Ermeni Meselesi ( 9/10 )

Osmanlı ordusu karşısında ordu bulamayınca ordu oluyor. Karanlık Ortaçağ’ı atlatan Batı ordusunu kurup çağdaş düzeye geçirince Osmanlı, ordusunun olmadığını anlıyor ve ordulaşmaya geçiyor, geç kalıyor. Osmanlı Batı’dan ordusunu kurmasını istiyor. Batı’dan gelen eğiticiler Osmanlı’da ordu kurmuyor, sürüleri suya götürüp susuz getiriyor ve alay ediyor. Bu daha sonra görülüyor, geç kalınıyor.

Ocak 20, 2006 - 09:14
 1.8k
“Avrupa’yla yakın ilişkide olan Doğu’da artık eski durgunluk bitiyor. Bu kitap elki de Osmanlı İmparatorluğu’nun son bir portresi, can çekişmenin ilginç bir tablosudur. Bu imparatorluğun ölümü ya da yeniden doğuşundan sonra insanlat, fikirler, anıtlar, toprak, her şey değişecektir.”
(Eusebe de Salle Doğu HacGezileri1837. Bkz: Jale Parla.)

Robert Curzon Visits to the Monasteries of the Levant’ta Osmanlı askerlerinin Batı’nın askerlik yöntemleriyle Palmerston’un yolladığı uzmanlar denetiminde talim yapışlarını alayla anlatır:

“Vezir gidip de toz duman biraz yatışınca kasabanın dışına doğru yürüdüm ve orta Avrupa yönetimleriyle talim yapan taburlara rastladım. Gözümü çayırın ortasında bir halının üstüne oturmuş bitr adam çarptı ve o tarafa yürüdüm. Bu adamın askerlerin albayı ve komutanı olduğunu anladım. Birlikte nargile tüttürürken gördüm ki, adamın askerlik konusunda benim bildiğimden fazla bir bilgisi yok. Tefekkür halısında sessiz sedasız barış nargilesini tüttürdük bir süre. Bu sırada sözde yürüyüş yapan askerler akıl almaz bir biçimde düğüm olup birbirlerine girdiler, sonra da bir anda hareketsiz bir arı yumağına dönüşüverdiler. Subayların bağırmasıyla fır fır dönmeye başlayan zavallılar birbirlerinin ayağına basıp tekmeler atarak bu yığından kurtulmaya çalıştılarsa da beceremediler. Sonunda Albay’ın aklına parlak bir fikir geldi. Nargilesini ağzından çekip Muhammed aşkına herkesin bildiği gibi evine gitmesini emretti. Küçük okul öğrencileri gibi bu emre sevinçle uydular ve atlaya zıplaya kasabaya doğru yola koyuldular. Subaylar da, her biri bir nargile alıp bir ağaç gölgesine çekilerek ve içlerinden bu garip icadları için Frenklere küfrederek minderlerine uzandılar.”
(Bkz: Jale Parla aynı kitap.)

Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü XVII. yüzyılın ortalarına kadar askeri varlığıyla ölçülebilir. XVI. yy sonlarına kadar Avrupa ve Asya’da karşısında hiçbir gücün duramadığı osmanlı ordusu sonraki yıllarda Avrupa’da ortaya çıkan askeri teknolojideki yenilikleri ve bunun sonucu olarak savaş yöntemlerindeki yeterince izleyemedi. Başlangıçta bu gerilik mutlak değil, göreceliydi ve etkisini XVI. yy sonlarında başlayan yenilgiler ordunun Batı orduları karşısında savaş gücünü yitirdiği ortaya çıkıyordu.

Osmanlı ordusunun genelde maaşlı askerlerden oluştuğunu görüyoruz.

Azap askerleri Anadolu’nun güçlü ve sağlam iri yapılı bekâr türk gençleri arasından kefilli olarak toplanırlar. Maaşları bulundukları semtler ya da eyaletler tarafından ödenirdi. Seferlerde vergiden muaf tutulurlar, barış zamanında ise maaş almazlar başlarının çaresine bakarlardı. Başlarına kırmızı renkli börk (hayvan postlarından yapılan başlık) giyen azaplar ordunun en önünde giderler düşmanın saldırılarına karşı koyarlardı. Osmanlı Hanedanı için Türkler azapta gerekliydi herhalde, ölen ölür kalan sağlar tekrar azaptır gibi.
Azaplar II.Mahmut döneminde Yeniçeri ocağıyla birlikte 1826 yılında ortadan kaldırıldı.

Kapıkulu Osmanlı İmparatorluğu’nun sürekli ordusunu oluşturan ücretli askerlerdi. Osmanlılar yönetimleri altındaki Hıristiyan halkların çocuklarından devşirdikleriyle bu ordunun temelini ve hatta tamamını oluşturmuşlardı. Bu ordunun en ünlüsü Yeniçerilerdi.

