GÜN BAŞINA
/ Karatahta, öğretmen, kitaplardan alınan kuramsal öğreninin hayatın dayattığı gerçeklerde eksik-yanlış kaldığını deneyimlerimle kanıtladığımı düşünüyorum. Emekçilerin yanında, burnu havada sadece bir kuramcı olarak oturmak ve O’nların sorunlarına bir kılgı (uygulama-pratik) uydurmak için okyanusu göstermek sığlığına kapıldığımı gördüm.
Dünyanın en büyük otomobil tröstlerinden biri olan bu yapımevinin çelik duvarlı üstü açık mola odalarının dışında, sigara içmek kesinlikle yasaktı. Her elli metrede bir tavanlardan sarkıtılan üstü çizilmiş sigara işli yuvarlak levhalar bizlere, en az elli kişinin işini kaybettiğini anımsatıyordu. Daha önceleri bu yolları, yerleri temizleyen emekçilerin yerini şimdi akımtoplarla işleyen bir kaç çöpemici araba alınca kadrolar en düşük sayıya indirilmişti.
Her toplu işyerinin yakınlarında bir iki "sigara odası" bulunur, bunlardan birinde ise sadece Türk işçileri toplanırdı. Alman ve diğer yabancı işçiler bu gibi yerlere " Türkische İnsel " Türk adası demeyi yakıştırmışlardı. Sekiz saatlik iş süresince, sık sık verilen molalarda herkes kendi adasına çekilirdi. Bizlerin adasından odasından çıkan oyun kağıdı patırtıları,aynı andaki eytişmelerden doğan uğultu ve yoğun sigara dumanı, diğer taraflardaki odaları bile etkilerdi. Nedense diğer uluslardan iş arkadaşlarıyla ilişki kurmaktan kaçınılırdı,
-Dilini anlamıyoruz ki gavurun, demek, onlar için geçerliliğini uzun yıllardır hala korumaktaydı. Bazı arkadaşlarımızın öteki odadakilerle yakınlaşması hiç te hoş karşılanmazdı,
-N’olcak canım, o da gavurlaştı gayrı, damgasını vurmak kolaylarına geliyordu...
Ayşe'ler, Fatma'lar uğramazlardı böyle yerlere, sigaralarını kadın
tuvaletinde veya kendilerinin soyunma odalarında içerIerdi, yoksa dedikodu
dayanılmaz bir karabasandı başlarında.
İyinin güzelin kahırların sevinçlerin kavgaların ve dostlukların yaşandığı bu
odaların çelik duvarları, bir tarih kesitinin yankılarını taşıyordu.
Eksilenlerimizin yerine katılanlar olmuyordu gittikçe azalıyorduk, gençlerin
eski kuşaklarla uyum sağlamaları da beklenmiyordu du zaten.
Yeni iş arkadaşlarımız ise, gün geçtikçe çoğalan robotlardı. Uzun yıllar önce
plânlanan ve son on yıllık süre içinde aşamalı olarak uygulanan modern
teknolojinin yerleştirilmesi sırasında ikibin emekçi işyerlerini kaybetmişti.
***
Genellikle belirli simalar vardiyalar öncesinde diğer emekçilerden önce
damlarlardı odalara. O’nlar, yalnız yaşayanlar, işçi yurdunda "zaman öldürmek"
ten canı sıkılanlar, kahvede oyun oynayacak arkadaş bulamayanlar dı. İşe
başlamadan önce "havaya girmek" için bir ön hazırlıktı sigara odalarında erken
toplanmalar. Beyaz naylon bardaklarına otomattan kahveler çekilir ilkin,
sabahçılıkta şekersiz acı, öğlen vardiyasında sütlü şekerli. Tutumlu olanlar taş
kupalarına evden getirdikleri torba çaylarını sarkıtırlar, bazılan kahvesini
şekerini dolaplarından eksik etmezlerdi. Yerlisiyle yabancısıyla gülmek
unutturulmuştur insanlara. Ne zaman olursa olsun başlangıçta, paydosta aynı
yüzler tabuttur,
-Günaydın Hans, nasılsın ?
-Scheise ( boktan ), bir süre sonra gizli bir köşede cebindeki yassı şişeden
bardağına boşalttığı içkisini yudumlayan Hans'lar yavaş yavaş değişirler,
kendilerine gelirler iş bitirirler, arada şaka bile yaparlardı paydosa kadar...
