Katiller, Susurlukçular, Düzeniçi güçler, bağımsızlığı savunamaz...
Gençlerimiz, yine bağımsızlık için yollardalar; DEV-GENÇ ruhuyla ve DEV-GENÇ'in bakış açısıyla. Bu bakış açısı, Amerikancılığın ve Avrupacılığın revaçta olduğu 2005 Türkiye'sinde sloganını "Ne Amerika, ne Avrupa, Bağımsız Türkiye! İşbirlikçiliğe son!" diye formüle ediyor. "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi" diye yürüyorduk çoğunlukla.
Vatana ihanetin ve işbirlikçiliğin her türlüsünü reddediyoruz. Anadolu'ya kollarını uzatan ahtapotun üzerinde USA yazılı olanını da, AB yazılı olanını da reddediyoruz. Emperyalistler arasındaki çelişkileri, farklı nüansları abartıp "iyi emperyalizm-kötü emperyalizm" ayrımı yapanları, halkların genel ve ortak çıkarlarına gözlerini kapatıp milliyetçiliğin kör penceresinden "demokratik emperyalizm" tezini ileri sürenleri mahkum ediyoruz... Emperyalizm ne kadar güçlü görünürse görünsün, ülkelerin, halkların bağımsız varolabileceğine inanıyoruz ve emperyalizmin "yeni dünya düzeni"nde bedeli ağır olsa da tam bağımsızlığı savunuyoruz. "Bağımsız Türkiye!" sloganımız bunu ifade ediyor.
"Bağımsız Türkiye" diyen başka çevreler de var. Bunların bir kısmı, ellerinde halkın kanıyla atıyorlar bu sloganı. Biz onları infazlardan, Susurluk'tan, işkencehanelerden tanıyoruz. TBMM koltuklarında otururken IMF politikalarına ve halka karşı katliam kararlarına verdikleri onaydan tanıyoruz. Katillerin, Susurlukçular'ın bağımsızlıkçılığı yoktur ve olamaz. Ülkemizdeki zulüm düzenini savunup, NATO üyeliğine, IMF üyeliğine itiraz etmeden bağımsızlığı savunmak mümkün değildir. Bu cenah, sömürü ve zulüm çarkının başında olmak istemektedirler. Bağımsızlık diye hiçbir dertleri yoktur. CIA tarafından eğitilen, finanse edilen MHP'nin, yıllarca Amerikan politikalarının uygulayıcısı olmuş kişi ve partilerin bağımsızlık söylemleri inandırıcı olabilir mi? 1970'lerden beri bu ülkede halkın kanını döken MHP'den, oligarşinin savcısı olarak işkence, kayıp, infaz politikalarının uygulayıcısı olan Vural Savaşlar'a, Sadettin Tantanlar'a, ihbarcılıktan ve Genelkurmay'ın dümen suyunda politika yapmaktan başka bir şey bilmeyen İşçi Partisi'ne kadar hepsi bu cenahtadır. Onlar sadece "AB'ye uyumlu" sömürü ve zulüm politikalarının uygulanmasıyla koltuklarını ve çıkarlarını kaybetme telaşındadırlar. "AB karşıtlıkları" bununla sınırlıdır.
Emperyalizmin işbirlikçilerinin işbirlikçiliğini, yıllarca faşizmi sürdürenlerin faşistliklerini gizlemeye çalıştığı bir süreç yaşıyoruz. Böylesi süreçler, at izinin it izine karıştığı süreçlerdir. İzmir Barosu'nda yaşanan kavga, bunun tipik bir örneğidir. Hatırlatalım; İzmir Barosu'nun yeni seçilen yönetimi, eski yönetim tarafından kurulan "işkenceye karşı komisyonu" lağvetti. Yeni yönetim bu tavrıyla işkencecilere sahip çıkıyordu; ama bu yönetim aynı zamanda "ulusalcı"ydı. Komisyonun devamını savunan demokratlar ise Avrupacı. Tabloya bakın; işkencecilerin savunucuları Susurlukçu ulusalcılara satılmış, öte yandan solculuk da Avrupa'ya satılmış. İP solculuğuyla Avrupa solculuğu arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Halkımız böyle bir tercihe zorlanamaz. Çünkü bu denklemin iki tarafında yeralanların ne ulusalcılığı ulusalcılık, ne solculukları solculuk.
