Hatayı kabullenmek uygarlık ölçütüdür
Hepimiz “hatasız kul olmaz” deyimini biliriz. Herkesin hata yapabileceğini de söyleriz. Yalnız hata yaptığımızda hatamızı telafi etmek için ne yapmamız gerektiğini ya bilmeyiz, ya biliriz ama gereğini yerine getirmeyiz. Ya da yaptığımız hataları “kendimizin açığı”, “eksiklik” gibi bir saplantı düşüncesine sahip olduğumuzdan hatalarımızı yok saymaya ya da gizlemeye çalışırız.
Konuyu açmakta yarar var çünkü bu; toplumsal ilişkilerde, günlük yaşamımızda, diğer insanlarla bire bir ilişkilerde sık sık başımıza gelen bir durumdur.
Soru şudur: Hata yaptığımızda, bunu fark ettiğimizde ya da birisi bize fark ettirdiğinde ne yapmalıyız? Yanıtı basittir. Hatayı açık yüreklilikle kabul etmeli ve bunu yazılı ya da sözlü ifade etmeliyiz. Yani sadece kendi düşüncelerimizde hatamızı kabul etmiş olmak pek fazla işe yaramaz, hatayı kabul ettiğini ifade etmek hatanın kabul edilmesi kadar önemlidir.
Tabii ki yapılan hatanın nitelikleri, yapılan hata karşısında takınılan tutumun nasıl olacağını belirler. Burada konuyu basitleştirmek için “hata”yı iki grupta toplayabiliriz:
- Başkalarını direk etkilemeyen, onlarla direk ilişkisi olmayan hatalar.
Özeleştirinin yanı sıra gerektiğinde yapılan hatanın ifadesi “olsa iyi olur” diyebileceğimiz bir durumdur. Bunlar sadece kendi hayatımızı ilgilendiren, yapılan hatadan başkalarının etkilenmediği hatalardır. Bunları kabullenmek, özeleştiri yapmak (aynı hatayı daha sonra yapmamaya çalışmak) kişiyi geliştiren bir olgudur. - Başkalarını direk etkileyen ya da onlarla bire bir ilişkilerde oluşan hatalar.
Burada özeleştirinin yanı sıra yapılan hatanın ifadesi “olmazsa olmaz” diyebileceğimiz bir durumdur. Çünkü hatayı düşüncelerimizde kabullendiğimizi karşı tarafa aktarmamız gerekir. Bunu da sözlü ya da yazılı olarak yaparız. Aksi halde karşı taraf bunu bilemez. Onun bunu tahmin etmesini beklememiz yanlış olur.
Hepimiz çocukların hata yaptıkları zaman, yüzlerinin kızardığını ya da başlarını öne eğerek utanma, pişmanlık belirtisi gösterdiklerini biliriz. Ama biz yetişkinleri çocuklardan ayıran bir özellik olmalıdır: Yapılan hatanın kabul edildiğinin sözlü ya da yazılı olarak “ifade etme” özelliği.
Oysa günlük yaşantımızda bu “hatayı ifade etme özelliği”ni göstermek birçoğu için kolay değildir. Bu özellik yetişme tarzıyla birlikte insanın çocukluk döneminden itibaren geldiği yaşa kadar alınan eğitim-öğretimle kazanılan bir özelliktir. Bu yüzden çeşitli nedenlerle çevremizdeki bir çok insanda ne yazık ki bu özelliği göremeyiz.
Bu özelliğin var olup olmadığı birisini eleştirdiğimizde ortaya çıkar. Bu özellik eleştirilen kişinin yapısında yoksa o kişi öncelikle hatayı kabullenmeden daha çok yaptığı hatayı savunmaya meyillidir, hatasını çeşitli nedenler göstererek savunmaya çalışır. Oysa yapılan bir hatanın nedenleri olsa bile “nedenler” hatayı hata olmaktan çıkarmaz. Hata hatadır. Yapılacak en güzel şey önce açık sözlülükle hatayı kabul etmek, sonra
gerekirse hatanın nedenlerini sıralamaktır.
