AVRUPA BİRLİĞİ SAHNESİ (2)

9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın ilk adımını attırttığı Avrupa Birliği, daha sonraları geliştirilmiş olan kuramsal hedeflerine ulaşmakta olduğunu görüyoruz. 1951’de AB kurucu üyelerinden; Fransa, Hollanda, İtalya, 1973’de birliğe katılan İngiltere, 1986’da İspanya ve Portekiz XV.yy’larda başlayan, sömürge imparatorlukları olarak tarihe geçmişlerdi.

Mart 27, 2005 - 14:48
 1.3k
Sömürgeleştirme; kültür bakımından birbirinden farklı, askeri ve teknoloji olarak denk olmayan ülkeler arasında, güçlü olanların, güçsüzlere karşı uyguladığı köleleştirme, siyasal bağımlılaştırma, iktisadi bakımdan zorbalıkla baskı altında tutma sonucunu getiriyor.
XIX.yy’da sömürgecilik; Avrupa ülkelerinin sanayideki gelişiminin temeli olan kapitalizmin doğuşu için çok gerekli bir tamamlayıcı durumuna geldi.
AB içinde, kanlı sömürgecilikte deneyimli 6 ülke ve diğerleri, günümüzde, sömürdükleri ülkelerin bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da, güçlü ile güçsüzler arasında imzalanan anlaşmalarla, yer yer yine kanlı zorbalıklarla modern bir sömürgeciliğe veya diğer adıyla emperyalizme, küreselleşen emperyalizme dönüştü.
AB bu deneyimli ülkelerle yeni teoriler üreterek ve uygulama yolunda epey mesafeler alarak 6’dan 9’a, 15’e ve 25 üyeye ulaştılar. Yenilerle (Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan.) yakın bir tarihte 28’e yükselecek. 29. ülke olarak da nihayet, üzerinde çok oyunlar oynanan Ukrayna görünüyor.
30. Ülke olmaya aday Türkiye’den önce, her tarafı AB üyeleriyle çevrili, İskandinav ve Batı arasında sıkışıp kalmış Norveç tekrar gündeme gelecek gibi görünüyor. Fakat rahatın biryerlerine batmadığını bilen, Avrupa’nın en yüksek refah toplumu Norveç’lilerden bir yeni referandumda “evet” oyu alınamayacağı da biliniyor, bazı yollar aranıyor!

Yine aday olma, üye olma sıralamasında Türkiye’den önce; kuyruğa giren, ortada bir kaç ülke daha var. Kriterleri bir an önce yerine getirmeleri için, AB’den her türlü desteği aldıkları da açık. Arnavutluk, Makedonya hattâ Sırbistan vs gibi, AB toplumunun çok gerisinde olsalar bile, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri iştah kabartan bu ülkelerle Avrupa, Birliğini bir an önce tamamlamaya çalışıyor. Avrupa sınırları içinde çıban başları yaratılmak istenmiyor. Yoksa sürüye katılmayanları kurt kapar!
Aday adayıyken, aday ülke durumuna getirilen Türkiye; sıralamaya bakılacak olursa, 35’inci olabilir mi? Yoksa sınır ötesinde mi bırakılır? Şu andaki konumuyla istenmeyen bir aday mı? Kendimize yalan atmadan, kendimizi aldatmadan, bu konu üzerinde açık ve net olmak zorundayız.

17 Aralık 2004 Brüksel zirvesinden önce, 22 Haziran 1993 Kopenhag kriterleri, 3 grupta toplanarak, AB’ye girmeye aday ülkelere sunulmuştu.

Politik – Ekonomik ve Topluluk mevzuatının Benimsenmesi kriterleri

Politik kriterlerde; istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması.
Biran önce, müzakere tarihi alınması için alelacele raflarda tozlanan 7 uyum paketi’ne AB “gelişmeler, memnuniyet vericidir,” derken, AKePe’nin “kriterleri yerine getirdik, Avrupa’lılar bile bunu söylüyor,” demogojisinin sonuçlarını, Brüksel zirvesinden çıkan bildiri metninde görüyoruz.

Ekonomik kriterlerde; makro ekonomik istikrar, işlevsel bir piyasa ekonomisi varlığı, altyapı, eğitim ve araştırmayı içeren fiziki ve beşeri sermayenin olması, firmaların teknolojiye uyum sağlama kapasitelerinin bulunması.

3. bölümde ise; “ortak dış politika ve güvenlik,” politikasına, katılım için hazır olmak. 3. bölümün b fıkrasının son bendinde; "topluluğun tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları, adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi alanlarda her türlü düzenlemesine uyum sağlamak" var.

