Bilim ve Politika, Darwin ve Tübitak
Kim demiş, bilim politikadan ayrıdır diye. Tam tersine, son gelişmeler bir kez daha bilimin, egemen sınıfların hizmetine tabi kılınabileceğini gösterdi. Her ne kadar, bilimin kendi yapısı özerk, bağımsız vs gibi ise de egemen sınıflar lehine kullanılabiliyor ya da müdahale ve baskılarla bilimin, gerçeklerin önüne ket vurulabiliyor.
Ortaçağ karanlığı döneminde, Engizisyonlarla terbiye edilmeye çalışılan ve fakat Engizisyonlara inat, ölümüne inat, yaşam için bilim var oldu, var olmaya devam etti ve de ediyor. Binlerce bilim adamı engizisyonların en kötü, iğrenç muamelelerine tabi tutuldular, kıyıldılar, yok edildiler. Ama bilim ve yaşam egemen oldu. Reform ve Rönesans ile, bilimin, sanatın egemenliği Ortaçağ karanlığının ve dinin sisli bulvarlarının sonunun getirdi. Ortaçağ gerici Hıristiyan kültürü, bilimin yaşama hükmeden yanına karşın yenildi, bilimin, yaşamın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldı. Ortaçağ engizisyon mahkemelerine dünyanın yuvarlak olduğunu ispat etmek ne derece zor idi ve ölümü göze almayı gerektiriyor ise; çağımız dünyasında geriliğe, karanlığa vs mahkum bırakılmış sömürge, yeni-sömürge ülkelerinde, özellikle de son 40 yılda İslami yeşil gericilik ülkelerinde bilimsel bir şeyleri ifade etmek ya da savunmak aynı şeyleri göze almayı gerektiriyor.
Balık hafızaları tazelemek gerekirse, Salman Rüşdi’nin İslami gericilik ve mollaları hedef alan kitaplarının ardından başına neler getirilebileceğini, tehditlerle neler yapıldığını hatırlayınız. Ya da Aziz Nesin gibi büyük bir mizah ustasının, bu gerici-faşist-bağnaz egemen anlayışın nasıl hedefi haline geldiğini ve onu bahane ederek bir yığın insanı canlı canlı yakıp ve onların üzerinden neleri, kimleri tehdit ettiğini hatırlayınız.
Ortaçağ karanlığına karşı burjuva demokratik mücadele içinde yüz binlerce insanın canına mal olan bir mücadele vermiş Avrupalı emekçiler açısından, bilim, insani değerler, bilimsel gerçekler ile bağnaz dinsel takıntılar oldukça ayrı olgulardır. Ve de başta Laisizm olmak üzere, din ile diğer tüm işlerin kesin ve net ayrımı noktasında oldukça keskin ayrımlar belirgindir. Ayrıca, oralarda ve ABD’de ateizm yasak değildir, hor görülmez, aşağılanmaz. İşin enteresan ve güzel tarafı, son aylarda yapılan bir çalışmaya göre ateizm oldukça yaygınlaşmaya başlamıştır sözünü ettiğimiz metropollerde. Bu da bilim ve bilimsel aklın, günlük yaşam içindeki rolü ile din ve diğer olgular arasındaki farklılaşmayı oldukça iyi bir biçimde ortaya koymaktadır.
Oysa dini gericilik ve Yeşil kuşağa mahkum edilmiş Ortadoğu halkları açısından bu durum oldukça farklıdır. Onlar zorunlu olarak “ Müslüman” doğmaktadırlar. Kendilerinin bilgisi, bilinci dahi olmadan kimliklerine “ Müslüman” yazılmakta ve bu baskı ile yaşamaktadırlar. Ondan sonra ülke yöneticileri ve egemenler çıkıp çok rahat bir biçimde “nüfusun %99‘u Müslüman” diyerek istediklerini rahatça yapabilmektedirler. Dinsel gericiliğin, tarikatların, cemaatlerin varlığı için milyarlarca lira harcanırken, emekçiler ve proleterlerin açlığı, yoksulluktan nefesinin kokması çokta ve hatta hiç umurlarında değildir onların. Nasılsa yukarıda görmedikleri, duymadıkları, bilmedikleri bir tanrı vardır ve o tanrı onları görüp; olmayan öteki dünya vaadiyle bu dünyaya şükür ederek ve kendini vakfederek yaşamasını sağlamaktadır.
