Ermeni Meselesi ( 1/10 )

Hıristiyan-Yahudi-Hıristiyan Düşmanlığı+Ermeni Meselesi ( 1 ) Sevgiye zincir vurulamaz, sevgi sınırlandırılamaz, sevgi yasaklanamaz. Sevgiden bahsetmek insanın en güzel dilidir.

Ağustos 15, 2005 - 02:24
 2k
Yahudi, Rum, Ermeni, Kürt insanlarıyla birarada yaşamaktan onur duyduğumu ve mutlu olduğumu yazarak başlamak istiyorum. Barış ve Özgürlüklerin insan sevgisiyle beslendiğini düşünüyorum. Dünyanın tüm güzelliklerini insanlarla paylaşmak beni hiç rahatsız etmiyor.

Bizim toplumumuz içinde Türk’ü yakan Türkler gördüm.
Türk’ü, Müslümanı biribirine düşüren ve katleden Müslümanlar ve Türkler gördüm.
Onlardan nefret etmiyorum; fakat uzak durmaya, arada mesafeler bırakmaya özen gösteriyorum.
Aynı soydan, aynı dinden ve dilden olmamıza karşın, onlarla birarada olmaya tahammül edemiyorum, katlanıyorum.

Kendimi bildim bileli bir “Ermeni meselesi” gündemden düşmedi. Özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik konusu pişirildikçe, bu olay da kaynatılıyor.
Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki böylesi bir mesele, var mı, yok mu? Varsa ne kadar var? Yoksa ne kadar yok? Halâ netliğe kavuşturulmayan, bu 90 yıl önceki olaylar karşısında Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin genç kuşakları, ikircimlenip duruyor.

Şunu çok iyi biliyor ve savunuyorum; Türk gelenek ve göreneklerinde savaşlar dışında vurmak öldürmek olmadığı gibi, içimize yerleşen, komşumuz olan, alışveriş yaptığımız, selâmlaştığımız, aynı sofralara oturup beraber yemek yediğimiz, demlendiğimiz insanları kovmadık, yerlerinden etmedik, bu mümkün değildir. Bu bizim için geçersizdir; fakat diğer uluslarda böyle bir gelenek vardır. Şunu hatırlatmakta yarar olduğuna inanıyorum; Mustafa Kemal Atatürk’ün ayakları altına atılan Yunan Bayrağını çiğnememesi bir başka gösterge değil midir?

Bir “tehcir” vardır, 6-7 Eylül 1955’te Rum vatandaşlarımıza yapılan saldırılar vardır; Fakat bunları yapan çapulcuların arkalarında, perde arkasında kimler bulunuyor? İpler kimin, kimlerin elinde idi? Asıl önemli olan araştırma, bu sorular olmalı diye düşünüyorum.

Tüm bir toplumu, bir Ulus’u karalama, suçlama, yargılama gibi işin kolayına kaçmak; bilim, tarih, insanlık adına bir yanlışlıktır, ayıptır...

Şimdi; bu birkaç bölüm sürecek olan beni ve toplumumu çok rahatsız eden konuyu yıllardır biriktirdiğim notlarıma göre işlemeye çalışacağım. Amacım bizi, biz Türkleri temize çıkarmak değil, doğruları kendimce bularak esas araştırmacı bilim ve tarih adamlarına bir nebze olsun ışık tutmaktır, haddim olmayarak.

Çalışma metodumun sonunda ve notlarıma dayanarak beş bölümde topladığım çalışmalarımı şöyle sıralayabilirim;

1. Yahudi’lerin Osmanlı İmparatorluğu’na göç’ü öncesi gelişen, Hıristiyanların Yahudi - Yahudilerdeki Hıristiyan düşmanlığı.
2. Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğundaki durumu ve Yahudi’lerin Hıristiyan+Ermeni düşmanlığı.
3. Osmanlı İmparatorluğunda gayrimüslimlerin durumu.
4. Osmanlı imparatorluğunda Ordunun incelenmesi.
5. Sonuç; Ermeni meselesini yukardaki 4 bölüme göre değerlendirmek.

