Gamalı Haçlar'ın Gölgesinde

Kanlı bir yüzyılı ahlarla, vahlarla geride bıraktık. İki paylaşım savaşı, iki atom bombası, bölgesel ve iç savaşlar, açlık, ilâçsızlıktan ölen insanların sayısı 300 milyonu buldu. 60’lı yıllar savaş karşıtı, barış ve özgürlükten yana güzel insanlar düzenleri yerlerinden oynattı. O anılar, gelenek ve kalıntılar da yeni insanlık düşmanı yöntemler, yönetenlerce tarih sayfalarına gömüldü.

Mayıs 10, 2005 - 20:26
 1.4k
İnsanlara işsizlik, yoksulluk dayatıldı, gizemcilik var gücüyle akıllara hakim oluyor. Yüzmilyonlarca insan emeğini satarak geçimini sağlayacağı yerler bulmak için yerini yurdunu terkediyor, sınırlar ötesi, kıtalar arası göçe zorlanıyor.

Yeni yüzyıl 4 yaşında, bir öncekinden daha kanlı, daha karanlık gidiyor. İnsanlarımıza çeşitli şekillerde ve renklerde üniformalar giydirilerek, dualarla bir yerlere sürükleniyor.

20 yy’daki ahlar, vahlar; insanların duyarsızlığı, suskunluğu, “banan ne”ciliği, yılan O’na dokununcaya dek beklediği sürece devam edecektir.

İnsanlar alnını değil, ellerini kaldırdığı sürece; her karede ölüm, zulüm, yere düşen bombalar, ellerini okşayan, ceplerini dolduran vurguncular, imzalar, çıkar sözleşmeleri de gelecek yüzyıla miras kalacaktır.

Kendini ve Kentini sorgulamayan insanlar, masasının ortasına bir buket çiçek koyarak ağlamaya devam edecektir.

Nurettin Kurtuluş


Gamalı Haçlar'ın Gölgesinde

/ İnsanları seviyorum tamam, ama insanları sevmeyenleri niçin sergilemiyeyim? İnsanlara düşman olanlarla nasıl dost olayım ? İnsanları sevme tutkusu, insanlık suçu işleyen insanlara göz yummam için bir neden değil ki. Milyonlarca insanı gazodalarına gönderen, katleden insanların yeni kuşakları hala o günleri özlüyor, O'nlara özeniyor, kendilerinin dışındakilerden iğreniyor, saldırıp yok etme hırsı taşıyorsa, hatır için bunları yazmamam insanlığıma ihanet etmek değil mi ?

Bugün belki gazodaları, toplama kampları "HENÜZ" yok ama şiddete, saldırganlığa anasoyculuğa kısacası çığ gibi büyüyen Nazizme-Faşizme karşı çok küçük bir kesimin dışında duyarsızlık ve tepkisizlik var. İşte bu tavır içinde olmak bile yukarda anlatılan insanlardan farklı değildir "sessiz kalmak da taraf tutmaktır, namussuzluktur"..

Hiç kimseye yaranmak için yazmadığım gibi, hiç kimseyi hiç bir toplumu da incitmek istemedim.

Yazan olarak, kendi gözlemlerimi özgürce belirtmekte bir sakınca kesinlikle görmüyorum... /

-Achim, torunun bir Türk'ten değil, bir yabancıdan değil, inan…

Boş gözlerle bakmış Achim önce, tutuk tutuk. İnanmakla inanmamak arasında ikircimlenmiş bir süre. Sonra... hani, torununun olması, hem de bu yaşta... sevinmelimiydi acaba ?... Unutulmuş terkedilmiş bir gelecek çıkıyordu karşısına, birdenbire. Yitik, karanlığa gömülmüş, bilmediği sevdalara soyunmak artık çok güçtü, geçti… Bir beşik gerekli şimdi, bir de çocuk arabası, ama anneanne ve dedesi almışlardır muhakkak, hoffentlich (inşallah)... Oooo Gooottt...

-Achim, saçları pek az hem de sarı, biliyorsun Türklerinki çok ve parlak kara olur...