Bunun yanı sıra karşımızdaki kişi bizim hatamızı eleştirirken olumsuz bir tarz kullanmış, yani o da hatalı davranmış olabilir. Karşıdakinin bizi hatalı eleştirmesi, hataya karşı hatayla gitmesi bizim hatamızı yok etmez, bizim hatamız açışından durumu da fazla değiştirmez. Sadece bize karşıdakinin hatasını eleştirme hakkı verir, o kadar. Yani yine önce biz kendi hatamızı açık sözlülükle kabul etmeli, sonra karşıdakini eleştirmeliyiz. Karşıdakinin hatası, olumsuz tarzı bizim hatamızı yok etmez ya da karşıdakinin hatalı eleştirisini ya da davranışını gerekçe göstererek kendi hatamızı gizleyemeyiz, onu yok sayamayız.
Kısacası; önce (mutlaka önce!) kendi hatamızı kabul edeceğiz, onu ifade edeceğiz, sonra
gerekiyorsa karşıdakini eleştireceğiz.
Bu konuya ilişkin günlük yaşantımızda komik örnekler görmek mümkündür. Bu durum kişisel ilişkilerin yanı sıra politikada, hatta uluslararası politikada bile yaşanmaktadır.
Örneğin AB Türkiye’yi düşünce özgürlüğünü ihlal ettiği konusunda eleştirdiğinde, Türkiye “ama siz de ihlal ediyorsunuz” diye karşılık verebilmektedir. Türkiye televizyonlarında bol bol bu anlatılır. Sanki AB ülkelerinde düşünce özgürlüğünün ihlal edilmesi Türkiye’de yapılanları hoş gösterirmiş gibi! Aynı şey azınlık hakları için de geçerlidir. Türkiye’deki azınlık hakları ihlallerine Türkiye AB ülkelerindeki ihlalleri örnek vererek haklı çıkmaya çalışmaktadır. Karakollarda ve sokaklardaki sopa, dayak, işkence durumu da böyledir.
“Tencere yüzün kara, seninki benden kara!” deyimine dönmüştür onların işi. Bizim söyleyeceğimiz şey, “Al birini vur ötekine!” olacaktır, çünkü esasta kapitalist sistemin kirliliğidir bu, görebilene, tespit edebilene...
Günlük yaşantımızdaki ilişkilerde de benzer durumlar yaşanmaktadır. bu durum basit bir şekilde şu şekilde yansımaktadır: Birisi hatamızı söylediği zaman, hemen karşıdakinin hatalarını ararız, buluruz (ya da uydururuz) ve onu söyleyerek eşit konuma geçmiş sayarız kendimizi.
Ne kadar basit bir davranıştır düşünün. Kapitalist sistem partileri bunu “hata” durumunu aşarak kirlilik boyutunda, hatta “çamur atma”ya kadar götürürler durumu.
İlginçtir, tarihimize bakalım. Hiç “biz şu konuda hatalıydık, hatalı davrandık” diyen bir kapitalist sistem partisi duydunuz mu? Duydunuzsa o bir istisnadır. Çoğu en doğruyu savunur sözde ama yine çoğu gırtlaklarına kadar kirliliğin içindedirler. Yalan, entrika, tehdit, üçkağıt, mafya ilişkileri, kişisel çıkarcılık, kayırmacılık onların günlük yaşantısını doldurmuştur.
Oysa temiz politikayı temiz insanlar yapabilir. Temiz olmak yetmez, bilgi birikimi için de çabalamak gerekir, insanların kendilerini geliştirmesi gerekir. Yani hatalardan korkmadan, onları olduğu gibi ortaya koyarak, dürüstçe özeleştiri vererek, yola devam edilmeli. Çünkü gelişmenin yolu öğrenmeden geçer. Öğrenme sürecinde ise eleştiri ve özeleştirinin rolü büyüktür.
Ne yazık ki “başkalarının gözündeki çöpü görür, kendi gözündeki merteği görmez” diyebileceğimiz insanlarımız hala çevremizde çok.
Eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının nasıl çalıştırılması gerektiği konusunda çevremizi aydınlatmak gerekiyor, bu konuda da en çok görev aydınlarımıza düşüyor.
Turgay Usanmaz
02-03-2007