Kadınları işe başladıkları günlerde tanımak nasıl zorsa, kısa süredeki
çöküntüler de o denli inanılamazdı. Alkolle arası olmayan hemen hiç yoktu,
böylesi bir yükü kaldırabilmek her kadın için gerçekten dayanılamaz dı, fakat
alkol güçsüzlük değil miydi?
Fabrika sınırları içinde alkollü içki içmek, getirmek ve bir de kumar oynamak
işten çıkarılmaya yeterli bir gerekçeydi. Doğum günlerinde veya bazı özel
zamanlarda malzeme dolaplarından çıkarılan içkilere, her ustabaşı ve
yardımcıları ortak olmaktan geri kalmazlardı,
-Prost (şerefe) Hans... kumar oynayanların başına dikilmeleri ise emekçileri hiç te rahatsız etmezdi, arada yanlış oynayanları eleştirdikleri bile olurdu. Fakat sık sık gazete, dergi, kitap okuyanları görmesinler, hemen yanaşırlar hele mimlediklerini hiç boş bırakmazlardı,
-Naaa, schon wieder (yine mi), was ist das (bu nedir), ne okuyorsun ?..
İşverenlerde dil, din ve ırk ayırımı diye bir şey yoktu. Hangisi işine yararsa,
kim en iyi akkord verirse gelsin çalışsın emeğini satsın... İçki de içsin, kumar
da oynasın, yeter ki zararlı yayınlar okumasın, eytişmeler kardeşçe dostça
olmasın... Bu arada yaşam koşulları, iş yerlerinin garanti olmayışı, dışarda
bekleyen birkaçmilyon işsiz, tüm emekçileri bir korkak, bir tedirgin etmişti ki,
bu arada yerli ile yabancılar arasına sokulan düşmanlıklar...
***
Eytişmeler öylesine gidip gelir, tutmaz birbirini sözler, biri bitmeden diğerine
atlanır konuların. Odalarda bir laf gürültüsü çıkar bazan, makinalardan çok daha
fazla... Kimileri şakaya vurur sorunlarını, düşünmek duymak bile istemez.
Unutmak için bazılan dışardan saklı olarak getirdikleri küçük ve sert içkilerde
bulur ellerini,
-N’oluyon Ali, gene miden mi ağrıyor,
-Heee, yoksa seninde mi, alırmısın bir yudum da sen ?
-Yooo, istemez sağol,
-Beleş lan valla, günahı boynuma, al bi yudum,
-Ağzımı kokutmayem, boş ver,
-Nefes kokusundan daha iyidir len, hem beleş olunca günah ta yazmıyorlar, al bi yudum hele...
Birileri sıkar kendini, kırmızı karanfil suratla girerler odalara. Ne bir
saygı sevgi, ne de bir seçenektirler, bıyıkları da sakalları da adamcık adamcık
bile değildir.
Selâm vermezler, tüm emekçilerin üstünde görürler kendilerini. İki kitap
okumuşlardan duyduklarıyla mangalda kül komazlar. Burnu kıl kopmazlar herkes
oturunca onlar kalkar gider.
-Bilmiyoruz ki ne yapsak arkadaş, işsizlik belası her an içimizde bir karabasan. Hasta hasta geliyoruz, işçibaşı bir surat asar, sanki köleyiz... niye geldin der gibi bakar durur suratıma. ..
-Önce yılanın başını ezeceksin, sonra derisini yüzeceksin. Bu adamlara niye suç buluyorsun ki? El bunlar, salıp koyverenlere ney bişey demiyorsun ama...
-Kaç para edeeer !
-Çocukların okul sorunu en büyük derdim valla, ne yapmalı bilmem...
-Türk’e Türk'ten başkası yalandır, salla gitsin memIekete...
***
Muhsin abi her zamanki gibi erkencidir, yine aynı köşeye oturmuştu. Öylesi
alıştırmıştır ki diğerlerini, o olmasa bile köşeyi kimse kapmaz, beklenirdi.
Gelmediği zaman ya raporludur ya da izinli. Bir ayağını çöp bidonuna uzatmış
ağzında yüzlük Kent, kahvesini höpürdetmekle oyalanıyordu yine,
-Onaltı yıldır içiyorum bu mereti, burada alıştım, ötekiler öksürük yapıyor.