Bu din kıyafeti giymiş emperyalist kapitalizmin elbette ki en büyük düşmanı bilimdir, yaşamın kendisidir, yaşamın gerçeğidir, yaşanan, soluk alıp verilen vs dünyadır. Zira uyuşturdukları ve koyun sürüsü haline getirdikleri geniş proleter ve emekçi yığınları ancak ve ancak bilimsel bir şaha kalkış, kendine dönüş ve derin iç çekişlerin karşıtı olan derin bir “yeter artık” nidası sonlandırır. Yeşil elbiseli emperyalist kapitalist düzen açısından bilimin, aklın, düşünmenin ve düşüncenin, tartışmanın, konuşmanın vs düşmanlaşması bu bakımdan anlaşılmaz değildir.
Emperyalist kapitalizm, bir yandan bilimsel gelişmeleri daha çok sömürü, daha çok yağma, daha çok tehdit, daha çok yok edim için istese de; beri yandan bilimin insanlık yararına olmasından oldukça çok korkar. Bilimi asla ve asla düzen, aşağıdakilerin yararına kullanmaz, kullanamaz. Bilimi ancak ve sadece, sınıfsal çıkarlarının olduğu yere kadar savunur, sahip çıkar egemenler. Gerisine ise; ona gem vurmak lazımdır çıkarları itibarıyla. Bilim bu anlamda, egemen olan sınıfa göre karakter belirlenmesi yapar.
Bilimin kendisi nesnel olarak insanlık yararına, yaşam, ilerisi, çoğunluk yararına, nesnel vs bir karaktere sahipken; ama egemen sınıfın niteliğine ve çıkarlarına göre biçimlendirilebiliyor. Baskı altına alınıp, aynı Ortaçağ karanlığı engizisyonları veya şimdilerde sözüm ona Radikal İslamcılar lehine kullanılabiliyor. İşin esası ise, egemen sınıf çıkarlarıdır. Bu anlamda, nesnel olarak objektif bir niteliğe sahip olan bilim, öznel olarak egemen sınıfların çıkarlarına göre biçimlenebilmektedir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bilim adamlarından birisi olan Einstein, Enerjinin dönüşümü yasasını ispat ettiğinde ya da Enerjinin büyük potansiyelini keşfettiğinde emperyalist ABD tarafından bu buluşun Atom Bombası olarak kullanılacağını bilemezdi tabiî ki. Ama insanlık yararına olan bu buluş; ABD emperyalizmi tarafından Japonya’ya karşı savaşta dize getirme şantajı olarak kullanıldı ve de binlerce insan öldü, yok edildi, sakat kaldı vs. Hala nükleer savaş tehdidi altındadır dünya. Emperyalist kapitalistlerin bu tehditi, dünya halklarının başında Demoklesin kılıcı gibi sallandırılmaktadır.
Gelelim traji komik hikayemize. Dünya emperyalist kapitalizminin ve özelde ABD emperyalizmin uşağı Türk faşist diktatörlüğünün yeşil elbiseli AKP hükümetinin kadrolaşma, faşist rejimin giysisini değiştirme politikasının bir parçası olarak faşist rejimin tüm kurum ve kuruluşlarının cemaat, tarikat, gerici-faşist, yobaz, yoz vs unsurlarından doluşturulmasından dolayı olan sonuçlarından bir tanesi ise adı Bilimsel Araştırmalar Kurumu olup; kendisi asla buna yakışmayacak bir yerde olmuş olan ve gittikçe de daha olumsuz bir yere doğru hızla kayan TÜBİTAK’ta olan gelişmelerdir.
