İfade Özgürlüğü, Fransa'da da Türkiye'de de Özgür Olmalıdır

22 Aralık 2011’de Fransa Meclisi Genel Kurulu, 1915’teki “Ermeni Soykırımı”nın “soykırım” olmadığı yönündeki ifadelerin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti. Yasa teklifinin gündeme gelmesi sürecinde hükümetten Fransa’ya çeşitli düzeylerde tepkiler geliştirildi; yaptırımda bulunulacağı açıklandı.

Aralık 29, 2011 - 00:07
 699
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise Fransa Parlamentosu’nun aldığı bu kararın “insan haklarına tamamen ters” olduğunu vurgulayarak Fransa’da ifade özgürlüğünün olmadığını ve kararın Fransa’da “özgür tartışma ortamını” ortadan kaldırdığını “Ne yazık ki Fransız İhtilali’nin simgeleri olarak bilinen özgürlük ve kardeşlik ilkeleri bugün bizzat Fransız Parlamentosu tarafından ayaklar altına alınmıştır “ ifadesiyle dile getirmiştir.

Yaşam hakkı ile birlikte temel haklar statüsüne sahip olan düşünce ve ifade özgürlüğünü, hakkın özüne zarar verecek biçimde kısıtlayan Fransa’ya yönelik Başbakan’ın bu eleştirileri evrensel değerlere sahip çıkmak adına son derece yerindedir.

Ancak ne ironik bir durumdur ki, bu eleştirileri yapan Sayın Erdoğan, “Ermeni Soykırımı”yla ilgili düşüncelerini dile getiren Taner Akçam, Temel Demirer, Orhan Pamuk gibi pek çok aydının Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi nedeniyle yargılandığı ve cezalandırıldığı bir ülkenin Başbakanıdır. Daha hazin olanı ise Sayın Erdoğan, henüz geçtiğimiz hafta içinde bir seferde 29 gazetecinin tutuklandığı bir ülkenin başbakanıdır. Böylelikle halen cezaevinde tutulan gazetecilerin sayısı 96’yı bulmuştur.

TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2011 yılının Kasım ayı sonu itibariyle Türkiye’de şiddet ve nefret söylemi içermeyen düşünceleri ifade ettikleri gerekçesiyle 322 kişi 673 yıl 3 ay 20 gün hapis cezasına; 57 kişi de 225196 TL para cezasına mahkûm edilmiştir. Ayrıca 2011 yılında Terörle Mücadele Kanunu uyarınca 8 gazete veya derginin yayını durdurulmuştur.

Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü toplumsal varoluşun temelidir. Çünkü ifade özgürlüğü kişinin kanaatini diğerlerine bildirme, düşüncesini dışa vurma, kendisi dışındakilerle iletişime girebilme potansiyelinin gerçekleştirilmesidir. İnsanın her türlü iletişimsel edimi ifade özgürlüğünün kapsamı içerisindedir. Ancak yukarıda aktarılan veriler ülkemizde bu özgürlüğün kullanımı açısından çok büyük sıkıntıların olduğunu göstermektedir. Hal böyleyken Başbakanın düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda gösterdiği hassasiyet samimi ve inandırıcı görünmemektedir.

Taner Akçam’ın TCK’nin 301. maddesi nedeniyle yaptığı başvuru sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye aleyhine mahkûmiyet kararı çıkması üzerine Adalet Bakanı, 25 Aralık 2011 günü katıldığı bir televizyon programında 301. maddenin yeniden değiştirilebileceğini ima eden bir ifade kullanmıştır. Bugüne kadar her vesileyle defalarca dile getirdiğimiz şeyi bir kez daha tekrarlamak istiyoruz: Türkiye'de 301. madde ile sınırlı olmayan çok daha kapsamlı ve derinlere inen bir "düşünce ve ifade özgürlüğü sorunu" vardır.

İnsan haklarına saygılı, demokratik bir toplum olma iddiasındaki bu ülkede, mevzuatta yapılan ya da yapılmaya çalışılan tüm makyaja rağmen düşünce ve ifade özgürlüğü hâlâ kullanılması Fransa’ya göre çok sınırlı ve kullanıldığı takdirde bedelleri yine Fransa’ya göre daha yüksek olan bir özgürlüktür.

Türkiye’nin mevcut hukuk yapısı bir bütün olarak düşünme ve ifade özgürlüğü önünde engel oluşturmaktadır. Bu nitelik, yasalardan, uygulamaya ve yargının içyapısına kadar her alanda görülmekte, yurttaşlık hak ve yükümlülüklerinin belirlendiği bölümlerden tutunda ceza kanununa kadar yayılan bir genişlik taşımaktadır.

Sadece TCK’de düşünce ve ifade özgürlüğü bakımından sorun yaratabilecek, birbiri yerine kullanılabilecek en az 21 (yirmi bir) madde bulunmaktadır. Düşünceyi ifade özgürlüğü konusunda sorun yaratabilecek bu maddeler, TCK'nin 84., 125., 132., 133., 134., 215., 216., 217., 218., 220., 222., 226., 257., 285., 286., 288., 299., 300., 301., 305. ve 318. maddeleridir. Bunlar dışında özellikle Terörle Mücadele Yasası, yanı sıra Atatürk'ü Koruma Kanunu, Basın Kanunu ve RTÜK Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Kabahatler Kanunu gibi yasalar da düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı niteliktedirler.

Siyasi parti üye ve yöneticisi; insan hakları savunucusu; sendikacı; akademisyen; hukukçu; belediye yetkilisi; basın yayın çalışanı binlerce insan hala tutuklu ve tutuksuz yargılanmaktadır. Bu durumun topluma yansıması da bir deniz dalgası niteliği taşımaktadır. Toplumumuz adeta özgürlüklerden vazgeçme anlamına gelebilecek bir şekilde oto-sansür ya da oto-kontrol uygulamalarına yönelmektedir.

Dolayısıyla bugün yapılması gereken sadece bazı yasalarda göstermelik değişiklikler değildir. Aksine özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan hâkim zihniyette köklü bir değişim yaratmaktır. Bunun içinde alışkanlıkları, kurumsal işleyişleri ve hatta koskoca bir mevzuatı tümden değiştirmek gerekmektedir. En son Fransa’nın aldığı karar nedeniyle tanık olduğumuz gibi ifade özgürlüğünün engellenmesi bir insan hakkı ihlalidir. Dolayısıyla hem ülkemizde ifade özgürlüğünden kaynaklı ihlallerin son bulması hem de Fransa’ya yöneltilen eleştirilerin samimiliğinin kanıtlanması için hükümeti Türkiye’de ifade özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldırmaya davet ediyoruz.


Türkiye İnsan Hakları Vakfı

--
Evren Özer