Ermeni Meselesi ( 5/10 )
Hıristiyan-Yahudi-Hıristiyan düşmanlığı+Ermeni meselesi. (5) Türkler Batı’ya baktıkça körleşiyor. Batı’dan taktığı gözlüklerle görmeye çalışıyor, olmuyor. Görülmesi gerekenleri değil, taklit edeceklerini görmeye çalışıyor. Batı ilimde, bilimde, teknolojide, kültür ve sanatta devrimlere giderken Batı alay konusu oluyor, aşağılanıyor. Başkalarını aşağılamak, aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor.
Dün nasıl bakıyorduysa, bugün de aynı kalıyor, optikçisi hep aynı. Uzağa yakın, yakındakine uzak gözlüğü taktırılarak bakıyor.
Tarih; Moğolların önünden kaçarken büyük bir İmparataorluk kuran ve sonra da kimliğini kaybeden, Memlük Türklerini tek başlarına sorgulamaya bırakıyor.
Türk kimliğini bir türlü bulamıyor.
Türk kimliğini ararken kaybediyor.
Osmanlıda Yahudi partisi “Avdeti” devletini kuruyor ve bugüne Küreselleşerek geliyor...
Yüzyıllarca bulundukları her Ülkede, her bölgede; baskılardan, işkencelerden, Engizisyonlardan, kölelikten, katliamlardan korktukları için Hıristiyanlığa göreli olarak “Dönen” Yahudiler, sokakta Hıristiyan evde kendi dinlerini tatbik ederken yine de kovulmalardan kurtulamıyorlar.
İşin garibi, Osmanlı İmparatorluğunda bu yukardaki gibi dayatmalar, olaylar yokken ve üstelik devlet içinde devlet olurlarken, yine de çoğu “Avdeti” liği tercih ediyorlardı.
Sokakta Müslüman evde Yahudi dinini yaşatıyorlardı. Neden?
Bence, çıkarları bunu gerektiriyordu. Yüzlerce yıl sonraki “küreselleşme” için bu çok kolay plânlardan biriydi, “Avdetilik” ya da genelde söylendiği gibi “Dönme” lik.
Burada Osmalı’da Türk köylüsünün durumuna biraz daha değinerek, Gayrımüslimlerin; Rum, Ermeni ve Yahudilerin her türlü egemenliğini görmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Osmanlıda Köylüler en büyük vergi gelirinin temelini oluştururlarken, en yoksulu da oluyorlar.
Taklitçi Osmanoğulları Bizanstan kopyaladığı Toprak Kanunu’nu 10.yy’da pratiğe geçirirken; bölgesel beylik, ağalık vergileri kendi adına topluyor gerekli olan yerlere doğru olarak ulaştırmıyor. Böylece hem köylüler, hem de merkezi otorite geriliyordu.
11.yy’da ise bu başarısızlık toplumsal yaşamı çökertti. Daha sonraları tüm toprakların Hanedana devredilmesinın reform olarak görülmesi, Türk Köylüsüne devamlılık getirmediği için bir fayda sağlamadı.
15. yüzyıl sonlarında başlayan nüfus artışı, 16. yüzyılda beklenmedik patlamaya ulaşmasıyla vergilerin yetersizliğini de getirdi. Toplanan vergilerin özellikle yatırımlara değil, askeri harcamalara aktarılması Osmanlının çöküş başlangıçları olarak görülebilir.
Köylülerin artan taleplerini ilkel tarım ve hayvancılıkla karşılayamamaları, İmparatorluğu tahıl ve hayvan dışalımına mecbur etti. Bunu yönetenler ise Gayrımüslimler oldu.
Geçim zorluğuna katlanamayan köylüler, bulundukları yöreleri terkederek başka yerlere, İstanbul’un Fethinden sonra istemeyerek te olsa bir bölümünün nüfus oranının dengelenmesi için İstanbul’a göç etmeleri, Hanedanın da gittikçe zayıflayan otoritesi büyük toprak ağalarının hakimiyetini getirdi. Gelişen mali krizler tarımsal alanda vergilerin arttırılmasını dayatırken tarım ve hayvancılıkta dengeleri bozarak durumu daha da ağırlaştırıyordu.
17. yüzyıl’da ise vergi toplama işlevi Fransadan kopyalanarar tatbik edilmeye çalışıldı. Devlet memuru olmayan kesenekçilere teslim edilen vergi toplama işlevi, siyasi güçler doğururken tehlikeleri de beraberinde getirmişti.
Bu kesenekçiler, Mültezimler-Âyân’lar sadece kırsal kesimde kalmayıp şehir ekonomilerini de yönetmeye başladılar, Merkezi Hükümet kuralsızlığın gelişmesine boyun eğerek bu dayatmayı çekmeye zorunlu kaldı. Ayrıca bu Âyân Osmanlı Hanedanına kendi memurlarını yüksek mevkilere gelmelerini de sağladı.
7 Ekim 1808’de “Sened-i İttifak”la bu otorite ancak 40 yıl içinde kırılabildi ve Osmanlı Hanedanı tekrar kısmen de olsa kendi üstünlüğünü sağlayabildi. Fakat sona gidiş durdurulamadı, sadece zaman uzatıldı.
Sened-i İttifak özetle; siyasal gücü ele geçiren Rusçuk ve Anadolu Âyân’ına karşı Merkezi Otoritenin üstünlük sağlama isteklerini içeriyordu. II.Mahmut döneminde kendisi de eski bir Âyân olan Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın çağrılısı olarak Saray’a gelen tahminen 7 Derebeyi ardlarında küçük birer ordu da getirmişlerdi.
