AVRUPA BİRLİĞİ SAHNESİ (1)
Soru : Sizce, AB Türkiye’ye karşı çok sinsi bir art niyete sahip mi? Soruyu kendimce yorumlarken, "çok sinsi, sinsi, az sinsi olabilirler mi?"yi de yanıtlamadan önce; AB’yi ne kadar biliyorum, biliyoruz sorusu da karşıma bir başka soru olarak çıkıyor. Bu konuda halkımızın yeterince bilgilendirilmediğini görüyor ve biliyorum. Norveç toplumunun AB için yapılan referandumda, biliçli olarak hayır oylarını kullanması, AB’yi redetmesi, devlet organlarının ve ülkeyi yönetenlerin halkına doğru bilgiler verdiğinin bir göstergesidir.
2. Paylaşım savaşından sonra ortak çıkarlar için kurulan Nato-Varşova birliğinden önce; Avrupa Ülküsü-Avrupa Birleşik Devletleri humanist ve barışçı hayalleri 20.yy’ın ilk yarısındaki savaşlar nedeniyle sonuçsuz kalmıştı.
Bugünkü AB trenini harekete geçiren ilk ateşleme, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına yol açan Federalist Alteiro Spinelli ve İşlevselci Jean Monnet, Schuman plânının ilham kaynakları oluyorlardı.
1951’deki AKTÇ’nin kurucu üyeleri 6 Ülke Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksenburg;
1957’de AKTÇ yerine, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu (Euratom) kuran Roma Antlaşmasını imzalıyorlar.
1963’te Türkiye ortaklık antlaşmasını imzalıyor.
1970’te Malta,
1972’de Kıbrıs’la ortaklık anlaşmaları imzalandı.
1973’te daha önce Fransa tarafından iki kez (1961-1967) veto edildikten sonra Danimarka, İrlanda huriyeti ve Birleşik Krallık’ın katılımıyla AET’nin üye sayısı 9’a yükseliyor.
1981’de Yunanistan.
1986’da İspanya ve Portekiz de katılarak aynı yıl 12 ülke Avrupa Tek Senedi’ni imzalıyorlar.
1987’de Türkiye AT’ye katılım başvurusu yapıyor.
1989’da Redediliyor.
1992’de Maastricht AB - Avrupa Birliği Antlaşması imzalanıyor.
1995’te Avusturya, Finlandiya, İveç’in katılımıyla da üye ülke sayısı 15’e çıkıyor.
1996’da Türkiye - Avrupa Birliği Gümrük Anlaşması imzalanıyor.
1998’de Çek huriyeti, Estonya, Macaristan, Polonya, Slovenya, Kıbrıs Rum Kesimiyle üyelik müzakereleri başladı.
1999’da Helsinki zirvesinde Türkiye’ye aday ülke statüsünün verilmesi.
2000’de Bulgaristan, Romanya, Letonya, Litvanya, Malta ve Slovakya ile üyelik müzakereleri başladı.
2002’de Aday 10 ülkenin 2004’te tam üyelik kararı. Geç kalan Bulgaristan ve Romanya daha sonraki tarihte ele alınması kararlaştırıldı.
2004’te Polonya, Macaristan, Litvanta, Letonya, Estonya, Slovakya, Çek huriyeti, Slovenya, Malta ve Kıbrıs Rum Kesimi AB’ye alındı. 2005’in Ocak ayında Hırvatistan’la müzakerelerin başlaması, 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın tam üyeliği karara bağlandı.
1. 2. Savaş sonrasında ilk kurucu üye Devletler 1951 AKÇT’yi temelde barışı güvence altına almanın bir aracı olarak algılıyorlardı.
2. 1968’de 6’lar aralarındaki gümrük vergilerini kaldırarak başta tarım ve ticaret politikalarını yerli yerine oturttular.