Devinimsiz öylece kalmış Achim, yüzünden hiç bir şey okunmuyor kızgın mı, üzgün mü, sevinçli mi anlaşılmıyormuş, bir duvar gibi sessiz ve duyarsızmış. Yirmibir yıllık inşaat işçisi Achim kaba ellerine dolan cep şişesindeki içkisini bir solukta bitirmiş, işten geliyormuş zaten bitkin, saç sakala karışmış, toz toprak içinde. Boş gözlerle bakıp kalmış muştuyu verene, ardından bir şişe daha diplemiş.

-Çok güzel bir kız Fransiska görmek istemezmisin?.. yarın akşam bu saatlerde yine gel buraya, kızınla torununu da getiririm konuşur, seversin onları istersen... babasına da söylerdim ama... henüz kim olduğunu bilmiyor, kestiremiyor Bianca... Türk değil babası, buna inan Achim...
Sadece haşını sallamış Achim, ne anlamda? Simdi otuzsekiz yaşında ve onyedisinde başlamış inşaat çıraklığı öğrenimine, usta olamamış bir türlü, kör olası alkol geleceğini çirkinleştirmiş. Aile yaşamında da alkol baş köşeyi tutmuş mutluluk kırılmış, sevgii morarmış gözlerinin dumanında... Yirmiüçünde Bianca gelmiş bu kargaşanın içine istenmediği halde, değişen bir şey olmamış Achim'lerin yaşamında. Arada bir polislerin eve gelip O'nları yatıştırması, yaralarını sarmak için eşini hastahaneye taşıması Bianca'nın küçücük çığlıklarının arasına sıkışıp kalmış. Hangi inşaata gittiyse kafasına tuğla atacağı bir Türk'ü bulması, Achim'i sık sık iş arama zorunda bırakıyormuş, " kara kafalıları görmeye dayanca "sı kalmamış, kafasını nereye çevirse bir "kanaken" görüyormuş, en ağır işleri hiç itiraz etmeden yapmaları artesi, Pazar tatil demeden en düşük ücretle çalışmaları Achim'i çileden çıkartıyormuş...

-Achim, torunun bir Türk'ten degil, dedim...

Sokağın başındaki Kiosk'ta - satımevinde yaklaşık bir yıldır çalışan, alkolik kadın Anna bunları anlatırken, ağzından etrafa yayılan pis koku midemi bulandırmaya başlamıştı. Hele o dayanılmaz ağır ve ucuz parfüm kokusu da buna karışınca gözümden acı yaş damlacıkları boşanıyordu. Sigarasını dudaklarının arasına götürdükçe ister istemez kesilmeyi unutmuş, uzadıkça kendiliğinden kırılarak kısalan şekilsiz ve kemikleşmiş sarı ve kirli tırnaklı ellerine takılıyordu gözlerim...

-Biliyorsun ben Türk düşmanı değilim, bak... bu küçük İstanbul sokağı Türklerle dolu, Mercedesli Türklerle... karınca kadar da çok çocukları kaynaşıyor ortalıkta... benim adım Anna, O'nlar da Mutter(Anne)'lerine Ane diyor... ben hepsinin Ane'siyim...

Bu Türkler olmasa Kiosk'a kilit vurulmak zorunda kalınır diyordu, tarih öncesi kılığındaki saçlarını dalgalandırırken Ana ( Anna'nın okunuşu)..

Alkole yatırılmış, çürümeye yüz tutan kırmızı ve sarkık yüz etleri, kan çanağına dönmüş renksiz gözleriyle ellisini gösteriyordu bu kadın. Oysa, daha geçenlerde otuzsekizini kutlamıştı, hem de birincisiyle boşanmış, eskittiği dört kocası, yeni nişanlısı'yla beraber...

