Bak Postacı Geliyor
'Bu yılbaşı sevdiklerinize bir kart atmayı unutmayın. Mutlu Yıllar…'
Herkes ona bakıyor / Merak ediyor
Çok teşekkür ederim / Postacı sana
Pek sevinçli haberler / getirdin bana
Bugünlük de bu kadar / Darılmayınız
Yarın yine gelirim / Hoşçakalınız
Haydi git güle güle / Uğurlar olsun
Ellerin dert görmesin / Kısmetle dolsun…
Okul sıralarında öğrendiğimiz şarkılardan biriydi Postacı şarkısı.. Nasıl da hep bir ağızdan coşkuyla söylerdik bu şarkıyı…
Çocukluk yıllarımızda ilkokula başladığımızda hemen hemen ilk öğrendiğimiz çocuk şarkılarının “ilk”lerindendi Postacı Şarkısı. Şarkıda, postacının gelişi neşeli bir şekilde dile getiriliyordu. İnsanların postacıyı sırtında kocaman çantasıyla “bize de bir şey var mı” diyerek merakla beklemeleri… Önemli bir haber bekliyorsak ya da sevinçli bir haber, yanlarında mektuplarımızı açar, üzüntülerimizi ya da sevinçlerimizi paylaşırdık. Mektuplar ve postacılar, hayatımızda önemli ve büyük bir yer tutardı.
Şimdi ne zaman elinde mektuplarla yollara koyulmuş bir postacı görsem hep bu şarkıyı hatırlarım. O zamanlardan bu yana çok şey değişti.
Postacılar ne yazık ki değerlerini yitirdi. Oysa çocukluğumdan genç kızlığıma
kadar yaşanan zaman dilimi içinde postacılar, bayramlarda, rengarenk zarflar
içinde tebrik kartları ve sevgililerin birbirlerinden heyecanla bekledikleri, yapraklarına birkaç damla parfüm damlatılmış aşk mektuplarını taşırlardı. Artık ne yazık ki turkcell, telefon faturaları, banka kart ekstreleri, mahkeme celbi vs.. getiriyorlar.
Gülüşleri sonbahar oluyor / buruk ve hüzünlü...
Ortaokul dönemlerinde, en büyük keyfim, sayfalarca mektup yazmaktı. Finlandiya’dan Oili adında bir mektup arkadaşım vardı.
Ayrıca yaz tatillerinde, arkadaşlık yaptığım kişilerle kışın okul döneminde muntazam olarak mektuplaşır, öğretmenlere,
okula ve yaşama dair anılarımızı anlatır, gelecek yaz tatilinde hangi
arkadaşlarla neler yapacağımızı kararlaştırırdık.
Mektup yazdıktan sonra ise onu özenle katlar, renkli mecmua yapraklarından zarfın aslına uygun mektup zarfları hazırlar, üzerlerine yapıştırdığım beyaz etiketlere de gideceği yerlerin adreslerini yazardım.
Semtimizin postanesi, küçük, sarı aşı boyalı, içinde kocaman bir duvar saati olan eski bir binaydı. Bu küçük binada, biri kadın, diğeri erkek, iki posta memuru görev yapardı. O zamanlar, şimdiki gibi pul yerine damga vuran makineler de yoktu. Çocukluğumun düşlerini süsleyen, minyatür desenli pullar
ne güzel pullardı.
Elektronik aşklardan uzak, mektuplarla, masallarla bezenmiş bir dünyaydı çocukluğum. Bütün uzun saçlı kızlar Rapuntzel’di o günlerde. Göl kenarları ve su birikintilerinden coşkuyla zıplaşan kurbağaları toplardım.
Onların, bir gün avucumda birer prens olacaklarını hayal ederek ve bekleyerek...
Bu güzel geleneği yaşatmak adına uzunca bir dönem direnmiştim. Ama ne yazık ki, artık zamanla yarışıyoruz. Cağaloğlu
yokuşunda tebrik kartı satan bir dükkan vardı. Bayram, yılbaşı yaklaştığında o
dükkanda saatlerce kalır kişiye özel kartpostallar seçerdim. İki yıl önceydi..
Bahsettiğim dükkan, öylesine değişmiş ki günden güne yiten bu güzel değerlerin
karşılığında tebrik kartlarından çok kırtasiye malzemelerinin satıldığı bir yere
dönüştürülmüş.
Artık, tebrik kartlarının yerini e-posta ve cep telefonları aldı. Mektup pullarının yerinde damga basan makineler var. Haciz kararları, mahkeme evrakları, faturalar.
Bunlar, postacıların çantalarında özel mektuplardan fazla yer kaplıyor. Durum
böyle olunca hepsi, asık yüzlü ve mutsuz görünüyor. Aramızda farklı bir kimlikle
dolaşıyorlar sanki.
Mektup edebiyatının katline tanıklık etmek yerine mektup haftası yapılsa.
Herkes sevdiklerine mektuplar yazsa. mektuplar postalansa. Yine postaneler, yine
pullar, tartılar, sicimler, paket kâğıtları, yine güzelliğin ve aşkın adına
damgalar vurulsa.
Alev Kutluözen