Darwin’in 200. doğum yıl dönümünü Unesco’nun Darwin yılı ilan etmesinden kaynaklı Bilim Teknik Dergisinin baş sayfasını buna ayırması dolayısıyla, birincisi yayından kaldırılıp, sayfa iptal edilmiş olup; ikinci olarak Dergi sorumluları görevinden alınmışlardır. İsmi Bilimsel olup kendisi asla bilimsel olmayan bu kurumun yeşil elbiseliler tarafından bu kadar olumsuz bir tabloda olması hiçte şaşırtıcı değildir esasen. Yıllardır el atmadıkları ve kadrolaşmadıkları bir alan bırakmamış olan bu ABD uşağı yeşil elbiseliler, adı bilimsel olup kendisi bilimsel olmayan bir kuruma el atmamış olmalarını beklemek anlamsız olurdu. İyimserliğin ötesinde, aptallık olurdu. Nitekim, bu güruh genel geçer bir yasa ve dünyaca kabul edilirliği tartışılmaz olan ve de diğer yandan emperyalist merkezlerin bir kuruluşu olan Unesco tarafından ilan edilmesinde sakınca görülmemiş bir anma yılına tahammül edememiştir.
Zira varlık nedenlerinin her birine bilimsel bir temelde vuran bu yasanın bu yeşil, yobaz, gerici, faşist güruhça hedef alınmasını garipsemiyoruz. Sahte cennet ve sahte cehennem masalları ile yığınları, emekçileri, proleterleri uyuşturan bu egemen güruh; bir elleri yağda balda, bir elleri dünyada asla öteki yanda olmanda yaşamlarını zevkü sefa içinde geçirmeleri açısından tam da bunlar gereklidir. Görünmez, ulaşılamaz, duyulamaz vs bir uzak tanrı ile tebayı kılıçları altında inletmek kadar kolay bir şey olamaz. Bu yeşil elbiseli güruhun yaptığı da budur. Bir yandan, şükürcü zihniyetle besleyip dururken sadakalı yığınları, öte yandan bu dünyada yaşadıklarının karşılığını olmayan bir dünyada yaşayacaklarını vaad ederek bugünlerini teslim almaktadırlar. Darwin, onların tamda damarlarından vurduğu için, gerçek yaşam kanallarından ettiği için Darwin düşmanlıkları kadar doğal bir şey olamaz onların. Zira Darwin olmayan tanrılarının, dünyada kandırdıkları, düzenlerini üzerine inşa ettikleri temel değerlerine savaş açmış ve bunu ispat etmiş bir bilim insanıdır. Bu da Darwin’e ve onu kapak yapanlara karşı düşmanlık etmek ve beslemek için yeterli bir nedendir.
TÜBİTAK, adı bilimsellikle bulanmış asla ve asla bilimsel olamayacak bir kurumdur. Bilimin gerçek özerk, otonom, nesnel, yaşama ait olabilmesinin yolu; onun insanlık yararına kullanıldığı, hiçbir çıkar gözetmeden özgürce yaşadığı, geliştiği tek düzen olan komünizmde olanaklıdır. TÜBİTAK ya da benzer tüm örgütler, kurumlar, kuruluşlar vs, emperyalist kapitalizmde asla ve asla mevcut düzenden bağımsız değildirler ve olmazlar da. Zaten gelişmeler de bunun kanıtıdır. Bilim, sanat, üniversiteler vs ancak ve sadece sosyalizm ve komünizmde özerk, demokratik, bilimsel, yaşama, insana vs hizmet eder durumda olabilir. Emperyalist kapitalizmde bunların hepsi, mevcut düzenlere hizmet etmek zorunda bırakılırlar. Gerçek özgürlük, demokrasi, özerklik, bilimsellik, yaşam, insan merkezli vs her şey ancak ve sadece komünizmde olanaklıdır.
Mahmut Halil can ( Sendiren )
12. 03. 2009
http://ateshirsizi. net