Biz Sivas'a türkü söylemeye gitmiştik...

"Şenlik yapmaya, semah  dönmeye, Pir Sultan'ı anmaya....  Sivas'a giderken devletimize, polisimize, partimizin iktidar ortağı olmasına güvenmiştik. Kendimizi koruyacak bir tek sopamız bile yoktu. Nereden bilebilirdik ki, devletimiz Sivas'ta acz içinde. Nereden bilebilirdik ki, hükümet bizim feryatlarımıza karşı kör ve sağır. Her koşulda desteklediğimiz, üyesi bulunduğumuz SHP'nin diri diri yanışımızı seyredeceğini nereden bilebilirdik ? Biz Sivas'a türkü söylemeye gitmiştik..."

Temmuz 2, 2003 - 14:25
 1.2k
NE DEMELİ, NASIL ANLATMALI?
AMA ANLATILMALI; ANLATMALIYIZ.


Madımak otelini... hüznün telaşa dönüşümünü,
ölümle kucaklaşma anında bile onurun korunmasını,
bilgelerin ölümü karşılayışını, semah meleklerinin yüreğimize,
ölümsüzlüğe kanat açışlarını...
ve sözcüklerin aciz kaldığını anlatmalıyız.

Bedrettin’i, Nesimi, Pir Sultan'ı ve ’93 Sivas can kırımını...
İnsanın yaratık haline gelişini,
Engizisyonu, Hitler'i, Yavuz'ları, kıyımları ve savaşları tartışmalıyız yeniden.

Yaktıranlar, sonra arkalayanlar biliyorlar elbet ne yaptıklarını.
Peki ya yakanlar?..
Düşünmüşler midir? aslında kendilerinin ve geleceklerinin de
Bizlerle; çocuklarımızla birlikte yandığını.

DGM Salonunda suçluluk, pişmanlık gibi insancıl izler aradım yüzlerinde,
Ama yoktu: Bulamadım: Yanıldım ve üzüldüm...
Yaradanı hoş göremedim ilk kez yarattıklarından ötürü...

"Biz kimseyi yakmadık, orada yoktuk” diyor;
Ama şimdi olsa yakarız bunların hepsini" diyerek kin kusuyorlardı.

Yakılmamız yetmemişti!
Kazımak istiyorlardı.
İnsana, medeniyete, kültüre değin ne varsa.

İnsana düşmandı bunlar.
Yeniye, çocuğa, kadına;
Çağa düşman.

Açıktı söylediklerimiz oysa: Barıştı, güzellikti,
semahtı,
kültürdü kısaca...
Dünya uygarlığının beşiği Anadolu’muz Araplaşmasın,
insanımız kullaşmasın,
Ortaçağ geri gelmesin, ormanlar yok edilmesin, güvercinler yine özgür olsun.
Halaylar tutalım, türküler söyleyelim
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni hep birlikte.

500 yıl sonra bir daha gelmiştik Sivas’a,
Pir Sultanı Hacı Bektaşı, Yunusu anmaya,
“En-el Hakkı anlatmaya...

Aylarca hazırlık yaptık
yükümüz göher doluydu
Pir Sultan’ın asıldığı yere,
“Kanlı Sivas” imajını hak edenlere,
barış ve kardeşlikten nasiplenmeyenlere
kalpleri kir, pas ve kin tutanlara.

“Düşmanımız kindir bizim” diyen erenlerin mirasında oturup,
farkında olmayanlara
barış, kardeşlik, insanlık ve dostluk götürecek
dağarcığımızda ne varsa,
bölüşecektik!

Planlar yapılıyor, tuzaklar kuruluyor,
Madımak kuşatılıyordu...
sonra, göher satıcıları ve barış kervanları tutsak alınıyordu
karanlık çökmek üzere
bir daha kalkmamacasına.
Karanlık mı, karabasan mı,
Kim bunlar, bura nere?
Tanrım!..
Madımak mı, Autshvicz mi, Halepçe mi, Maraş mı?
SS’ler mi,
Mervan, ya da Yezit mi?
Kim bunlar, bura nere?

Hadi uyanın! Uyanın çocuklar, uyanın meleklerim!..
dağıtalım şu hain karabasanı...
hadi elele verelim, daha sıkı duralım!..

Ama hayır!
Çığlık çığlığaydı hepsi!..
Duymuyor; düşünmüyor, anlamıyorlar; sadece saldırıyorlardı.
Salyalar saçılıyordu ağızlarından
“Yapmayın” demek geldi içimden,
Ayırmayın renkleri, siyahı, beyazı, kırmızıyı, sarıyı.
Birlikte olursa anlamlıdır renkler.
Kovun aranızdan her türlü ayrımcıyı, bölücüyü.
Kulak verin "Benim kabem insandır" diyen ozana,
"Yetmiş iki millet bizdendir" diyen Anadolu bilgelerine...

Yüzyıllar öncesinden bize miras kalan ölümsüz mesajları dinleyin...
Düşünün Sokrates'i, Galileo'yu, Nesimi'yi, Mansur'u, Pir Sultan Abdal'ı.
Dünya dönmekten geri durmuş;
Nesimi'nin "En-el hak" teorisi geçersiz mi sayılmış;
kula kulluk son mu bulmuş;
Pir Sultan Abdal'ın itlerinden daha dürüst olduğu mu kanıtlanmış kadıların?..

