Anamdan İnciler

Ekmeği aldım...Ekmek kokuyordu. Arasında köfte vardı ve köfte mis gibi kokuyordu. "Peki sen neden ağlıyorsun?" diye sordum yeğenime. Gözyaşlarını silerek güldü: "Ağlamıyorum ki" dedi. "Peki nedir bu gözyaşların?" "Cezaevlerindeki yemeğin nasıl yapıldığını ve hangi lezzetle olabileceğini herkes bilmektedir. Yapılan yemekleri yeniden terbiye yapmak, neredeyse bir kural gibidir ve buradaki yaşam, ayrı bir gezegendeki yaşam gibidir.

Haziran 2, 2012 - 21:35
 706
Dışarıdan bir mektubun gelmesi, açık ya da kapalı ziyaretlerin olması, içerideki tıpkı bezelye taneleri gibi birbirine benzeyen günleri ayrıştırıyordu ve ona bir anlam, renklilik kazandırıyordu.


Koğuşta bir hareketlilik ve bir telaş vardı. Nedeni açık görüşe çıkacak olmamızdı. Akşamdan yatak altına ütülü olsun diye bıraktıklarımız pantolonlarımızı giymiş, traşımızı olmuş, isimlerimizin anons edilmesini bekliyorduk. Bursa E Tipi yine olağanüstü günlerinden birini yaşayacaktı. İsimlerimiz okununca, yaptığımız elişlerini yanımıza alarak kapı altına, oradan da açık görüş yapılacak avluya çıktık. Bir uğultu, bir sevinç dalgası sarmıştı her yanını avlunun. Anamı gördüm; yüzü gülüyordu, yeğenimin elinden tutmuştu. Yeğenim ağlıyordu ama elindeki ekmeği de bırakmıyordu. İkisine birden koştum; sarıldık, öpüştük... Özlemlerimizle, sevinçlerimizle çöktük sıralara. Yeğenim anamdan kopup yanıma geldi, kucağıma oturdu. Elindeki ekmeği bana verdi.

"Amca bu senin." dedi.

Anlayamamıştım. "Sen yemelisin." dedim. " Büyümelisin."

" Amca ben her zaman yiyorum. Sen ye."

Ekmeği aldım...Ekmek kokuyordu. Arasında köfte vardı ve köfte mis gibi kokuyordu.

"Peki sen neden ağlıyorsun?" diye sordum yeğenime.

Gözyaşlarını silerek güldü: "Ağlamıyorum ki" dedi.

"Peki nedir bu gözyaşların?"

Gülümseyerek "Nedenini bana değil babaanneme sormalısın." dedi.

Nedenini anlıyordum şimdi. Anam, yeğenim ile iş birliği yaparak elindeki köfte ekmeği bana ulaştırmak için bir plan yapmışlar ve başarmışlardı da. İçeriye yiyecek sokmak yasaktı. Anam yeğenimin eline çeyrek ekmek köfteyi tutuşturup, "Bunu amcana yetiştirmeliyiz." demiş. "Gardiyan elinden almaya kalkarsa, kendini yerlere at, avazın çıktığı kadar bağır, susma ve en önemlisi elindeki köfteyi kaptırma!"

Başarmışlardı.

Açık görüş bittikten sonra ziyaretçilerim gitti. Çeyrek ekmeği ve köfteleri aramızda paylaştık koğuş arkadaşlarımla. Köftesini koklayan, dalıp dalıp uzaklara bakan, köftesini kitap sayfaları arasında kurutmaya kalkanlar bile olmuştu!

Anamın ince zekasına bir kez daha hayran kalmıştık.

NECMETTİN YALÇINKAYA
--------


KİTAP HAKKINDA NELER DEDİLER?

SEZGİN TÜRK .:

Hem de tüm annelerimizi yansıtan ‘Anamdan İnciler`deki anamız için! Hiç kolay değil.

Necmettin Yalçınkaya, eğer bu önsözü yazamazsan, anamı kapına getiririm, dedi. Ah, dedim içimden; biz düşünüp taşınana kadar annelerimiz hayata hemen el koydular; yaşanır hale getirdiler. Teyzem keşke geliverse, o incilerinden bir tane önsöz niyetine deyiverse.

Tamam. Biz söyleyeceğiz. Onlar üstelik bizim için bu kadar emek vermişken, onlara duygumuzu biz anlatacağız.

Necmettin Yalçınkaya’ya hepimiz teşekkür ediyoruz. Çünkü; hepimiz adına, anasının özelinde annelerimizi anlattı…

Annelerimiz… Onların en belirgin özelliği yalnızca kendi
çocuklarını değil tüm çocukları sevmek! Sofralarını açtılar,
emek verdiler tüm arkadaşlarımıza. Belki de kendi dışımızdaki dünyaya duyarlı olmak, kolektivizm annelerimizden bir duyuş olarak bize geçti. Onlardan aldığımız bu duyuşa bilinç katarak dünyaya dokunmaya çalıştık.

Hatta değiştirmek isteminde olacak kadar özgüvenliydik. Çocuk değildik, ama çocuk kadar içtendik. Yürekliydik. Annelerimiz; belki de en çok onlar bize güveniyordu.

Kuşkusuz, bizim yaşadıklarımızla hiç akılarından bile geçmeyen şeylerle karşılaştılar.nCezaevi önlerinde beklediler.

Aranan çocuklarını düşünüp başlarını yastığa rahat koyamadılar.