*
Kimilerine göre kendine kıyan, genç yaşta kalp krizinden öldüğü söylenen anneleri yedi yaşındaki Bianca'ya biri emekleyen, digeri beşikte iki erkek kardeş te bırakmıştı giderken. Achim baba bu acıya dayanamamış, alkor duvarını aştığı bir gün tepesine sıçrayan tüm cesaretiyle bavullarını topladığı gibi kapının önüne bırakıvermiş çocuklarını. Büyükanne ve dede Gençlikdaire’sinden önce sahip çıkarak üç torununu manevi evlatlıklarına geçirmişler…

-Şişmanlıyorsun,
diyorlarmış görenler Bianca'ya, ondördünü yeni yarılamış bu kızın hamile olacağına hiç kimse ihtimal vermiyormuş. Diğer iki kardeşiyle evinde kaldığı Anneannesi ve Dedesi de farkına varmamışlar. Gerçi, sigara içki içmeye daha bir yıl öncesi başlamasına, bir çok "karakafalı" erkek arkadaşıyla geceler geçirmesine rağmen...

Yine de "güzel ve sağlıklı" bir bebek doğurmuş sabaha karşı çocuk odasında Bianca. İki emekli ihtiyar bir dördüncüyü de bakmayı üstlenmişler, yoksa Gençlikdairesi hemen alacakmış ellerinden küçük Fransiska'yı, yasalar bunu gerektiriyormuş… Geliri olmayan okul çağında bir annesi, daha tesbit edilemeyen babası olan bebek böyle bırakılamaz mış...

-Ne büyük bir hata, doğum kontrol hapı kullanmamak ...

Anna buna ne kadar çok kızıyordu,

-Doktorlar vermez, ama bana söyleseydi alırdım kendi adıma…diyordu dili dolaşarak Türklerin anası Anna ...

*
Güzel çocuk Bianca, güzel bebek Fransiska kara kafalı olmamanın verdiği gururla kendi toplumlarının içine karışıyorlar, diğer uluslardan yalıtılmışlığın mutluluğunu öğrenecekler, yaşayacaklar mı?

Hoyerswerda'da yamaçları kızıla dayanmış karanlıklarhıçkırıklara boğuluyor. İnsanlara kullanılmamış demokrasi satan sarı saçlı, beyaz yüzlüler "HEİL SIEG" naralarıyla doğayı kirletiyorlar. Korku dolu gözleri yaşsız, Demokrasiyi daha kullanamamış küçücük elleriyle birbirlerine sarılmış, ufacık yavrular bu gürültü, bu yangın içinde dünyanın içine gömülüyorlar… Nostalji, nasıl olursa olsun içlerinde, koparılamıyor. Tozlu topraklı yollar evlerinin önünde, kekik kokan dağları burun kemiklerini sızlatıyor, güneşin doğuşundan batışına ve yine doğuşuna dek sevginin, kavganın eksiltilemeyen gür sesleri kulakları çınlatıyor.

Özgürlüğü kaçmakta sanan, dostlarını terkederek yapayalnız kalan ve de sarı saçları, beyaz yüzleri insan kiniyle yunmuş katliamcıların içine dalan babalar anneler bir başka kaçışa ellerini uzatıyorlar köşeye sıkışmış yavrularına.

Hoyerswerda'da bir yeni "Kristalnacht"ın ön denemesi yapılıyor. Hoyerswerda her yerde, sevginin yok olduğu her yerde. Kullanılmamış Demokrasi paketlerinin içinde; birine kimyasal gazlar, diğerine korunma maskesi satan sarı saçlı, beyaz yüzlü "SIEG HEIL" cılar her yerde...
Çirkin gidiyor günler, el koyucular insanları yiyor büyüyor, insanlığı bitiremiyor.