3. USA’nın 1970’teki Dolar serbestliğini askıya alması, 1973 ve 1979’daki petrol krizinin yarattığı parasal istikrarsızlık, topluluk üyelerinin kurlarını sabitleştirmesine, ekonomik disiplin ve birbirlerine destek vermelerini sağladı.
4. Son katılımlarla 15’ler olan topluluk, orta-güney ve kuzey’e yayılarak yeni açılımlarla düyanın en büyük ticaret gücü olmasını sağlamıştır. Buna karşın siyasi işbirliği; dışişleri, güvenlik politikası, diplomatik etkinliklerde ağır davranılması, ülkeler arasında derinlemesine eşgüdümü de dayatmıştır.
5. Dünyadaki ekonomik durgunluk, siyasi çalkantılar 1980’den başlayarak AB içinde karamsarlığa neden olurken, 1984 – 1993’e kadar Birlik tek pazar olmayı hedefledi ve 1986’da Tek Senet imzalanarak 1993’te yürürlüğe giren AB Antlaşmasıyla, yeni usüller, ortak politikalar, siyasi projeler geliştirildi.
6. Atlas Okyanusundan-Urallara kadar uzanan “Büyük Avrupa” ; ekonomik ve siyasi, ulusal ve ortak çıkarların sürekli dengelenmesi için, birliğin tam olarak sağlanması, çatlak seslerin girmemesi veya susturulması Avrupa Ülküsü’nün hedefini gerçekleştirmek için 2004 Kasım’ında imzalanan Avrupa Anayasa’sı yeterli olacakmıdır?
AB’nin 5. gelişme sürecinin başlangıcı sayılan Berlin Duvarı yıkımından sonra, katılacak yeni 10 ülkeyle 25’e ulaşan Topluluk, 1993 Kopenhag zirvesinde temel kriterler tanımlayarak, 1963’te ortaklık Antlaşmasını imzalayan, 1987’de AT’ye katılım başvurusunu , 1996’da Gümrük Anlaşmasını yapan Türkiye’yi nereye sıkıştırmak istiyor? AB Doğu Avrupa’ya doğru gelişirken yeni 10, gelecek olan diğer 3 ülke bu kriterlerin hangisini yerine getirmiştir? Yeni 10 + 3 ülke tarafından uygulanmayan kriterler varmıdır? Kasım 2004’te imzalanan Avrupa Anayasa’sına göre yeni 10 + 3 ülke tüm kriterleri tamamlamış olarak mı kabul ediliyor? Ulusal ve ortak çıkarlar söz konusu olunca üç maymun mu olunuyor?
Bu 10’lar olayını başka bir formülle de sorgulayarak cevap bulmaya çalışmak istiyorum;
Varşova Birliği’nin dağılmasından hemen sonra, atağa kalkan Batı Avrupa’lılar özellikle Almanya ve Fransa inanılmaz bir çabuklukla, altyapısı hazır, mali yükü çok az, vergilerden muaf veya riziko getirmeyen, iş gücünün ucuz olduğu bu ülkelere yatırımlar yapmaları ve kendi ülkelerinde çığ gibi büyüyen işsizliği (ortalama %11, bazı bölgelerde %18-25, yabancılar özellikle Türkler arasında yer yer % 30-47’lere varan), yoksulluğu (Ortalama % 13,5) bile gözardı etmeleri, 10’ları biran evvel AB’ye almak için, sadece ekonomik değil, siyasi gelişmenin de göstergesidir diye düşünüyorum.