Mültecilikle ayrılık, özlem düştü yaşamlarına…
Her şey 12 Eylül’ün sonucuydu. Ama yine de onların yaşadıklarına ilişkin kendimizi sorumlu görmekten alıkoyamıyoruz.

Bizim seçimimizdi yaşadıklarımız. Onlar ise çocuklarıyla
bu yaşamın içinde bulmuşlardı kendilerini. Ama
bizden daha güçlü ve yaratıcı oldular. Necmettin Yalçınkaya Anamdan İnciler’de o kadar güzel anlattı ki bu durumu. İyi ki anlattı.

Biz, 78’liler… Yavaş yavaş deneyimlerimizi paylaşıyoruz.
Ben, Mamak Askeri Cezaevi’ni yaşadım ve Mamak kadınlarını anlattım belgesel filmimle.

O kadar çok boyutlu ki bu deneyimler. Bu yaşamın özellikle çocuklar ve annelerdeki yansımaları bana çok etkili gelir. Necmettin Yalçınkaya anasıyla, anne cephesini anlatıyor.

Necmettin Yalçınkaya’nın anası; ‘güldürü’yle ne güzel dokunuyor dünyaya… Aslında yaşamla en iyi baş etme yolu bu olmalı! Zekâsıyla yaşamda hep bir adım önde.
‘Büyük’ işlerle uğraştığımız ve ardından 12 Eylül’le zorlu
bir yaşamla karşılaştığımız o günlerde, anamız hayatın güldürücü yönünü ortaya çıkartır. Bu yaşamın ayrımına varmaktır.

Gülmek, yaşama egemen olmaktır.
Anamız zafer işareti yaparak oğluna siyasi savunma yapmaya kadar yüreklendirmeye neden olurken, aslında ona gönderdiği 2000 Lira ile onun yaşamında yarattığı çözümün coşkusundadır. Bizim büyük ciddiyetle ele aldığımız “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı’’ için “Hiç aranızda çocuk var mı ki? Bu kitap olsa olsa benim torunlarımın hastalığına yarar.” diyerek güldürüyü yaşama katar.

Eylemlerde de yaratıcılardır. ‘Kadınlar katılmadan devrim
gerçekleşemez’ sözü ‘Analar katılmadan devrim gerçekleşemez’ olur. Onlarsız hiçbir şey olmaz.

Anamız şöyle söylemiş:

Yarın bakışlı gençler vardı, yüzlerinde gülümsemeleri hiç
eksilmeyen... Sonra o lanet olası darbe oldu, bir bir gözden yittiniz.’

Gitmedik anacığım; gitmedik.

Siz iyi ki varsınız. Bakın, yeniden yaşam üretecek anılarınız. Necmettin Yalçınkaya ne iyi yaptınız da, anamızın incilerini bizimle paylaştınız.

ONUR ÇAĞLAR :

Sistem eliyle emekçi halkın üstüne örtülen “ölü toprağı”nda 60’lı yılların ikinci yarısından sonra bir hareketlilik başladı.

Bu hareketliliğin bir ayağını doğal gelişim sürecini izleyen
sınıf mücadelesi oluştururken, diğer ayağını tarihte bir “ilk”olma unvanını hala koruyan ve “dış etken” olarak adlandırabileceğimiz;
Başkan Mao Zedung önderliğinde gerçekleştirilen Çin Kültür Devrimi oluşturmaktaydı.

Bu etkilenme, kuşkusuz ülkemiz devrimci hareketi için de geçerliydi.

Bir avucu dolduramayacak kadar az olan “68 Kuşağı” ve
önderleri, birkaç sene içinde dağ gibi yürekleriyle dağlara
taşmaya başladı. Ancak bu taşış, ciddi hataları da bünyesinde barındırıyordu ki, bunun başlıca nedeni TDH nin henüz “bebek” olmasıydı; deneyimsizdi, teorik donanımları yetersizdi.

Yetmezmiş gibi seri cuntalarla karşılaşması ise ayrıca bir engeldi. “Anamdan İnciler”, her ne kadar yazarın annesi de olsa, aslında üstünden “ölü toprağı”nı atmaya başladığı Türkiye Devrimci Hareketi’nin halk tarafından eleştirilmesinin de simgesi durumundadır.

Kimi zaman egoizmi, kimi zaman fedakârlığı, kimi zaman disiplinli olmayı gösteren “ana”mızdan hala öğreneceğimiz birçok şeyin olduğu, gün gibi açık.

Benim açımdan bu durum, oldukça önemlidir:

TDH olarak, halkın istemlerini muazzam bir çoğunlukla
görmezden geldik, “Parti”ler olarak kararlar aldık ve halkımızın da bunlara uymasını bekledik. “Kitle kuyrukçuluğu” ile halkın istemlerini görmek ve onlara uygun objektif davranışı birbirine karıştırdık.

Kimi zamanlarda ise “ana”larımızı küçümsedik!
Diğer taraftan günlük yaşantımıza ilişkin olumlu ve olumsuz örnekler de sergiliyor. Bu durumda halkımızın bir prototipini oluşturan “ana”mızın gösterdiği tepkiler, adeta bir ayna gibi…

Sayın Necmettin Yalçınkaya, her ne kadar “Annesinin İncileri”ni kaleme alsa da, düşünceme göre bu “inciler”, devrimci edebiyatta bir boşluğu doldurabilecek içeriğe sahiptir.