1361 yılından ortadan kaldırıldığı 15 Haziran 1826’ya kadar 465 yıl neredeyse devlet içinde başka bir devlet gibi Osmanlı hanedanının çilesi olan Yeniçeriler sürekli ordu durumundaydılar. İlk olarak devletin elinde toplanan tutsak çocuklardan, daha sonra fetihlerin durması ve tutsakların yetmemesi üzerine Hıristiyan çocuklarından devşirme olarak alınanlar Yeniçeri ordusunun tamamını oluşturmuşlardı.
8 yaşından itibaren Anadolu’da türk ve islâm geleneklerine göre yetiştirilen bu çocuklar, daha sonra “Acemi Ocağı”na götürülerek katı bir gisiplin altında itaate alıştırılır, yorgunluk ve açlığa dayanmayı öğrenirlerdi.

Kapıkulu ordusunun zamanla en ayrıcalıklı sınıfı olan Yeniçeriler paralı askerlik gibi her üç ayda bir maaş aldıkları gibi, sık sık da Padişahtan bahşiş isterler ya da verilmesine mecbur ederlerdi. Cülus yani bahşiş 1451’de Mehmet II’nin Bursa’da yolu kesilerek alınmasından sonra gelenekselleşiyor.

Savaşlarda savaşmayan, barışta ise Osmanlının başına belâ olan Yeniçeriler 1451’de başlayan bu cülus olayından önce ilk başkaldırısı 1445 yılında Mehmet II’nin tahtı yeniden babası Murat II’ye bırakmasıyla başlar. Durmak bilmez. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a getirilen cenazesinde de şehire dağılarak Venedikliler hariç Karamani Mehmet Paşa ve ardından bir çok Yahudi katledilir ve varlıkları yağma edilir.
Yüzlerce ayaklanma ve katliama sebep olan Yeniçeriler 15 Haziran 1826’da “Vakai Hayriye” olayından sonra kaldırılır. Çok geç.

Osmanlı ordusuna subay yetiştiren Mühendishane-i Derri-i Hümayun topçu ve istihkâm subayları yetiştirmekteydi. Osmanlıda 1748’deki ilk Mason Locası kurucularından Humbaracı Ahmet Paşa; alias Fransız Subayı Chande Alexandre de Bonneval 1734’te Batı’lı ölçülere göre yeniden örgütlenmeye çalışılarak Humbaracı ocağı (topçu birliği) bünyesinde 1795’te kuruldu. Burada Fransız okullarındaki öğretim programları uygulanmaya çalışıldı.

Mühendishane-i berri-i hümayunda Başhoca Müslümanlığa dönmüş olan ve yedi lisan bilen İshak Efendi bir Yahudi idi.

XVIII. yy’ın ikinci yarısında Fransa’nın yardımıyla özellikle Topçu ocağında önemli yenilikler elde edilir.

1826 yılında Yeniçerilerle beraber tüm Kapıkulu ordusu da kaldırılınca ikiyüzbin kişiye varan ordu yeniden yapılandırılmaya başlandı.

Asakiri mansurei Muhammediye adlı yeni ordunun başına Serasker olarak eski Yeniçeri ağalarından Ağa Hüseyin Paşa atandı. Sadece Devşirmelerin bulunduğu Yeniçeri ocağından yetişen ve orada Ağa olan Edirne 1776 doğumlu yeni serasker Hüseyin Paşa’nın aile kimliği hakkında bilgimiz yok!

Başlangıçta 12 000 kişilik kadro olarak öngörülmüşken Mahmut II dönemi sonunda 118 400 kişiye kadar yükseldi. Seçme olması gereken eratın kim olduğu belirsiz, din değiştirmiş kişiler alınmayacaktı! Askerlik süresi 12 yıl zorunluğundaydı.

Mahmut II, askerlerin Avrupa usulüne göre yetiştirilmeleri için Mısır valisi Mehmet Ali Paşadan türk ve arap subaylar istedi, olmayınca Prusya’dan piyade, topçu ve süvari subayları getirildi. Burada bir seçme yapılmış mıydı? Gelenler arasında ne kadar Yahudi vardı? Açıklık yok.
Bu da yetersiz kalınca, Viyana, Berlin ve ve Paris’e eğitim için askeri öğrenciler gönderildi. Bunların arasında seçim yapıldı mı, dönmeler varmıydı?

Bu arada 1834’te kurulan ve 1884’e kadar Fransız 1884’ten sonra Alman eğitim sistemleri uygulanan Mektebi ulumu Harbiye, Batı tekniklerine uygun olarak orduya subay yetiştirmekteydi. 1884’ten sonra neden Alman eğitim sistemi uygulandı? Alman eğitimcileri öneren ve getirenler kimlerdi? Gelenleri arasında ne kadar Yahudi ya da Yahudi dönmesi vardı?

Aynı şekilde Mühendishanei bahri hümayun’a şimdiki adıyla Deniz Harp Okulu’na da aynı uygulamalar yapıldı, Avrupa’dan eğitimciler getirildi. Yukarıdaki sorular burada da sorulabilir.

Burada unutulmaması gereken Osmanlı ordusunun en önemli birimlerinden biri de Gurebâ-i Yemin ve Gurebâ-i Yesar Süvari Bölükleridir. Askerlikten muafiyet vergisi ödeyemeyen Gayrımüslimlerin askere alındığı bunların arasından YİĞİTLİK GÖSTEREN YAHUDİLERİN Gureba Bölüklerini oluşturduğunu öğreniyoruz.