Evrensel gerçeklerden habersiz,
insan sıfatındaki yaratıklar tarafından,
ülkemizi yönetenlerin gözleri önünde güpegündüz yakıldık.
Yönetim yakanlara değil yananlara tavır aldı daha çok.
Bizlere başsağlığı dahi dilenmedi ama,
bakan düzeyindeki ziyaretlerden sonra,
yakanlara yardım (...) edildi;
geçmiş olsun denildi.

Sivas katillerinin ülküdaş’ları olan ırkçı Hitler artıkları,
Solingen'de gurbetçilerimizi yaktılar.
Alman Hükümeti olay nedeniyle resmen özür diledi;
cenazeleri özel uçakla Türkiye'ye nakletti.
Cumhurbaşkanları Giresun'daki cenaze törenine katıldı;
yeniden üzüntülerini bildirdi.
İtfaiye yedi dakikada geldi diye
Alman Yetkilileri kınayan Türk Hükümetinin başı
Sivas’ta 35 canın güpegündüz yakılışını:
“Van’da bir otel yanmış, içeride bulunanlar ölmüştür.
Vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır” demeciyle olağan karşıladı.

Yok saymışlardı bizi...
Bugüne değin olduğu gibi.
Sekiz saat bekledik, “Devletim”, “emniyetim” diyenleri...
Valilik binası bir, emniyet iki, itfaiye üç dakikalık mesafede idi.
Ama gelmediler,
istemediler kurtarmayı...
Kamu güvenliği nedeniyle orada bulunanlar,
‘yardım!’ taleplerimizi duymadılar bile...
Otele giren güvenlik görevlileri;
"polis var mı içerde" dediler önce,
"yok" dediğimizde,
"öyleyse bu o... çocuklarını mı kurtaracağız?"
diyerek çıkıp gittiler otelden...

Bunlar bilinsin,
gerçekleri gönül gözü olmayanlar da görsün.
Herkes bilsin bunların ne kadar "çağdaş, sosyal, insan ve İslam” olduklarını.

Güruhun başında,
"Gazanız mübarek olsun" dediğini herkesin duyduğu
Mollaoğlu denilen sakallı Belediye Başkanı vardı.
Katliamdan sonra "benim ödüllendirilmem gerekir” dedi..
Ödüllendirildi de;
görevine iade edildi ve yeniden başkan seçildi.
Şimdi daha üst görevler, O’nu ve türdeşlerini bekliyor!..

Çorum ve Maraş katliamlarının önde gelen sanıkları şimdi TBMM'de değil mi?
Diğer mollalar neden olmasın?..
Bir de "devleti bulamadım" diyen Vali vardı,
meşhur figüranlar arasında.
Nerede bu zavallı; neden konuşmuyor?
Devleti kim tıkadı?
Susarak kim(ler)i koruyor?...

Ve Sivas'la Van'ı karıştıran şakınlar;
otelde bulunanları "halk" olarak kabul etmeyen;
"Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyin" diye emir verenler.
Evrensel hukuk ilkelerine göre,
bırakın yönetici olmayı,
“bağımsızdır!”
diye nitelenen yargıya hesap vermek zorunda olanlar...


Ve medya.
Her zaman olduğu gibi görevini tam başarıyla yerine getiren "sahibinin sesi"...
medya.
Birçoğu "tahrik" gerekçesine sarıldı.
Gerçek tersyüz edildi.
Katillerin ve ortaklarının üzerine gitmek yerine,
yanmaktan kılpayı kurtulanlar mahkum edildi önce.
bizlere milyarlarca para ve hapis cezaları verildi.
az bulunmuş olacak ki,
şimdi de idamımız isteniyor.

Basın bu sorunlardan çok özelleştirmeyle meşgul.
işte onun için " Bu ülkede müslümanlara zulüm yapılıyor"
diyenlerin gerçek yüzü ortaya çıkarılmadı ve bu noktaya geldik.

Hem toplu insan yakıp çevresinde dans edecek denli özgürlükleri var,
hem de "mazlum rolü"ne soyunup
"bu ülkede müslümanlara zulüm ediliyor" diye basbas bağırıyorlar
ve sesleri herkesten daha gür çıkıyor.

Bizler,
yara bere içindeyiz halen.
yanıyoruz,
olanları düşündükçe her gün yeniden!.
Makbule’nin, Gülay’ın, Lütfiye’nin ve diğerlerinin yaralarını,
bir çoğumuzun da psikolojik tedavilerini halen yaptıramadık.

Soruyoruz ve arıyoruz; nerede sosyal hukuk devleti, nerede laik devlet?...
önce Üçok, Aksoy, Mumcu ve daha yüzlercesi, sonra bizler katledildik.
sayı çoğalıyor giderek ve binlercesi için zindanda yer aranıyor...
iyiye gidişten hiç iz görünmüyor.

Öyleyse bu yalnız bizlerin değil,
özlemlerimizin, dünya görüşümüzün, kardeşliğin, çağcıl değerlerin
ve hepimizin birlikte katledilişidir. 20.09.1995

Murtaza DEMİR