Günde iki paket az geliyor artık. Askerde bile içmemiştim, düşün artık buralar
ne etti bize..
Kısa bir süredir bizim odaya" abone" olan Alman çift, karşıdaki köşeye
sıkışmışlar belli ki sabah mahmurluğunu daha atamamışlardı. Kafaları çelik
duvara dayalı, tavanda paletleri görünen yürümeye hazır akarbanda dalmışlardı.
Birbirlerine bakmadan konuşuyorlardı, dudaklarının kıpırdadığı farkediliyordu
sadece, kendi seslerinden mi korkuyorlardı ne. İkisi de evliymiş, sonradan
öğrendik, Polonya'dan gelmişler, nedense diğer odadakilerle pek samimi
değillerdi,
-Bize ne canım, konuştuklarının anlaşılmasını istemiyorlar herhalde,
kendi hallerindeydiler, esenleşiyorlardı o kadar. Bazan bozuk paraları olmayınca
konuşurlardı bizimle...
-Selamınaleyküm, morgen,
-Morgen, derlerdi istiflerini bozmadan, yürüyen banda sanki büyülenmişti bu ikili...
-Aleykümselam Hasan, omuzuna asılı çantasını odanın ortasındaki masanın üstüne bırakırken,
-İki beşlik var mı Muhsin abi, naylon bardak çekeceğim de...
Muhsin abi işçi tulumunun göğsüne daldırırken elini,
-Oğlum, alıştırın kendinizi bozuk para taşımaya, bir sürü ufaklık arasından tek beşlik çıkarıp uzatır,
-Ağırlık yapıyor be Muhsin abi, Hasan elindeki on pfenikliği almayacağını bildiğinden, acele avucuna bırakır Muhsin abinin,
-Oldu mu yani, alt tarafı bir beşlik,
-Tamam abi tamam, her zaman alıyoruz...
Hasan kapıdan çıkarken, ellerinde kahve dolu naylon bardaklarıyla diğer emekçiler yavaş yavaş doldurmaktaydı odayı,
-Selamınaleyküm, morgen,
-Morgen,
-Aleykümselam...
Öylesine şartlanmıştır ki diller selamlara, kelimeler kendiliğinden dökülür ağızlardan. Tıpkı akkord çıkaran eller, vidalar nereye, nasıl, neyle takılacağına artık büyük bir uğraş vermeye gerek kalmadığı gibi. Etli kanlı beyinli yürekli birer robot yapmıştır yılların deneyimleri. Ayaklar nereye gideceğini çok iyi bilir. Hiç değişmez bu tek düzelik, iş yerleri birer mıknatıs gibi çeker insanları, istemeseler de,
-Morgen,
-Kalimera,
-Merhaba,
-Dobardan, tokalaşmalar, takım sandıklarını açmalar, alet edevatı hazırlamalar akar gider..
Çantasını, torbasını masaya bırakan boş bulduğu yere ilişir. Zaman ilerledikçe yerleri boş kalanlar kaygıyla sorulur,
-Onun kalbi varya zaten,
-Astımı sıkıştırmıştır yine,
-Başı dönüyordu epeydir,
-Bel ağrılarından kurtulamadı bir türlü…
Sabahçılığın ilk saatlerinde sessizlik alabildiğine büyür odalarda bantlarda, işyerlerinde. Makineler bile korkar böylesi bir olgudan tıslarlar, çekiçler pamuğa vurur hep... Bir an gelir kulaklar rahatsız olur, yürekler sıkışır gayri, isyan eder beyinler bu yorgunluğa bu sessizliğin sesine. Takılmalar, gülüşmeler başlar ufaktan birinci moladan sonra...
-Bu sabahçılıkla oldum olası aram iyi değildir,
-Ne farkı var ki diğer vardiyadan abi, çalışmak değil mi ? Sadece biraz daha fazla uyursun, o kadar,
-Uyuyana aşkolsun. Ne zaman olursa olsun gece ikiden önce yattığım vaki değildir,
-Sen de biraz erken yat abi,
-Demesi kolay kardeşim, beşik mi sallıyoruz zannediyorsun bu yaştan sonra? Çok denedim erkeni dön AlIlah dön yatakta, uyumadan işe geldiğim az değildir. Boşa koyarsın dolmaz, doluya koyarsın almaz, neyse...
-Haklısın abi, dert bir değil ki hallolsun...