Yahudilerin Avrupa’dan kovulmaları.

Yahudilerin kutsal kitabı Tanah’a göre; Yahudiler Tanrının seçilmiş kavmi oluyor. Tanrı, seçilmiş kavmi olan Yahudilere “Arz’ı Mev’ûd” vâdetmiştir;

Vâdedilmiş topraklar anlamına gelen bu terim, Yahudiler için özel anlam taşıyor. Tanah’ta, Arz-ı Mev’ûd, kademeli olarak arttırılarak Yahudilere vâdedilmiştir. Birinci kademede Kudüs ve çevresi, ikinci kademede Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar, üçüncü kademede ise tüm dünya.

Tanah’ta, Yahudilerin ataları Abram’la başlar. Abram, Kalde’nin Ur şehrinden çıkıp, aşireti ile birlikte HARRAN’a gelir. Tanrı, Abram’a Harran’dan Ken’an ülkesine gitmesini söyler ve ona ve onun zürriyetine, o ülkeyi vereceğini söyler. Abram Ken’an ülkesinde kıtlık çıkınsa Mısır’a göçeder.

Arz-ı Mev’ûd şu andaki tabiri ile bir küreselleşme midir? Siyonizmin küreselleşmesi.
Ken’an ülkesi için kesin bilgiler yok, neresidir? İlk göç Harran idi. Bugün o bölgede İsrael’li siyonistlere geniş arazi, toprak satışları yapılmıştır, Ken’an ili oralara kadar uzanmıştır denilebilir mi?

Tanah’a göre Mısır’da 430 yıl yaşayan Yahudiler, İspanya ve Portekiz’e geliş tarihleri tam olarak bilinmemektedir. Musa tarafından Mısır’daki kölelikten kurtarılan Yahudiler, Sina dağının eteklerinde 40 yıl yaşadıktan sonra, Ken’an (Filistin bölgesi ya da İsrael’in eski adı) ülkesini tekrar alırlar ve yerleşik bir kavim haline gelirler. Roma İmparatoru Vespansianus’un oğlu Titus’un Kudüs’ü almasından sonra, büyük Yahudi katliamı yapılmış, sağ kalanlar ise Avrupaya sürülmüşlerdir.
Yahudilerin İspanya’ya nezaman geldikleri kesin olarak bilinmemekle beraber, Titus köleleri olduğu sanılmaktadır.

MS. 468’de Vizigot’lar hakimiyetine giren İspanya, bir süre sonra Katolik mezhebini kabul ediyor. Yıllar önce İspanya’ya yerleşen Yahudiler, ülke halklarının içinde sayılarının fazlalığı ve inanılmaz zenginlikleri, daha sonra kendilerine karşı çıkarılan yasalara karşı isyana hazırlanırlarken, Kral Egica’nın isteği üzerine 694 yılında 17. Toledo Konsilinde alınan kararla köle ilân edilirler. Ellerindeki tüm varlıkları daha önce alınmış, ticaretten ve gemicilikten men edilmişlerdi.

Burada ilk kez Hıristiyan-Yahudi-Hristiyan düşmanlığının başladığını kesin olarak vurgulayabilirim.

MS. 711’de Müslümanların İspanya’yı hakimiyeti altına almasından sonra, Yahudiler tüm zenginliklerine tekrar kavuşurken, Devlet içinde de çok önemli yerlere gelirler, ticarete ve gemiciliğe hakim olurlar.
Müslümanların birbirine düşmeleri sonucu Hıristiyanların eline geçen İspanya’da 1179 ve 1215 yılları arasında Konsillerin başlattığı Yahudi aleyhtarlığı Avrupa’da hızla yayılıyor ve Hristiyan fanatizmine dönüşüyor.
1391’de ise Yahudi katliamları Ülkenin her tarafına yayılıyor. Bu arada kitleler halinde Hıristiyanlığa geçen Yahudiler aynı zamanda gizli olarak Yahudiliğin icaplarını da yerine getiriyorlar.
II. Murat zamanında, 1394’te Fransa’dan kovulan Yahudiler Osmanlı İmparatorluğuna ilk göçü gerçekleştiriyorlardı. Yahudi tarihçilerinin bir aktarmasına göre II. Beyazıt “Kral Ferdinand’ın kendi ülkesini fakirleştirirken, bizimkini zenginleştiriyor” demesi, sadece maddi açıdan değil, daha çok Yahudilerin sanat, ticaret, dil ve diğer konularda yetişkin olmalarından da kaynaklandığını düşünüyorum.
1473’te ise dönmelere karşı İspanya’da Hıristiyanlar Yahudileri üç gün boyunca katlediyor ve tüm varlıklarını da yağmalıyorlar. Ardından, sağ kalanlar İtalya ve Osmanlıya doğru göçe başlıyorlar.

