Ölümü dize getiren serüvenciler: DEVRİMCİLER
NEDEN ÖLÜYORUZ? Toplumlar tarihi sömürünün, zulmün, zorbalığın tarihidir. Ama tarih bununla sınırlı değildir. Sınıflar savaşına tanıklık etmiştir tarih. Ezenle ezilenin, sömürenle sömürülenin, zalimlerle zulme uğrayanların savaşının tanığıdır. Başkaldırı vardır bu tarihte, isyan vardır. Direniş vardır, boyun eğmeme vardır.
Bakalım dünya devrimler tarihine özetle bunları görürüz. Sovyetler, Küba, Çin, Vietnam ve diğer ülke devrimleri, halkların dökülen kanlarıyla, ödedikleri bedellerle yaratılmıştır.
Bakalım ülkemiz tarihine hep bu gerçekle karşılaşırız. Hemen tüm başkaldırılarda, isyanlarda, ayaklanmalarda halklar zulümden kurtulmanın yolunu yaşamını ortaya koymada görmüştür. Nice ayaklanmalarda yazılan destanların içinde halkların tereddütsüz ölüme gidişlerinin öyküsünü buluruz.
Bakalım egemenlerin tarihine. Katliamlarla, soykırımlarla, halklara uyguladıkları vahşetle doludur. Hitler milyonlarca Yahudi'yi gaz odalarına gönderirken de, Kürtler Halepçe'de kimyasal silahlarla yok edilirken de, Aleviler Maraş'ta, Sivas'ta, Gazi'de katledilirken de dökülen yine halkların kanıdır, bedel yine ölümdür.
Yani ölümün bedel sayılması devrim ve sosyalizm mücadelesiyle sınırlı değildir, sınıflar savaşının zorunlu sonucudur.
Halklar açısından bile ölümün sıradanlaştığı bu tarihlere baktığımızda bugün devrimciler açısından tartışılamayacak, reddedilemeyecek, kaçılamayacak bir gerçeği daha iyi kavrarız; devrim mücadelesi bedelsiz sürdürülemez. Aksi bir düşünüş birçok şeyin bulanıklaşması, savaştaki tereddütsüzlüğün yitip gitmesi demektir.
Devrimciler bedel ödemeyi kaçınılmaz görev kabul ettikleri zaman ancak yaşamı feda etmeyi de yalın kavrayabilirler. Devrimci için ölüm ödenecek bedelin doruğudur. Ama doğaldır, zorunludur, gereklidir, sıradan bir görevdir. Bu sadelik kavranmadığında bırakalım ölümü, küçücük zorluklardan kaçış bile karşı konulmaz olur.
Devrimcilerin ölümüne anlamını veren hedefleri ve ne için yaşamını feda ettiğidir. Çünkü devrimci; devrim için, iktidar için yaşar, savaşır ve onlar için ölür. Yaşamlarıyla ölümleri arasında kalın çizgi yoktur. Ve bu çizgi devrimciyi sıradan insandan ayıran bir yandır. Şöyle diyor Nikolay Ostrovski:
"İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın, miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki: 'Ben ölümümü, bütün gücümü dünyada en mükemmel olan şeye, insanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım"'.
Devrimci ölümle iç içe, her an ölüme hazır yaşar. Çünkü devrim mücadelesi zorluklarla yürür. Zorluklar ise egemenlerin düzenlerini yıkmak istemesinden kaynaklıdır. Egemenler düzenlerini ayakta tutmak için devrimcileri yok etmek ister ve her türlü gücünü ve olanağını bunun için kullanır.
Devrimci ölümü bekleyen değil, gerektiğinde ölüme davetiye çıkarandır. Çünkü devrimci bir anlamda ölümle nişanlıdır. Yaşamı boyunca o nişan parmağındadır. Zamanı geldiğinde ölmesi gerektiğini bilir. Kaçmaz, ölümü kucaklayan olur. Bu, devrimci için yaşamla ölüm arasında yapılan bir tercih değil, savaşta herhangi bir görevi yerine getirmek gibi doğal ve sıradandır. Che'nin "Ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi, sefa geldi" sözü devrimcinin ölümü doğal bir görev olarak karşılayışının ifadesidir.
Devrimcinin ölümü bu anlamda kişisel değil, toplumsaldır. Çünkü sözkonusu olan bir kişinin yaşamının sona ermesinden öte, geriye bıraktıkları, halkı etkilemesi, mücadeleye kattıklarıdır. Fiziki yok oluş beraberinde hangi mesajı veriyor, bir çizginin süreklileşmesini sağlıyor mu önemli olan budur. Olaya böyle bakmayanlar sadece fiziki yok oluş olarak görenler kendilerini geliştirmedikleri gibi devrimi de geliştiremezler. Bir süre sonra da devrimci mücadeleye kafa sayısı hesabıyla yaklaşmaya başlarlar. Bu da giderek her şeyin merkezine kadro kaybının oturtulmasını getirir.
Devrimci mücadele böylesi hesaplar üzerinden yürümez. Bir devrimci böyle düşünemez. Şekillenmesi bu olursa ölümü de bir devrimci gibi karşılayamaz. Oysa devrimci için ölüm son değil başlangıçtır. Devrimci olmayan insan için öldüğünde her şey biter. Devrimci olmanın farkı buradadır. Ölümü son değil, başlangıç yapması onun ölümsüzleşmesidir.
Herkes için korkutucu olan ölüm devrimci için onurdur. Devrimci ölümü sırası geldiğinde yerine getirmesi gereken bir görev olarak algılar. Bu görevi; ölümünde kurtuluşun ve geleceğin, ölümünde filizlenecek tohumun olduğunu bilerek karşılar. Darağacıyla, işkenceyle, bir kurşun ya da bir bombayla gelen ölümün biçimi de fark etmez onun için. O sadece ölümün kurtuluş yolunda ödenmesi gereken bir bedel olduğundan ve bir gün bu bedeli kendisinin ödeyeceğinden yola çıkar. Bedeldir, karşılaştığında kendinden öncekiler gibi bu bedeli öder. Kalanların vuruşmaya devam edeceği, bayrağın menzile ulaştırılacağı güveni bu görevini yerine getirmesini kolaylaştırır.
Devrimci ölümü yenmiştir. Nereden nasıl gelirse gelsin daha baştan hazır olduğunu ilan etmiştir. Bu yüzden davetiyesi açıktır onun. Devrimcinin ölüme çıkardığı davetiye, devrimcinin ve devrimin ölüm karşısındaki kesin zaferidir.
.......
www.kurtulus-online.com'dan alınmıştır.