Özellikle bu son bölüm Türkiye için her bakımdan önem taşıyor. Ne ararsan var. İstenenlerden ve bizim hasretle beklediğimiz bu tablodan hangisine sahibiz? Bir bilen varsa kalksın anlatsın?
Meselâ, enerji konusunda hemen aklıma gelen (Esen Yel Arkadaş kulakların çınlasın) kırk yıl başımızın belâsı, hayali suntacılar sülâlesinden Çoban Sülü’nün dediği gibi “Kışın biz Bulgaristan’dan elektrik alıyoruz, yazın Bulgaristan bize elektrik veriyor,”derken, onun zamanında, bir cent’e muhtaç olduğumuzu, hukuk dışı dayatmalarla, kaç insanımızın katledildiğini hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Brüksel zirvesi sonuç bildirisindeki 73 paragraftan, 7’si Türkiye için ayrılmış.
03 Ekim 2005’e kadar hazırlanın denilen bildiri metnini, AKePe “Avrupa’ya girdik,” ama “çok zor bir dönem,” ardından,”hep beraber çalışmalıyız,” gibi, çelişkili demeçlerle, neredeyse 17 Aralık’ı Milli Bayram ilân edeceklerdi.

18. madde; Türkiye’nin reform sürecinde kararlı ilerlemesinden memnuniyet, bu sürecini devam ettireceğine inancı. Komisyon tarafından belirlenmiş 6 ayrı mevzuat başlığını sürdürmesini beklemesi. Siyasi reform süreci ve geri dönülmezliğin temini, temel özgürlükler ve insan haklarına saygı komisyon tarafından izlenmeye devam edilecektir. İşkence ve ve kötü muameleye sıfır hoşgörü politikası dahil düzenli rapor vermeye davet edilmesi. AB siyasi reform sürecini yakından izlemeye devam edecektir.
19. madde; “Ankara anlaşmasını imzalamaya hazırdır,” yönündeki, deklarasyonunu memnuniyetle karşılar. (Kıbrıs sorunu)
20. madde; komşularıyla ilişkilerini geliştirmesi ve bekleyen sınır uyuşmazlıkları gerektiği takdirde Uluslararası Adalet Divanı’na götürüleceği görüşünü teyid eder.(Ermenistan-Ermani soykırım meselesi)
23. madde; kalıcı koruma önlemleri, kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar, tarım gibi alanlarda müzakere çerçevesi önerilerine koyacaktır.
AB’ye katılımın mali yönleri, 2014 yılından sonraki Mali Çerçeve’nin oluşturulmasından sonra tamamlanılabilecektir.

Sonuçları önceden garanti edilemeyen bu müzakereler açık uçludur.

Tüm Kopenhag Kriterleri dikkate alındığında, aday ülkenin üyeliğin tüm gereklerini tam olarak üstlenecek durumda olmaması halinde, aday ülkenin Avrupa yapılarına en sıkı bağlarla bağlanması temin edilir. (Özel Statü)

Özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü gibi birliğin üzerine kurulduğu değerlerin bir aday ülkede ciddi ve sürekli ihlal edilmesi durumunda, komisyon kendi girişimi ya da üye ülkelerin üçte birinin talebiyle müzakerelerin askıya alınıp alınmamasını tavsiye edebilir ve müzakerelerin yeniden başlaması için gerekli koşullar önerebilir.

Tüm bu gelişmelerden sonra, bir kez daha sormakta yarar var; Türkiye toplumu AB’yi ne kadar biliyor? Topluma AB anlatıldı mı? Hükümetlerin işlerine gelmediğini biliyoruz, Demokratik Sivil Toplum kuruluşları, Sendikalar (bazıları hariç) ve diğerleri AB’yi anlattılar mı? AB ne getirip ne götürecek? Havuz’a atılacak taşlar, oltayla ve kepçeyle toplanacak balıklar?

Bir konu üzerinde tekrar durmak istiyorum;
AB için verilen mücadelenin başından bugüne dek, yabancı sermayenin gelmesini bekler durur, bu boş ve geçersiz hayalle , toplum uyutulmakta devam edilirken, o yabancı sermayenin nerede kaldığı da sorulmazken, vergi cenneti olan bu ülkeye, kapkaççılığın geleneksel hale geldiği bu ülkede, yabancı sermaye yatırım için değil, halkımızın alın teriyle kurulan kamu ve kamu imkânlarıyla karşılanan özel sektörleri satın almak için girdiğini bilmek ve görmek zorundayız. Halkın alınteriyle kurulan bu sektörler elden çıktıkça da seviniyoruz. Netice; işsizlik, yoksulluk, açlık sınırlarının gittikçe büyümesi.

Parlemento içinde ve dışındaki muhalefetin i z i n d e olduğu görünüyor veya çok uzun süreli bir kış uykusunda. Kendi içindeki muhalefeti, kamburları düzeltmeye çalışan muhalefetle, 90’dan sonra halâ ne üreteceğine karar veremeyen sol’la, bugün erki ele geçiren AKePe dilediği gibi ülkeyi yönetmeye devam edecektir.

Beterin beteri varmış deniyor. “Şeriat faşizmden beterdir,” derken, faşizmin ne korkunç bir felâket olduğunu biliyoruz, yaşadık, izleri her yerde halâ bulunuyor. Şeriat yolda mı, “sessiz bir devrimle,” bir gece ansızın gelebilir mi? Kendini ve kentini sorgulamayan bir toplum hakettiği rejime kavuşur mu?

Bu gidişe dur demek ve doğru olanları yapmak için, Godot’u beklemenin alemi yok artık.

Saygılarımla.

Nurettin Kurtuluş
kurtulustan2003@yahoo.de