Başlangıçta (1951) Ekonomik Birlik temelleri üzerine anlaşan Avrupa, yıllar sonra (1992) AB ulusal ve ortak çıkarları olarak ekonomik ve siyasi bütünlüğe dönüştü. Son Irak Savaşı'nda ise Birliğin tek ses olamaması (bundan sonra da tek sesliliğin soru işaretleri taşıması), Almanya ve Fransa’nın dışandaki üye ülkelerin USA’nın yanında yer alması, Birlik içinde bunalım yarattı. Buna karşın USA’nın AB’ye özellikle Almanya ve Fransa’ya örtülü olarak uyguladığı yaptırım, halâ yaşanmakta olan ekonomik krizi getirdi. Genellikle otomobil sanayindeki dış satımıyla ünlü Almanya’nın, USA’daki üst sıralardan sonlara kayarak, bu pazarı şimdilik kaybettiği görülüyor. Euro’nun Dolar karşısında USA tarafından değer kazandırılması ise AB’deki krizi daha da derinleştiriyor. AB için tek çıkar yol olarak; USA’yı önce siyasi olarak zayıflatmak. AB siyasi hegemonyasını istenilen raya oturtmak için, ekonomideki gelişmeler ve ilerlemelerle paralel yürütüleceği görülüyor.
1990 yılını yeni bir çağın başlangıcı olarak görüyorum. Yeni Çar Garbaçov, Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni Batı’ya satması ve ardından Sovyetler Birliği’ni çökertmesi, Varşova Birliği’nin de ortadan kaldırılması ile başlayan bu çağ, insanlığa kan ve gözyaşından başka birşey getirmedi. Karanlık 11 Eylül’ü islâm terörü olarak bahane eden, istediği yerde at koşturan USA ve kuklaları dünya’yı kana buluyor, egemenliğini her yerde hissettiriyor. Geçtiğimiz yy insanlığın yüzkarası olarak tarihe geçerken; iki dünya savaşı, bölgesel ve iç savaşlar, açlıktan ve ilâçsızlıktan ölen insanların sayısı 264 milyonu geçti. USA’nın iki atom bombası, Kore, Viyetnam, İrak, Afganistan, Güney Amerika, Somali, Orta Avrupa’daki böl yönet katliamları gelecek yüzyıllarda da unutulmayacak. Çoğunluğu Barış ve özgürlükten yana olan Müslüman toplumunu aynı kaba koyarak, İslâm teröründen bahsedenlere, yine çoğunlukla barıştan ve özgürlükten yana olan Hristiyan alemini aynı kaba koyarak, 20 yy’ın katliamlarından sorumlu tutmak ve Hristiyan terörü olarak tanımlamak doğru olur mu? USA’nın dünya’da hiçbir toplum tarafından sevilmemesi, karşısına muhakkak bir alternatif çıkaracaktır, temennim bu alternatif barış olur.
İki ABD mi ?
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne karşı, Avrupa Birleşik Devletleri (ABD) mi? Evet; dünyanın en güçlü ticaret birliğini kuran Avrupa, bu gücünü siyasette de geliştirdiği görülüyor. Uluslararası düzeyde önemli bir rol oynamaya AKP (Güney Akdeniz, Afrika, Karayipler, Psifik) ülkeleriyle yaptığı 4 Lomé Sözleşmesi (1975-1979-1984-1989) ve tüm GATT ülkeleriyle 1994’te Marakeş’te imzalanan antlaşmalar, AB’nin sadece ticaret hacmini genişletmeyi amaçlamadığını (Sadece Almanya’nın 2004 dış satımı 734 milyar Euro), USA’nın karşısında aynı zamanda bir siyasi güç olmasını da beraberinda yürüttüğünü görüyorum. Son Ukrayna olaylarında AB’nin tutumu, Rusya’nın da tepkisine yol açtığını biliyoruz. AB’nin bu tavrı doğaldır, çünkü Büyük Avrupa’nın sınırları Urallar’a dayanıyor.
Türkiye için ise ;
1. Avrupa, Türkiye’yi USA’nın bir karakolu olarak görüyor.
2. Resmi dille açıklanmasa bile, söylentilerini sağır sultan bile duymuştur.
3. Buna paralel olarak, ulusal sanayinin olmaması, yabancı sermayeyi çekmek için alt yapıların tamamlanmaması, ekonomide USA’ya bağımlılığı, USA politikalarıyla içi içe oluşu.