-Aaah, bırak orda kalsın iş olacağına varır, nerde inceldiyse ordan kopsun...
-İşi neden olacağına bırakıyorsun ki abi ? Tutuver bir ucundan, çekiştir. Niçin başkaları senin, bizim için yol çizsin ve niçin ah ile vah ile zaman geçirelim ?
-Öyle diyorsun ama kardeşim elden ne gelir? Ben bir garip işçiyim...
-Garip işçi, garip çoban. Gariplikler hep bizlere mi, ya ötekiler niye garip
yakan?..
Sigarasını yakan kahvesini götürür dudaklarına, bir nefes ondan, bir fırt
ötekinden... Bazan masaya uzanan gazeteye bir kaç kafa da uzanır. Gözlerden
beyinlere dönerbasarların gürültüleridir için için akan, bir o duvara bir bu
duvara vurur kendini haberler, kimi kızar kafasını sallar,
-Mark gene yükselmiş, n’olacak bu gidişle halimiz?
Bakmaktan vaz geçer kimileri, kursağında kalır sözleri, yutkunur,
-Yerin kulağı vardır.
demeye getirir, korkar yanındaki arkadaşlarından bile.
-İyi ya, sen de borcunu daha az mark'la ödersin,
-İşin bir yüzü, ya öteki yüzü ? Orada bıraktıklarıma daha az para mı
göndereceğimi sanıyorsun?
Gözler dalar birden gerilere, bıraktıklarına. Özlemine toprağının suyunun
güneşinin,
-Beni buralara satanın,
bir kurşun sesi dağılır beynin her kıvrımına, yanık yanık dolar yüreklere
Anadolunun ağıtları... Bir insan gider ucuza, sorgusuz...
***
Kapıdan çıkmadan önce odalarına uğradım çocuklarımın, mışıl mışıl uyuyorlardı.
Dünyanın diğer çocukları gibi tüm çirkinliklerden, pisliklerden habersiz,
şimdilik. Keşki hep böyle kalsalar büyümeseler diye düşünüyorum. Onları neler
bekliyor acaba, kestiremiyorum, açlık, savaş, hapis, işkence, kan gözyaşı
olmamalı bu güzelim yavrulara. Gülerken ölebilsin insanlar, pis bir kurşunla,
yağlı bir ilmikle değil. Binlerce kilometre ötede tanımadığı yaşıtlarıyla elele
yürüyebilsinler, beyazı sarısı karasıyla utkuları sevgi olsun... Yanacıklarından
öptüm yavaşça, uyandırmaya korkarak. Biraz sonra kalkacaklar, Anneleri onlardan
önce kahvaltılarını hazırlamıştır. Birini okula gönderecek, küçüğünün minicik
ellerinden tutup yuvaya gidecekler beraber... Anacık, bu hafta yarım, bilemedin
birer saat görecek yavrularını, öğlen vardiyasına giderken bir parçası evde
kalacak. Gece döndüğünde, hepimiz çoktan ikinci uykumuzda olacağız. Gelecek
hafta bu nöbeti ben devralacağım...
-Neden hep işe gidiyorsunuz?
-Annem gitmese,
-Sen evde kalsan,
-Olmaz ını ? bir parçamı koluma takıp sabah saatin dörtbuçuğunda yapımevinin
yolunu tutuyorum...
***
-Günaydın beyler… yirmi tonluk pres makinası inmiştir sanki çeliğin
sessizliğine. Gözlerden bir alev fışkırır Balat’lı Salih'in üstüne selâm yerine.
Salih, Kürt Apo'nun yanına otururken,
-Ne bu sessizlik be, ölü evine mi girdik ?.. Apo' bir sigara versene hayrına, Apo tütün torbasını uzatırken,
-Keyfin yerinde ulan Balat'lı,
-Ne o yani ağlayalım mı gülünecek halimize? Hem adamlar diyor ki, bir gülüş yarım kilo pirzolaya bedelmiş, anlayabildin mi oğlum? Et kalmayınca hep güleceksin aç karnına ve düşüneceksin her gülüşte et yiyorum diye, tamam ını?... Bir taraftan da, işte size tasarruf etmenin bir yolu daha...