Senedi Merkez bürokrasisinden 21 kişi imzalarken, Âyân’dan dört kişi Çapanoğlu Süleyman, Serezli İsmail, Çirmen mutasarrıfı Mustafa, Karaosmanoğlu Hacı Ömer imzalarken, diğerleri bağımsızlıklarınının sınırlandırılacağı endişesiyle daha önce memleketlerine geri dönmüşlerdi. Diğer taraftan Merkezi bürokratlar, Osmanoğullarının saltanat haklarına bir tecavüz olarak değerlendirilmesine rağmen isteksizce imzalanmıştı. Daha sonra yine II.Murat zamanında Yeniçeri ayaklanmasında Alemdar Mustafa Paşa’nın öldürülmesiyle ve daha sonra bu Âyân’ın (derebeylerinin) tasfiyesiyle ya da etkisizleştirilmesiyle ittifak hükümsüz kaldı.
Üreten Yoksul köylülerin ürünlerini; Ticaret sermayesi bölgelere hakim olarak ve tefecilerle işbirliği yaparak hasat sırasındaya da sonrasında satılacak ürünler için anlaşıyorlardı. Bu anlamda Ticaret sermayesi tefecilik te yapmış oluyordu.
Yüksek faizler, köylüyü tefecilere bağımlı hale getiriyordu.
Ticaret sermayedarları ve tefeciler kimler di?
İstanbul’daki bankerler aynı zamanda vergi toplama hakkı elde edenler, yani para sermayedarları, ticaret sermayedarları ve tefeciler Gayrimüslimler’di.
Rum’lar Ticaret sermayedarları, Ermeniler tefeciler, para sermayedarları Bankerler ise Yahudiler ve dönmelerdi.
Aynı zamanda Saray’da; iktisat, ekonomi, hazine maliye de onlarca yürütülürken ağırlık Yahudiler ve Dönmeler hakimiyetinde oluyor diğerleriyle de yani Rum ve Ermenilerle çatışmalar da başlıyordu.
Ayrıca Avrupalı elçiliklere tanınan haklarla; kendilerine yakın Gayrımüslimlere pasaport yada ayrıcalık tanınan belgeler verilerek onları çıkarları doğrultusunda koruyorlar, Osmanlıya karşı inanılmaz ayrıcalıklarla İmparatorluğu bitirmek için de kullanıyorlardı.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarında yüzbinlerce Rum ve Ermeniye ayrıcalık tanıyan belgeler verilerek zayıflayan Osmanlıyı iyice yıpratıyorlardı.
Galata’lı bankerler denilen önce Ermeni sonra Yahudi sarraflar Osmanlı iç ve dış ticaretini, Saray’la olan ilişkilerinden ve Saray’daki hakimiyetlerinden dolayı siyaseti de kontrol altında tutuyor yönlendirebiliyorlardı.
Temeli Sarraflığa dayanan Galata bankerlerinin işlevi, XIX yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Batı Avrupa’da gerçekleşen sanayi devrimi sonrasında Osmanlı ile Batı semaye sınıfı arasında ilişkiyi sağlamaktı. Bunlar bankerliğin yanı sıra liman kentlerine ve özellikle İstanbul’a gelen batı kökenli tüketim mallarının acenteliklerini yapmışlar ve bu yoldan büyük kazançlar elde etmişlerdi. İmparatorlukta kredi işlemlerine egemen olan bankerler, yerli tüccarı ve tüketiciyi de finanse ediyorlardı. Banker-tüccar-tefeci ortaklıklarında tarımsal kökenli dışsatım mallarını ucuza kapatırken, daha sonra yine tarımsal ve hayvansal dışalımlarda da tekel oluyorlardı.
Rum kökenli banker-tüccar ilişkileri tekellerine geçerken, Ermeni ve Yahudi sarraflar iç tüketimi ve Saray’ın artan yüksek gereksinimlerini kredilerle finanse etmişlerdir.
19. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlının gelir darlığı, artan askeri harcamalar ve zevk-ü sefa açıkları, vergi gelirlerindeki düşüş, Saray’ı İstanbul Bankerlerinden kredi almaya zorlamıştır.
Bu arada Ermeni bankerler mültezim-kesenekçi sıfatıyla devlet sarraflığını yapmışlardır. Esnaf birliklerinin çökmesini II.Mahmut döneminde sağlayan bankerler, Padişahı da etkileyerek gümrük gelirlerinin kaldırılmasını dışalım serbestisini de kendi taraflarına çekmeyi başarmışlardır.
Yukarıda görüldüğü gibi bir ipte üç cambaz oynar görünüyor. Bunlarda en etkili olan cambaz o ipte tek başına oynamak isteyecektir; çünkü ortada paylaşılmak istenmeyen bir pasta var. O pastanın başında bibirine düşman Hıristiyan ve Yahudiler daha ne kadar birbirlerine katlanacaklar? Ufak tefek ticaret-tefecilik-bankerlik çatışmaları görünürde var, fakat önemli olan hem siyasetteki hem de maliye-ekonomi-iktisattaki hakimiyet değil mi?
Burada tekrar Avdeti’lere bakarak gelişmeleri Osman-oğullarındaki sonuçları değerlendirmekte fayda var.
5. Bölümün sonu.
Nurettin Kurtuluş