Peki öyleyse nasıl ayrıştırılacak at iziyle it izi? Hangi perdenin kimi gizlediği bilinirse, karışık bir şey kalmaz; Emperyalizm işbirlikçileri "demokrasi" perdesi arkasına, Susurlukçu katiller ise "bağımsızlık" perdesi arkasına gizleniyorlar. Şunu bilelim: Avrupacılar, demokrasiden yana, Susurlukçu "AB karşıtları" bağımsızlıktan yana olamazlar. Neden? Çünkü, emperyalizmin sömürgesi olan bir ülkenin faşizmi tasfiye etmesi mümkün değildir. Bu anlamda faşizme karşı oldukları için "AB'ye üyeliği" savunanlar tam bir aldanma-aldatma içindedirler. Faşizme AB'ye uyum makyajı yapılmasıyla, gerçek burjuva demokrasisini birbirine karıştırmaktadırlar. Kısacası, emperyalizmin yeni-sömürgesi bir ülkede bağımsızlığı savunmadan demokrasi, demokrasiyi savunmadan bağımsızlık savunulamaz. Devrimcilerin "bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm" şiarı, işte bu gerçeğin ifadesidir.
1960'ların sonunda "Tam Bağımsız ve gerçekten Demokratik Türkiye" sloganıyla yürüyordu devrimciler. Kavramların çarpıtıldığı, içinin boşaltıldığı her süreçte gerekli, zorunlu vurgulardı bunlar. Bağımsızlığın sadece bir "bayrak ve milli marşa" sahip olmaya indirgendiği, demokrasinin göstermelik bir parlementonun varlığına ve bir oyundan başka bir şey olmayan seçimlere eşitlendiği yerde, bağımsızlığın ve demokrasinin tam ve gerçekten olmasını istemek gerekir. Bağımsızlık, her konuda, emperyalizmin isteklerinin değil, kayıtsız şartsız ulusun iradesinin esas olmasıdır. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin, toprak ağalarının, tefeci tüccarın iktidarında böyle bir şey mümkün değildir. "Milli" bir burjuvazinin olmadığı ülkelerde, bağımsızlık savaşı ancak halk tarafından verilebilir ve ancak halk iktidarı tarafından yönetilen bir ülke bağımsız olabilir. Tersi mümkün değildir. İşte bunun içindir ki, bağımsızlığa, anti-emperyalist, anti-oligarşik bir savaştan başka hiçbir yolla varılamaz. Yine aynı nedenle, emperyalizm karşısında ilerici, demokrat bir tutum takınan ancak düzen içiliği esas alan güçler de "Bağımsız Türkiye" hedefine ulaşamazlar. "Düzen içi" mücadeleyi savunanların bağımsızlığa ulaşma şansları yoktur. Emperyalizm hiçbir ülkeden "parlamento" kararlarıyla çekip gitmemiştir. Emperyalist işgalci, kendiliğinden çekip gitmez, ancak halkların silahlı direnişiyle kovulur.
Önceki sayımızda belirttiğimiz gibi, suni saflaşmalar, aldatıcı kavramlar, gerçek anlamda bağımsızlık, demokrasi mücadelesini perdelemek içindir. "AB'ciliğin de, AB karşıtlığının da elbette politik bir anlamı vardır. Ama bu, toplumdaki gerçek saflaşmayı yansıtmaz. Asıl saflaşma, ezenler ve ezilenler saflaşmasıdır. Sömürenler ve sömürülenler, emperyalizm ve halklar saflaşmasıdır. Saflaşma anti-emperyalistlerle, emperyalizme boyun eğenler, işbirlikçiler arasındadır." Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm birbirinden ayrılamaz. Bağımsızlık ancak bu devrimci anlayışla savunulup gerçekleştirilebilir. Gençlerimiz bu bilinçle yükseltiyorlar bağımsızlık bayrağını. Ortalık AB'cilikten, Amerikancılık'tan geçilmez görünse de, vatanseverlerin yokedilemediğini, vatanseverliğin devrimcilerin şahsında temsil edildiğini gösteriyorlar. Ne kolay yoldan demokratlık, ne riyakar ulusalcılık, demokratların ve vatanseverlerin tercihi olmamalıdır. Bağımsızlık ve demokrasi için anti-emperyalist, anti-oligarşik savaş yolundan gitmek, zor bir yola girmektir, ancak bağımsızlığa ve demokrasiye ulaşılacak tek yol da budur.
Ekmek Ve Adalet