-Üstüne bir de taşdelen içtin mi deme keyfine ulan Balatlı,
-Uzak kardeşim uzak, bir Taşdelen için Suudi Arabistan'a mı gidelim yani…
Balat'lı, elindeki tütün paketinin farkına yeni varmıştır,
-Yani sabah sabah bir de tütün mü saralım, olur mu bu be Apo?...
Karşıdan Hasan okuduğu gazeteden başını kaldırarak, paketinden çıkardığı uzun
Malboro'yu atar Salih'e. Havada kapar sigarayı yapmacık bir hareketle,
-Salihoviç misin be kardeşim? Bundan sonra adımızı mı değiştirsek nedir ? Baksana, ne kadar erken emekli futbolcu varsa vuruyor milyarları, Bir de Almanlar soruyor " bu kadar sokağa atılacak paranız varken, neden buralarda çalışıyorsunuz" diye. Haklılar adamlar, değil mi Apo'cuğum? Bu arada Hasan'ın da attığı sigaraya teşekkür etmeyi unutmaz Balaflı, -Hay yaşa be hemşerim, hani bir de kahve çekecektin?
Hasan bu kez okuduğu gazeteden başını kaldırmadan,-
-Al ben içmeyeceğim, diyerek, elinin tersiyle önündeki bardağı ittirir. Balatlı elinde kahve yerine dönerken bir fırt almayı da boşlamaz,
-Öf be, beleş kahvenin tadı da başka oluyor... Ulan Kürt fabrika bacası gibi çıkıyor duman ağzından, biraz öteye doğru üfle be hemşerim ,
-Nereden hemşeri oluyorsunuz Salih? Sen Balatlı o Diyarbakır'lı, sen Türk o Kürt,
-Olsun Konyalı sen anlamazsın burada herkes hemşeridir, hemşerim, Hem Apo
Kür’tür diye konuşmayalım mı yani? O da bizim gibi sürgünde, döviz makinası
garibim...
Bu arada köşede sıkışmış olan Alman çift kalkarak çıkarlar odadan. Sesiz, elleri
iş tulumlarının ceplerinde gözleri bir donuk. ..Hasan gazetesini toplar onlara
bakarak,
-Saat kaç Muhsin abi?
-Daha on dakika var.
oda da bulunanlarda bir kıpırtıdır başlar. Kahveleri diplemeler, cigaraları
acele nefeslemeler ,
-Bantçılar, bantçılar çabuk olalım haaa, şimdi yürüyecek ona göre… Haydi beyler gün başlıyor, gün başına...
Balatlı gevrek gevrek gülerken, çantasını torbasını kapan odadan çıkıyordu…
Ayaklar geriye çeker şimdi, yürekler bir dolu bir dolu, kafalarda bir direniş.
-Sen burada mı kalacaksın Balatlı? der ayağa kalkarken Ege' den Halil,
-Patronlar işte kapı işte sapı diyorlar. Modern hapishane buraları, kendin girip kendin çıkıyorsun. Bir de damgalı inekler gibi çalıştığını ispat etmek için, paydosta kartlarımızı vuruyoruz saatlara... Hadi Allah kolaylık versin hepimize.
-Sen bana ne bakıyorsun Halil? Ben sakatım sakat, önce kafayı üşüttürdü bu gurbet, sonra kalp te gitti elden... Bize zor işler de vermiyorlar artık. Bir de elimize kimlik kartı tutuşturdular dokunulmasın diye! yani belgelediler sakatlığımızı senin anlayacağın, yedikleri bitirdikleri Salih'i. Daha nice Salih'leri benim gibi mühürlediler, bilirmisin ? Toprağa ını bakıyoruz nedir? Öyle değil mi Muhsin arkadaş ?
-Allah gecinden versin Balatlı. Hangimiz sağlamız ki ? Posamız çıktı. Bizi aldıkları gibi bir de şimdi muayeneden geçirsinler, çoğumuz erken emekli. Korkarım geldiğimiz topraklarda bir daha rahat rahat dolaşamayacağız...
-Allah çocuklarımızı esirgesin,
-Len Halil, her şeyi başkalarına bıraka bıraka bu hale geldik ya. Sen ne güne duruyorsun? çocuğu sen yap, başkasından medet um...
-Hadi bırakalım gevezeliği, iş vakti geldi geçiyor bile. Bundan sonraki ilk molada devam ederiz.
-Öyle ya Muhsin, beyler iş bekliyor bizden. Haydi beyler içtimaya marş marş...