Sadece Padişahın katıldığı savaşlarda yer alırlardı. Dokuz akçeden başlayan günlük maaşları yetenek ve kıdemlerine göre üç katına kadar yükseliyordu. Gurebâ-i Yemin Savaşta Padişahın sağında Sancakı Şerifi korumakla mükellefti. Gurebâ-i Yesar Sadrazamın buyruğunda savaşa katılır sol tarafta yedek olarak bekler, geceleri de Sadrazamı ve ağırlıklarını korurlardı.

12.000 kişiye varan bu süvari birliklerinin silâhları; pala, mızrak, gaddare adlı kılıçlardan oluşurdu. Son zamanlarda ateşli silâhlarla da donatılmışlardı.
1926’da Osmanlı ordusu lâğvedilirken bunlar neredeydi, daha sonra nerelere dağıldılar? Dağıldılar mı? Çünkü bu birlikler Sadrazamın GÖZDELERİ ve emri ve koruması altındaydılar.
Gureba’yı daha sonra Maarif alanında da görüyoruz.
Sibyan mektepleri vakfiyeleri, Osmanlının “gureba mektebi” nitelik ve özelliklerini taşıyan kurumlar açmaya önem verdiklerini gösterir. Nitekim Enderun, Acemi oğlanları kışlaları ve Galatasaray ÖĞRENCİLERİN YATMA, YEME ve eğitim gereksinmelerini parasız karşıladığı okullardı.
Ancak bunlar başlangıçta Türkler’e değil müslüman olmayanlara ve devşirmelere özgüydü...

Son olarak ta Hamidiye Süvari alaylarına da değinerek bu konunun sonuna gelmek istiyorum. Ermenilere karşı ve Rusya ile yapılacak bir savaşa karşı hazırlıklı bulunulmak amacıyla, Abdülhamit II tarafından kurulan bu alaylar iddia edildiği gibi KÜRT değil ARAP aşiretlerince gerçekleştirilmiştir. 1908’den sonra 63 Hamidiye Süvari Alayı Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yerleşik düzeye geçmişlerdir...

1821 yılına kadar tercüme odasında genellikle Rum ve Yahudi ve Yahudi dönmeleri kullanıldı. Rumlar Mora ayaklanmasından sonra atıldılar. Türk ve islâm memurları yetişinceye dek, Yahudiler ve Yahudi dönmeleri Osmanlının bitişine dek görevlerine devam etti.

XVII. yy’da başlayan eğitim kurumlarının kurulmasının tamamında, özellikle Fransa’dan getirilen öğretmenler, Fransızca ve Fransız eğitim sistemini yürüttüler.

Bir tarafta Yahudilerin kendi eğitim kurumlarında toplumunu eğitmesi, diğer tarafta Fransızların yani Hıristiyanların kendi eğitim sistemlerini burada Osmanlı toplumuna tatbik etmeleri biraz düşündürücü olmuyor mu?
Yahudi Hıristiyan düşmanlığının bir parçası da burada görülmüyor mu?

XVI. yy sonlarında Osmanlı ordusunun vergilerden yoksun kaldığı 200 000 yakın güçlü bir süvari kuvveti, 1620 yılında 100 000 dolaylarına düşürülüp ve daha sonra 1826’da tamamen kaldırılırken askerler nerelere gitti? Ne yaptılar? Osmanlının hiçbir eğitim almamış hattâ okur yazar dahi olmayan kişilerden mi ordusunu kurdu?

Osmanlı 1.Paylaşım savaşına niçin girdi? Kimler soktu? Ordunun başında bulunan Alman Yahudisi Van Sanders tek miydi? Daha kaçyüz Alman asker eğiticisi Anadolu’da bulunuyordu.

O yetersiz isnsanlar Ermeni tehcirine kadar yeterli düzeye getirildiler mi?

Tehcir sırasında safkan Türkler mi sadece asker di? Eğer öyle ise dönme’lerden ordunun iplerini eline alanlar var mıydı? Kimler di?

O arada Ordunun tepesinde bulunan yabancı isimle, meselâ Alman ya da diğer uluslardan yetkili subaylar var mıydı? Kimlerdi? Yahudi miydiler? Diğer Türk ismi almış dönme Paşalar var mıy dı? Kimlerdi?

Tüm bu soruların karşılığını bulmadan, doğruları da bulmanın mümkün olmadığı bir gerçek. Yoksa tutup şu suçluydu, bu değildi gibi tek taraflı davranarak olayı basitleştirmenin hiç bir anlamı olmuyor.

Böylece olayın üzerinden asırlar dahi geçse, netlik kazanamayacak ve kuşaklar suçlama, yetersiz savunmalarla birbirlerine düşecekler.

Barış için yapılması gerekenler varken, kin ve nefret her iki topluma da yansıdığı sürece iş uzayıp gidecek.

Gelecek onuncu ve sonuncu yazımda SONUÇ üzerinde çalışmamı bitireceğim.


Nurettin Kurtuluş