Bir şey eksik
Hep bir şey eksik... Hep eksilerek doğuyorsa güneş, ay saçtığı ışıklarından eksilerek çarpıyorsa pencerenize geceleri... Cam gibi dağılarak tekrar yüreğinize sancı olup düşüyorsa hayalleriniz...
Onun ellerini tutamıyorsanız... Onun gözlerinden akan yaşları bir çocuğun saçlarını okşar gibi şefkatle silemiyorsanız... O çok düşündüğünüz güzelim yüzünü göğsünüze bastırıp kulağına ‘nasılsın’ diye fısıldayamıyorsanız.... Hem hüzünle, hem gülümseyerek sevdiğinizin gözlerine bakamıyorsanız... Ve hep yalnız ve hep yapayalnız, her gün biraz daha eksilerek uyanıyorsanız yeni güne... Ve derin bir ‘ah...’ yükseliyorsa dudağınızdan, yani içinizi yakan bir acıyla açıyorsanız gözlerinizi yeni güne... Ve elbette eksilerek başlayan bir hayatın sabaha dönük ilk saatlerinde acıyla burkulan yüreğinize kızmayın...
Hep bir şey eksik...
Ama önemli olan eksilen olgunun ne olduğudur.
Bir sevgili olabilir yitirdiğiniz... Evladınız olabilir... Anneniz, babanız... Bir dostunuz olabilir...
Yaşamı eksik bir azı diş gibi duyumsatan.... Bütün duyguların güzelliğini tam tadamadığınız... Bir eksik diş gibi...
Ne güzel bu eksikliği size hissettiren, insan yanınız, seven yanınız, özleyen yanınız...
Ne güzel... Acılarımız da olsa hissediyoruz bu duyguları...
Bir şarkıda, kristalleşmiş anı yumağının ardından sürüklenip giriyoruz, dünün izine düşüyor gönül telimizden bir damla...
Hep bir şey eksik....
Bu eksilmişlerin çığ gibi büyüdüğü o sonsuz sessizlikte, yüreğinizde ağırlığını hissettiğiniz, dehşetli acısını duyumsadığınız, algıladığınız yokluğun rengi size diyor ki... Hâlâ umut var, çünkü acı çekiyorsunuz, çünkü seviyorsunuz, çünkü sorguluyorsunuz... Hâlâ umut var... Her yerde, her zaman... Çünkü hep eksik olan şey, sevgili mi, dost mu, her neyse... Bu eksiklik içinizde yarattığı boşlukla sizi var ediyor... Sizi insan kılıyor...
Çünkü o boşluğun yarattığı hüzünle ağlıyorsunuz, o hüzünle güzeli özlüyorsunuz... Acı çekiyorsunuz...
Bizim eksik dediğimiz hayata dair, insana dair. Çünkü ‘ vicdanlı’ insan ağlar, özler, sever, acı çeker...
Onlar... Vicdanı olmayanlar.
Onların yaşamlarında özledikleri güzele dair hiçbir duygu yok... Sevginin varlığını, yokluğunu bir iç çekiş gibi asla duyumsayamayacaklar... Onların yüreklerini acıtmayacak hiçbir şey...
Onlar vicdanı olmayanlar...
Kan gölüne çevirdikleri bir dünyada, zulme, şiddete, öldürmeye tapanlar... Küçücük çocukların parçalanan bedenlerinden üstlerine sıçrayan kanları göremeyecek kadar vahşileşen ve kan içici bilinçleriyle çağlarını yangın yerine dönüştürenler... Yönetenler... Onların vicdanı yok... Ve onlar hiç bir sabah yeni güne gözlerini açtıklarında, ‘bir şey eksik diyemiyecekler ‘... Çünkü boşluğunu duyacakları sevdikleri olmayacak onların... Çünkü sevgi vicdanla gelir...
Çünkü onların vicdanları yok...
Selma Ağabeyoğlu