İnsanlar yayılımcılara büyüyor, tükenmek bilmiyor. Emperyalizm bakı'yla uğraşmıyor, insanlık şimdilik fala bakıyor. Ağrısı fazla emperyalizmin, insanlığında. Ağrıya ilaç Faşizm ve Devrim. Gülemiyor elkoyucular, devrim de şimdilik. Yıllanmış şarap şişelerini çeviriyorlar günü gelince mahzenlere gömülü, patladı patlayacak birileri mahzende… Çirkin giden günlerin biteceğini biliyorlar, günü uzatmak istiyorlar, günü kısaltmak isteyenler var.
*
Alkol ve otomatik rulet makinaları bağımlısı Anna'ya bu işyerinden elde ettiği gelirin yetmeyeceğine iddiaya girmiyordu kimse, gelecek net ve açıktı. Kiosk'un sahipleri tarafından her ay başı yapılan inventur'a ( mal sayımı, hesap kontrolu) yakın, açığını geçici olarak kapatmak için sağdan soldan bulduğu paralarla işi idare etmeye çalışıyordu Anna. Zamanla patron havasına bürünüp, günü ikiye bölerek bulduğu yardımcıları sayesinde, burada pek seyrek görünmeye başlamıştı. Artık rahattı, para yutan makinaların başından, tükendiği zaman ayrılıyor, kiosk'a uğrayıp dinleniyor bir süre ve kasadan avuçladığı paralarla tekrar rahatlayacağı yere dönüyordu.
/ 13.500 nüfuslu Hünxe'de iki katlı eski bir çiftlik evi ilticacılara ayrılmış.

3 Ekim günü, birleştirilmiş Almanya'nın birinci yıldönümünde Alman Faşistleri geceyarısı 01.14'te saldırıyorlar buraya. Giriş katındaki bir odada uyuyan 6 yaşındaki Mukadesh ve ablası 8 yaşında Zainap'ın yataklarına molotof kokteyli atıyorlar. Lübnan'lı sığınmacı baba Fanzi Saado zeytin gözlü Zainap'ın yoğun bakım odasındaki yatağının başucunda ağlarken;
" eğer sağlığına kavuşursan, Hünxe'den gideceğiz. Sana söz veriyorum.“
diyordu, O'nu duyamayan kızı Zainap'a ...

Dünyayı kana bulayan faşizmin erke çıktığı Berlin'de, beyzboll sopalarıyla Alman Faşistlerinin katlettiği 19 yaşındaki Mete Ekşi için yapılan cenaze töreninin akşamında, Yeni Naziler Salzgitter kentinde bir Türk düğününü basarak toplu kıyımı deniyorlar dı... /

-Beni Türkler soydu …
diyordu inventur sabahı dükkanı açan Anna tüm Alman müşterilerine.

-Dün gece koltuğumun altındaki 4.200,- Markla eve giderken yolda çeviren iki maskeli Türk soydu beni. Polise haber verdim, zabıt tuttular gelip. Sigorta ödeyecek mecburen tabii ...
Bir gün sonraki gazetelerde de vardı olay, fakat soygunun maskeli Türkler tarafından yapıldığını yazmamışlardı...

Ve Şansölye Kohl aynı günle'rde "Almanya yabancı dostu bir ülke olarak KALACAKTIR."
demagojisini savuruvordu...

O'nun yüzünde tüm bir toplumu görüyorum, bu toplumun bir aynasıydı O. Aydın'ı, karanlığı, entellektüeli, intelligenti, berduşu, hepsi ama hepsi O'nun suratında toplanmıştı. Bu toplumun arasındaki 18 yıllık yaşamımda, her birini aynı çorbanın içinde karıştırmaktan hiç yorulmuyorum, yanılmıyorum. Çorbanın içinden çıkarmak istediklerim oldu, çıkmadılar... "Ich liebe Dich" diyemiyorum bu topluma, bu anasoyculara.

Çünkü oradaydılar, O'nları herkes gördü...

*
Ve zaman 1937'nin Üçüncü Reich'ı Büyük Deutschland'ının başkenti Berlin'e akıyor, yeni Almanyanın ki de olması karara bağlandı. Başkent Berlin 2006 yılı Dünya Futbol Şampiyonası finallerini istiyor, verilecek te…

1936'nın Gamalı Haçlar gölgesindeki gösterilerde, onur sekisinde oturan Führer Adolf'un yerine, Barış Haçlarının altında kimin oturacağı önemli değil?..

Pahalı ve çok şık çocuk arabasının arkasında bebeğini gezdiren Bianca anne gibi değil, kardeşini hava aldırmaya çıkarmış bir ablaydı sanki...

Bianca genç bir kadın olacak, Fransiska okulda bir çocuk 2006 yılı Berlin Futbol finalinde.
İnşallah acılar çektirmeyen, çekmeyen Ana-Kız kalırlar o günlerde...