1 Mayıs, kapitalizm ve çekirgeler

Gerhard Schröder, Türkiye’de ülkesinin zenginliğinden dem durup Alman tekelleri için pazar alanını genişletmeye çalışırken, Almanya’da uzun bir aradan sonra, belki de ilk kez kapitalizmin barbarlığı, adaletsizliği, sömürücülüğü ve sermaye sınıfının bir “çekirgeler sürüsü” gibi bütün zenginlikleri silip süpürdüğü tartışılıyor.

Mayıs 5, 2005 - 23:41
 1.1k
Muhalif aydınlar tarafından yıllardır dile getirilen “kapitalist tekellerin kural tanımazlığına” dair görüşlerin bir kısmı, şimdi sermayenin “sol kanadı” sosyal demokratlar tarafından dillendiriliyor.

SPD Genel Başkanı Franz Müntefering’in başlattığı tartışma, 1 Mayıs kutlamaları sırasında genişleyerek sürdü. Mikrofonu kapan sendika temsilcisi, işsizlik ve yoksulluğun sorumlusunun kapitalizm olduğunu ifade ederek önlem alınması çağrısı yapılırken, tekeller ve onların yöneticileri “akbaba” ilan edildi.

Kapitalizmin sömürücü çarkı altında ezilen, her geçen gün sofrasındaki ekmeği azalan yüzbinlerce işçi ve emekçinin, sendika ve SPD yöneticilerinin kapitalizme yönelttiği eleştirilere tuttukları alkış, bu sözlere desteklerini ifade ediyordu.

İşsizliğe, yoksulluğa, sosyal hak gasplarına karşı “kapitalizm eleştirisi”nin merkezde olduğu Almanya’daki 1 Mayıs kutlamaları, bütün sorunların anası olan kapitalizmi işaret ediyordu. İşçilerin taşıdığı pankart ve dövizlerde, önceki yıllara oranla daha açık bir kapitalizm eleştirisi yer alıyordu.

Avrupa’nın en zengin ülkesi Almanya’da toplumun üstüne bir karabasan gibi çöken işsizlik ve yoksulluktan ötürü kapitalizmin hedefe konulması, asalak sermaye sınıfının “çekirge” ilan edilmesi bir tesadüf mu?

Hiç şüphesiz değil.
Tartışmayı başlatanların niyeti kısa vadede Kuzey Ren Vestfalya’da 22 Mayıs’ta yapılacak parlamento seçimlerinde oy toplamak, orta vadede 2006’daki genel seçimlere yatırım yapmak, partideki çözülmeyi durdurmak, ortaya çıkan alternatif oluşumların önünü kesmek, sistemi eleştirenlerin “aşırı uçlar”da birikmesini engellemek vb. olarak sıralanabilir. Ama mali sermayenin zenginlikleri bir “çekirge sürüsü” gibi talan etmesinin emekçiler arasında tartışılmaya başlanmasının kaynağında, sınıflar arasındaki uçurumun derinleşmesi yatıyor.

Kapitalizme karşı mücadelede ideolojik ve örgütsel bakımdan önemli gelişmelerin yaşandığı Almanya’da, bunca yaşanmışlıktan sonra “tartışılmaz doğru” ilan edilen kapitalizmin yeniden masaya yatırılmasının maddi temelleri bulunuyor.

Her şeyden önce, sosyal sorunlar hızla ağırlaşıyor. İşsizlik ve yoksulluk artarken, tekeller kârlarına kâr katıyor. Örneğin, kısa bir süre önce Deutsche Bank, bu yılın ilk çeyreğinde kârını yüzde 33 artırdığı halde 6400 insanı işten atacağını açıkladı. Ardından, bunun ne kadar “ahlaki” olduğu sorgulandı. Öyle ya, bugüne kadar kapitalist ilişkiler içerisinde şirketlerin işçi atması ile zarar arasında bağlantı kuruluyordu. “Zarar ediyoruz, onun için işten atıyoruz” deniliyordu. Deutsche Bank ise, geleneksel tarzın dışına çıkarak, “Daha çok kâr etmek için, şu kadar insanı işten atacağız” dedi ve kapitalizmin “Aslolan kârdır” prensibini bütün çıplaklığıyla özetledi.

“Çekirge sürüsü” sermayenin pervasızlığı elbette sadece Deutsche Bank’ın yaptığı ile ibaret değil. Sınıflar arası uçurumun derinleştiğine dair başka bir örnek daha: 1997-2003 yılları arasında tekel yöneticilerinin maaşlarına yüzde 88.8, çalışanların ücretlerine ise sadece yüzde 1.4 zam yapılmış.

Geçen yıl bazı tekellerin kâr oranları ise şöyle: BASF yüzde 106, Deutsche Bank yüzde 81, Deutsche Telekom yüzde 270, MAN yüzde 37, Siemens yüzde 39, ThyssenKrupp yüzde 64.
Bu yüksek oranlara rağmen, işsizlik İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek düzeye, 5.2 milyona çıkmış bulunuyor. 13 milyon insan yoksulluk sınırında, 300 bin kişi sigortasız... Sermayenin aşırı kâr hırsı ise sürüyor. Çalışma sürelerini uzatma, düşük ücretle çalıştırma, emekçiler arasındaki rekabeti derinleştirme... Bütün bunları kabul etmeyenlere “Çeker yurtdışına giderim” tehdidi savruluyor.

Son bir yıl içinde Doğu Avrupa ve Çin’e gitme tehdidi ile pek çok kazanılmış hak yok edildi.
Bütün bunlar, AB’nin en zengin ülkesinde karnını doyurmak, insanca yaşayabilmek için adeta karınca gibi çalışan milyonlarca emekçide “gelecek korkusu”nu hakim hale getirmiş bulunuyor. Geçen hafta açıklanan bir ankete göre, halkın yüzde 72‘si 5-10 yıl içinde iyi yaşamanın mümkün olmayacağına inanıyor. Yüzde 42’si işsiz kalmaktan korkuyor. Yüzde 60’ı ise ekonomik durumunun kötüleşeceğine kesin gözüyle bakıyor.

Yani, mevcut sistemin sınırları içerisinde bir çözüm arandığında, tünelin ucunda aydınlık görünmüyor.

İşte; “kapitalizm tartışması”, karanlık perdesini yırtıyor, “tartışılmaz” ilan edilen kapitalizmin yeniden geniş kesimler arasında sorgulanmasını sağlıyor ve en nihayetinde, bugün açıkça telaffuz edilmese de, tünelin ucundaki aydınlığın sosyalizmden başka bir şey olmadığını gösteriyor.

Yücel Özdemir
Evrensel
04-05-2005