pertek Kürmeş Köyün’deki dört genç de (Bahattin, Tekin İmak, İnan Banguş ve Özgür İmak) tanık oluyor. Hatta, “zorunlu askerlik yasası” gereği zorla kaçırdıkları gençleri “ikna” etmek için, işkenceyi onlara göstererek yaparlar. Bu kaçırılan dört gençten üçü daha sonra “ikna” olmalarına rağmen, firar ettiler. Ama Özgür, Ekrem’in “evini yakar, aileni öldürürüz tehdidi sonucu gidemedi. Ve aradan geçen iki yıllık zaman diliminden sonra Sivas Koçgiri’de TC güçlerı tarafından katledildi. Ve o tertemiz ve yiğit genç de ne yazık ki, Apo’nun “şehidi” oldu.
Devam edelim;
Apocu çete ise, ellerinden kurtulan Kahraman ailesinin ferdine duydukları hınc sonucu (Ki, bu arkadaş, yanında ölüm kararı alınan TDKP’lilerin katledilmesine son nefesine kadar şiddetle karşı çıkar) ailesinin bulunduğu köye yönelirler.
Verilen emir yine aynı:
“evde canlı namını bir şey kalmayacak ve ev yakılacak!”
71 yaşındaki yaşlı adam ve iki kızı dövülerek dışarı çıkartılıyor. Evdeki taşınabilinir tüm değerli eşyalarına “savaş ganimeti “ adı atında el konulduktan sonra, elleri bağlı savunmasız ve günahsız kürtlerin gözü önünde iki katlı evleri ateşe verilir. Kendisini öldürüp, kızlarını bir şey yapmamaları için yalvaran ihtiyarın bağırışları ve kızların karşı koyuşu eşliğinde üç kişilik aile taranarak
katledildi.
Bir ihtiyar insanı düşünün ki, uygulanan vahşet karşısında öldürülmesi için yalvarsın! Bir insan düşünün ki, böyle bir seçeneğe mecbur edildiği için yavrularını kurtarmanın ölümüne fedakarlığıyla kıvransın...
Başka bir halkın flimlerde bile konu etmeye zorlayacğı seneryoları, ama kürdün yaşamında birir acı gerçektir; hem de ölümüne...
Bu katliam esnasında yaralı kalan evin büyük kızı(sanırım 24 yaşlarındaydı) Zeynep, köyün arabacısı Koçer tarafından tehdit edildiği için kızı doktora götüremez. Bundan dolayı sabaha kadar yaralı kalan genç bayan, aşırı kan kaybınıda şafak vurduğu vakit yaşamını
yitirdi.
Ki, genç bayan yaralı kaldığı süre boyunca cevresine gelen kadınlara, komşu ve akrabalarına olayın gelişimini, detaylarını ve kimin emir verdiğini, kimin tetik çektiğini detaylı bir şekilde anlatmıştır. TİKKO’nun uzun bir dönem aktif milisi olan bu kadın güzel kürt kızı, kurturalması için yalvarmış, “beni kurtarın, Ekrem ve Koçer’i kendi ellerimle cezalandıracağım!”demişti. Yani olayın nereden kaynaklandığını ve kişilerin oynadığı rolü bilecek kadar bilincli ve tüm ayrıntılardan haberdardı.
TC askerleri, biz, bölgeye gittiğimizden sonra geldiler. Ben katliamı bir dostumun verdiği haberle öğrenerek sarsıldım. Ailenin siyaset değiştirdiğim ve katliamı yapan güç içinden olduğumu bildiğinden dolayı, bana duyacağı tepkiyi göz önünde bulundurarak, o gün okula gitmedim. Öğrencilerime “annem ölmüş,”diyerek ayrıldım. Ama kendimi tutamadım, ağladım. Bilirsiniz çocukları öğretmenleri kendileri için uluşalmaz bir mittir. Sen ağlıyacaksın da onlar ağlamayacak mı? Hele Dersim’in o minik ama, koca gözlü güzel çocukları!...
