Aşk Nedir?
Aşkın yüzyıllardan beri tanımı yapılmaya çalışılır. Yalnız yazarlar, şairler, bilim adamları değil, belki her yeni aşık çift de kendilerince yeni bir tanım getirmeye çalışırlar. Bu , aşkın herkes için aynı olmadığını, zamana ve kişilere göre değişen bir duygu olduğunu gösterir.
Hayatının şu ya da bu döneminde herkesin tatmış olduğu bir duygudur bu: iki insan bakışırlar ve birbirlerine çekildiklerini hissederler. Aşk, rastlantısal ve karşı konulmazdır. Aşık olan insan, aşık olmaya karar verdiği için yapmaz bunu; hatta başlangıçta çok derin bir ilişkiye bile girmeyi beklemiyordur. Aşk, planlanmamış, irade dışı gelişen bir duygusal harekettir. Eski mitolojiye göre, aşık olmak insanın bilincini, iradesini ve yargılama yetisini askıya alır: aşk tanrısı okunu atar ve insan iflah olmaz bir sevdaya düşer. Hemen bütün toplumlarda, daha çok küçük yaşlarda çocuklara insan yaşamının bir amacının da evlenmek, sevmek ve sevilmek olduğu öğretilir. Çevrelerinde herkes evlilikten, büyük aşklardan, erkek-kadın ilişkilerinden söz etmektedir. Ergenlik çağına geldiklerinde çocukların kafaları aşk ve sevgi hakkında bir yığın basmakalıp düşünceyle dolmuştur bile. İlk gençlik çağının ateşiyle, daha aşık olmadan aşk hakkında düşünmeye başlarlar. Bir çok genç, karşılaştıkları vakit "gerçek aşkı" tanıyıp tanıyamayacaklarını merak ederler. Oysa böyle bir merak yersizdir, çünkü herkes kendi başına geldiğinde böylesine benzersiz bir duyguyu hemen ayırdedebilecektir. Bununla birlikte, aşkın hedefini bulamadığı da olur: insan şiddetli bir aşık olma arzusu taşıdığı, içini yakıcı bir sevda duygusu kapladığı halde bir türlü uygun bir sevgili bulamaz. Hiç bir eş adayı, karşı cinsten hiç bir kimse, içindeki kavurucu duyguya denk düşmemektedir. Bu durumdaki insanlar çoğu zaman aşkı idealleştirirler; ideal bir sevgili peşinde koştukları için, gerçekle bir türlü uzlaşamazlar.
Ünlü filozof Eflatun'un "Şölen" adlı yapıtında şöyle bir efsane yer alır: insanlar başlangıçta küre biçiminde yaratıklardır ve öylesine becerikli, zeki, enerjik ve yaşam doludurlar ki, tanrılar kendilerini tehdit altında hissederler. Bu tehlikeden korunmak için bu küre biçimindeki insanları ortadan ikiye bölerler; insanın başlangıçtaki bütünlüğü kaybolur, biri dişi biri erkek olmak üzere iki tane yarım varlık çıkar ortaya. Bundan böyle bu yaratıklar hep yeniden bütünleşmeye, dişi ile erkeği birleştirmeğe çabalarlar; ve bütün enerjilerini de bu bütünleşme çabasında harcayıp tükettiklerinden ötürü de tanrılar için bir tehlike oluşturmaktan çıkarlar.
Bu , aşkla ilgili iki doğruyu dile getirmektedir: birincisi, aşkın insanlara bir bütünlük kazandırdığıdır. Aşk, insanları yarımlıktan kurtarırken, onlara yalnızken sahip olamayacakları bir sınırsızlık ve tamamlanmışlık duygusu vermektedir. Ama aynı zamanda, bu bütünleşme insanların kendilerini harcamalarına tükenmelerine malolmaktadır. Aşık olan insanlar her türlü ihtiyatı elden bıraktıkları, serveti ve başka alanlardaki başarıları bir yana ittikleri için sonuçta mutlaka zararlı çıkmaktadırlar.
Kuşkusuz, bütün geleneksel öyküler gibi bunun da anlattıkları da mutlak olarak kabul edilemez. Büyük aşklar yaşadıkları halde yaşamlarının diğer alanlarında da verimli olabilmiş kişiler olduğu gibi, sırf aşksız kalmaktan ötürü kısırlığa ve başarısızlığa mahkum olmuş kişiler de vardır. Belki söylenebilecek tek şey, aşkın öyle hafif ve iz bırakmadan geçen bir deney olmadığı, sevdaya düşen kişinin her türlü sonuca katlanmak zorunda olduğudur.
"Aile Hekimi" nden alıntıdır.