4. Son aylarda İslâm terörünün gündeme alınması. Sorun dönüp dolaştırılıp Avrupa’daki Türkler örnek alınarak, faturanın dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne çıkarılması.
Dördüncü madde tek başına incelenmesi, araştırılması ve üzerinde yazılması gereken gerçekten de çok önemli tarihi bir olay. Son dört beş yıl içinde, çeşitli tarikatlarca üniformalar giydirilmiş vatandaşlarımız bizim, ülkemizin örnekleri olamayacağını Avrupalılara anlatmamız maalesef güçleşiyor. 870’i Diyanet İşlerine ait olmak üzere 2400 Cami ve bir o kadar da Kuran kursu + Mescitler + Dergâhlar açılması, erkeklerin de bağlı bulundukları tarikatlara göre giyinmeleri ve sakal bırakmaları ve buna benzer bir çok negatif gelişmeler, bizim ve ülkemiz için olumsuz yargılara neden oluyor.
1996 yılında AB ile imzalanan, Gümrük Birliği Anlaşması sonrasında, güncel Başbakan “USA atamalı” Bayan Çiller; toplumun karşısına çıkarak dediği, o günkü zafer naraları unutulmadı.
IMF bağımlılığı ve yabancı sermaye hayalleri halâ sürüyor, enflasyon-işsizlik başımızın belâsı olmakta devam ediyor. Yoksullu ve açlık sınırları rekor düzeye çıktı.
AB yatırımlarını Doğu Avrupa’dan Çine, Tayland’tan Kuzey Afrika’ya kadar yaptı, yapmakta devam ediyor. Son olarak ta Rusya’da Volkswagen Otomobil tröstünün, Continental Lastik fabrikalarının, Simens’in raylı ulaşım için yapılan karşılıklı anlaşmalar bizim için düşündürücü değil mi?
17 Aralık 2004’te Türkiye huriyeti AB tarafından bir LABİRENTE itilmiştir. Çıkış yolunun sonunda “ÖZEL STATÜ” kapısı görülmektedir.
Diğer kapı da cesareti, AB tarafından verilmiştir. Bunun göstergeleri de Kültür ve Sanat’a özellikle Tiyatro dünyasına yapılan, yapılmak istenen darbelerdir.
Bulgaristan vatandaşları, pasaportları cebinde dilediği AB ülkesinde iş ararken, binlerce Bulgar genci AB Üniversitelerinde okurken, serbest dolaşımın Türkiye huriyeti vatandaşlarına yasaklanması, Kıbrıs Sorunu, Tarım alanındaki kalıcı kısıtlamalar ve diğerlerini;
Sakatlıklar (Özürlüler değil) olimpiyadından TAHTA MADALYA almış olan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin tepesinde % 64 red oyuyla oturanlar, yandaşları, yardakçıları, yalakaları, çıkar çevreleriyle bir zafer olarak kutlamalarını, gelecekte üzülerek ve gülerek anımsayacağız.
Yüzyıllardır Anadolu üzerinde, cumhuriyet tarimizde Türkiye üzerinde oynanmak istenen ve oynanan oyunları biliyoruz. Yazımın sonunda AB’nin art niyetleri olabilir mi, var mı? sorusuna vereceğim yanıt şu ana kadar yazdıklarımda bulabilirsiz diye düşünüyorum. Buna ek olarak; Barışın dünyamızda henüz başlamadığını görüyorum, bu açıdan da bakacak olursak, bölgemizde ve dünyada barışın katiline karşı tavır almak hepimizin geç kalmadan uygulamaya geçirmek zorunda kaldığı bir olaydır.
Korku küreğiyle, cesaret tüneli açılamaz. Cesaret küreğiyle, korku çukurları kapatılır, unutmayalım.
Bundan sonraki yazım AB Sahnesi (2) de; Avrupa birliği = Yeni Sömürgecilik mi ? görüşünü aktarmaya çalışacağım.
Saygılarımla
Nurettin Kurtuluş