Yirmi öğrencim ve ben ağlıyordum. Ben halkımın kaderine onlar da bana ağlıyorlardı...
Asırlardır esarat altında yaşanan mazlum ve yoksul halkım için ağlıyordum... Ama bu kez beni ağlatan “dışardaki” değildi, bizzat evimizin “içindeki” öz adamlarımızdı.
Ama neticede yine ağlıyordum, ne değişir? Hem de daha umutsuzca ağlıyorduk? Düşman kimdi dost kimdi? Ne doğruydu ve ne yalnıştı?...
Asker, hiç bir şey dokunmadı. Hatta yüzbaşı durmadan sırıtıyordu. Sırıtıyordu çünkü, ölen de ölen de kürttü. O bu katliamda kendi devleti adına pay çıkarmanın peşindeydi. Örgütler arası çatışmanın çıkması için can atıyorlardı. Ailenin katliam esnasında evde olmayan ve tesedüfen kurtulan ailenin diğer iki üyesine “Kim yaptı?”diye sorduğunda, “Kimin yaptığını bilmiyoruz” diye cevap verdiler.
Bir erdem düşünün ki, dostları kendisini öldürmesine rağmen, o düşmana kendi dostlarını “şikayet” edecek kadar yücedir.
Zaten bizi en az o alçakça katliam kadar öldüren ve yerin dibine sokan da oradaki soylu
erdemdi.
O an oradaki duygularımı anlatamam... Dil bazen çaresiz kalır ya öyle işte... Şimdi dahi anlatmak istediğim ama dilimin şiştiği vahşete, ellerim de yazarak şişiyor.
Küçük kız Meral’in bedenine işleyen sayısız kurşun, ebedeyen uykuya dalan o narin, beyaz ve köpe alın. Yüzüne sırayan kan damlaları...Sonsuza dek kabanan o ela ve iri gözler...Bir daha açılmayacaktı... Ölüp gidiyorlardı, ama kendileriyle birlikte bizim insanlığımızı da toprağa götürüyordu...
Eleğe dönen ihtiyarın yorgun vucudu...
Zeynep, yiğit kürt kızı, güzel ve narin devrimci kürt kızı, kaybettiği kanla, yüzü mantar gibi bembeyazdı.
İki katlı ev yanıyordu.
Alt kattaki binek hayvanlarının ve kümes hayvanlarının ağır yanık kokusu, yükselen utan dumanına karışıyordu...
Biz yanıyorduk...
Esaret altındaki sömürge kürdistan yanıyordu...
İnsanlık yanıyor, ruhlar deşiliyordu...
Ve çevre köylerdeki şalvarlı kadınlar ve kızlar kürdün kanlı mezbahasına akın ediyordu...
Feryadı figanlar, TC’nin kolluk güçleri içinde bulanan kürt askerleri ağlatan kurmance ağıtlar...
Bana altı ay yas tutturacak olan suçlayıcı ve gözyaşlarıyla kaplı sorgulayıcı, suçlayıcı bakışlar...
Ben, siz ve ağalyan hepimiz...orada mezara gidiyorduk...
Yüzbaşının “kim yaptı?” sorusuna, “Ben yaptım?” demekten son anda ağlayarak vazgeçtiğim suçluluk duygusu...
Dahası mı?
Dahasını ben anlatamam, o zaman dilimine uzanın! Geçmişiniz ve geleceğinizle yüzleşme cesaretini gösterin!...O insanları, katliam yerini ve yerlerini görün...
Tanıkları, vahşi gerçekleri, suçluları ve erdemlileri...
Halkımızın kurtulusu için uğruna girdiğimiz savaşta, kurtuluş, özgürlük ve domakrası için armağan ettiğimiz manzara işti böyle kanlı, vahşi ve sınırsız bin ahlaksızlıkla uzayıp gidiyordu...
Hani denilir ya, savaşın da bir kuralı vardır... Burada kural, kuralsızlıktır; vahşettir, ahlaksızlıktır ve sınır tanımaz bir soysuz katliamdır.