1478 yılında kurulan Engizisyon Mahkemeleri kararınca 1481-1490 yılları arasında 2 Bin (Yahudi tarihçiler göre 13 Bin) Yahudiyi yakıyor, 15 Bin’ini ise ağır cezalara çarptırıyordu.

31 Mart 1492 yılında Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabel bir ferman yayınlayarak, Temmuz sonuna kadar tüm Yahudilerin ülkeyi terketmesini bildiriyor. Fakat yanlarında altın, gümüş, para, silâh ve at götürmeleri yasaklanıyor.
Başta İspanya ve Portekiz olmak üzere, Yahudilerin Avrupa’dan atılmalarının başlıca sebepleri; Hıristiyanlığı Yahudileştirme çalışmaları ve haksız zenginlikleri oluyordu.
İtalya’dan da başlayan göçlerde farklılık ise, Yahudiler taşınır tüm varlıklarını yanlarında götürme hakkına sahip oluyorlardı. Yani İtalya’dan gelenler zengin tabir edebileceğimiz seçkinlerdir diyebilirim.

Sonuç; bugüne dek varan düşmanlıklar doruk noktaya ulaşıyordu.

Daha sonraları, Ukrayna ve 2. paylaşım savaşındaki milyonlarca Yahudi soykırımı, Yahudileri bu düşmanlığa daha da çok itiyor ve tedbir almaya onları zorluyor.
Bu tedbirlerin başında (daha sonra geniş olarak değineceğim) Kudüs ve Filistin’den toprak satın almaya başlıyorlar.
430 yıl yaşadıkları Mısır’dan kaçan, Kudüs’ten, Fransa’dan, İspanya ve tüm Avrupa’dan kovulan Yahudiler sonunda Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyorlar.
Büyük göç Osmanlı İmparatorluğuna yöneliyor.

Aradan (694 yılıda Yahudilerin köle ilanı dikkate alınırsa) 1311 yıl kadar bir süreden sonra; yeni Papa Benedikt XVI diğer adıyla eski bir nazi olduğu iddia edilen Ratzinger 04.07.2005 tarihinde verdiği bir demeçte, Sinagog ziyareti yaparak aradaki düşmanlıkları kaldırmayı ve Vatikan’la uyum sağlatmayı amaçladığını açıklıyor.

Neden Osmanlı İmparatorluğu?

Burada etken olan daha önce, yani Fransa’dan kovulup Selânik’e yerleşen Yahudilerle aralarındaki mektuplaşmaların etkisi olduğu saptanıyor.
“Türkler ne sürgün ne de zulüm hissettirmiyorlar. (13.08.1550 Selanikli Provence’den.)
“Osmanlı İmparatorluğu, hiç bir şeyin eksik olmadığı bir ülke. Kerkes kendi incir ağacının ve asmasının gölgesinde emniyet içinde yaşayabilir.” (Selanikli Provence’den)
Osmanlı yönetiminin diğer ırk ve dinlere karşı ve Türklerin hoşgörü sahibi oluşu Yahudileri etkiliyor.
Osmanlı’ya akın “denize düşen yılana sarılır” gibi tesadüfen bir akın değil, bilhassa seçilerek ve istenerek yapılmıştır.

Gelecek yazımda devam etmek üzere hoşça kalın.
Nurettin Kurtuluş