İnsanın kendi kendisini bozguna uğratması kadar hayvanlaştırıcı bir duygu var mı?
İşte bu savaş da hem zaman, hem insanlığımız ve hem de vicdanımız kendi boyutlarını yitirdi. Ve bu savaş da biz, en “diri” yönümüzü kurşuna
dizdik!...
Kim ne derse desin...
Burada Parti içinde infaza tabi tutulan Dersim Nazimiyeli Ali Boton’ın sözünü anlak anlamlı
olur.
Ali Botan, Apocu saflarda bir gerillaydı. Ve aynı zaman da bir komutan. Kamuoyunun yakında bildiği Yeşil’ın (mahmut Yıldırım) Dersim’de devlet adına kont-gerilla faaliyet yürüttüğü dönemde Botan’ın iki kız kardeşini “PKK adına” alıkoymuş ve zorla kızları igfal etmişti. Aile baskı, yoksulluk ve dayakla birlike bir de yaşadığı iğrenç tecavüzle sarsılmıştı. Tam da bu dönemeden hemen sonra, PKK, Botan’ı “önderliğin çizgisinde sapmıştır” diye kurşuna dizdi. Yalnız kurşuna dizilmeden önce, infaz alanına götürüken ağlamaya başlar.
“niçin ağlıyorsun?”diye aşağlanır. Hani ağlamak zaaftır, ve savaşı terstir ya...
Ben demiyorum, Apo ve onun yarattığı kanlı anlayışın sözcükleri...
O da şu ünlü cevabı verir:
“Ben sizin onurunuz için ağlıyorum!”
Aslında bu söz ciltler dolusu şeyleri anlatıyor.
Onurumuz, onurunuz. Halkımızın ve halkların onuru, namus ve şerefi!
İmralı sakinin “önderlik çizgisi,” Ekrem katilinin “önderliğe bağlılığı”!
Ne dersiniz hangisi, size aittir?
Eğer insani erdemler değil de “Apo’nun çizgisi” size lazım ise, alın tepe tepe kullanın!...”İmralı Güneşi”nin “Özgür yurttaşı” olarak, gidin yaşayın... Yaşayın ama, benim gibi bir “korkağın” söylediği bu sözler, bir gün ama bir gün mutlaka size lazım olacağını da asla unutmayın!...
Aklıma kime ait olduğu bilmediğim, ama hafızamda saklı olan, İmralı sakini fotoraflarda gördüğüm an hatırladığım bir dörtlüğü mırıldanırım.
O halde, bir daha Bağın, Doğan Köyü, Barasor katliamlarını, devrimcilerin ve kende arkadaşlarının katline, insan olan bir kürt mahlukatın elini bulaştırmayalım diye hep birlikte mırıldanalım:
“...teşrif etti hançeriyle ihanet
alçaklık yanıma oturdu
gülümsedi gözlerine puştluk
şerefe dedi şerefsizlik...”
Biraz ilgisiz olacak ama, yine de hep birlikte Kara Zapkalılar Destan’ındaki bir dörtlüğü bu şiirin altına yerleştirelim:
“...oysa tarih karabasanlarla doludur
ben bu destana başlamadan önce
babamdan duydugum anılar vardı
babam anlatmaya başlayınca
anam ağlardı...”
Devam edelim;
Doğan Katliamı ve TDKP’lilerin katledilmesi üzerine Dersim şehir merkezi dahil Mazgirt, Hozat, Ovacık işçelerinde esnaf kepenk kapattı. Şöförler kontak kapattı. Ayrıca Hozat’ta ve Ovacık’ta halk “yaşasın devrimci dayanışma!”, “insanlık onuru işkenceyi yenecek!”sloganıyla yürüş yaptı.
Kitlesel olduğu için Ovacık’taki yürüyüşe değinmek istiyoruz:
İlçenin nüfusu 3 bin civarındaydı. Fakat yürüyüşe 2500 kişi katılmıştı. TC’nin kolluk güçlerinin yürüyüşe katılması, yine yürüyüşü organize eden ve katılan devrimciler ve halk kitlesi tarafından engellenmişti. Bu yürüyüşte PKK’nınn politikaları ve katliamları lanetlenmişti.
Yürüyüş, Halk Demokrasisi adına örnek bir tutum, tepki ve eleştiriydi...
Ama Apocu zihriyet ne anlar eleştiride?
Önce yürüyüşe katılan halkın “ölüm kararı” alındı. Ama Dersimliler, kuru gürültüye kolay papuç bırakamayacaklardı...
Ve ve, Dersimliler’in kararlılığı, bölgedeki devrimcileri de kurtardı...Kurtardı ama, daha sonra yine onlar gidip, hiç bir özeleştiri almadıkları Apo’nun kıçına girdiler.
Önce Dev-sol anlaşma yaptı. Kısa sürede bozuldu. Sonra da TİKKO’nun Avrupa örgütünün öncülük yaptığı bir “Devrimci Güçbirliği” kuruldu. Tabii bunun sonu da malumunuz. Hatta, Apo yakalandığı zaman TİKKO’yla ne kadar ilgisi var ya da yok, orasını bilemiyorum ama o dönemdeki sözcüsü MED TV’yı çkarak, “bugünkü görev yoldaş Öcalan’ı kurtarmaktır,”diye nara attı.
Hatta o dönemdeki PKK’dan daha keskin davrandı.
İşte tam da bu nokta da kan ve cinayet üzerine birbirlerine “dokunulmadan” yapılan “ittifaklar,” katledilenin ruhunu incittiği gibi, katledenler ve katledeceklerin de “işini” kolaylaştıracaktı...
Çıkar üzerindeki kirli tüm ittifaklar ve ilişkiler böylesine tiksindiricidir;
Doğan köyündeki iki bayan katdilmeden önce zulmü ve haksızlığı sloganlarıyla lanetlelecek kadar onurlu ve namusluyken, katliamdan dört yıl sonra ki “sözcüleri” böylesine namus ve şerefini yetirecek kadar zavallıydı...
O halde insan, insan olabilmesi için temel ölçüyü bir kez daha tekrarlayarak geçelim:
İNSAN, ANCAK HAKSIZLIĞA KARŞI ÇIKARSA İNSANDIR...
Biz yine devam edelim;
Halkın alınan ölüm kararları, tepkiler üzerine geri adım atıldı. Hani çokça dile getirdiğimiz demokrasi safsatamız var ya, hani bir yürüyüşe müdahale eden TC’nin kolluk güçlerine tepkimiz olur ya...
Bari TC, yürüyüş yapıldığın da döver, işkence yapar, ama Apocular sadece “ÖLDÜRÜR!”
Alın size İmralı sakinin geliştirdiği zihniyetin “demokrasi, özgürlük ve insan hakları!”
Alın Apocu kürtler!
Şükredin...
Şükretmezseniz, kendi deyimiyle kıçınıza teneke bağlar!...
O diyor, biz demiyoruz?..
Herkes kaderine layıktır...
Bize karşı hiddetleneceğinize, varsa zerrece kadar insanlığınız namusunuzu, şerefinizi ve ahlakınızı TC’ye satan o haine karşı da durmayın, sadece “af edersiniz Başkanım, şu virgülü alıp şuraya koyabilir miyim?”
Neyse...
Diğer tüm cinayetlerde olduğu gibi kontr-gerilla ilan edilen Doğanlı aile, tepkiler sonucu “kürdistan şehidi” ilan edildi. (Daha sonra TDKP’lilere ne dediklerini bilmiyorum. Zaten EMEP önceli olan örgütü fesedip Apo’yla ittifak yapınca bu konuda kapandı)
Zaten insanlığın onuru ve şerefiyle alaya edilen bu klasik “kürdistan şehitliği” kavramının yarattığı dayanılmaz pis kokuya değinmeye hiç gerek yoktur.
----------------------------------------
Haberi kaynağı bu
adreste